Jump to content

Tüm Aktiviteler

Bu akış otomatik güncelleniyor

  1. Daha eskiler
  2. Dünya’ da meyve sineklerinden ev sineklerine ve et sineğine kadar gezegenin etrafında vızıldayan 120.000’den fazla sinek türü veya türü vardır. Toplamda sadece 21 gün yaşamalarına rağmen dişi karasinekler yaşamları boyunca 600’e kadar, dişi meyve sinekleri ise 8-10 günlük yaşamları boyunca 500’e kadar yumurta bırakabilir. Bütün böcekler taksonomik olarak bilimsel açıdan Arthropoda şubesine aittir. Ancak diğer eklembacaklılardan (ıstakoz, örümcek veya kırkayaklar gibi) farklı olarak böceklerin üç çift eklemli bacağı, parçalı gövdeleri, bir dış iskeleti, bir çift anteni ve (genellikle) bir veya iki çift kanadı vardır. Sinekler yumurtalarını çöp tenekelerine, kompost yığınlarına, dışkıya ve çürüyen organik maddelere bırakabilirler. Dişi sinekler bir seferde 75 ila 150 yumurta yumurtlayabilir, bu yumurtalar birbirine ezildiğinde kabaca bir bezelye büyüklüğünde olur. Meyve sinekleri, çürümüş meyve ve sebzeler gibi yiyecek atıklarını veya çürüyen yiyeceklerle tıkanmış kanalizasyonları çekmeleri nedeniyle evlerde de yaygın olarak bulunur. Bir sinek istilasının neden bu kadar hızlı kontrolden çıktığını merak ettiyseniz, bunun nedeni hızlı üreme döngüleridir. Örnek olarak, tek bir meyve sineği yaşamı boyunca yaklaşık 500 yumurta bırakabilir ve yumurtadan yetişkine tüm yaşam döngüsü yalnızca yaklaşık bir hafta sürer. Karasinekler, hızlı ve çok sayıda üredikleri için yaygındır. Bazen yumurtadan çıktıkları yerden 25 km uzağa hareket ettikleri biliniyor. Ancak genellikle doğdukları yerin 1-2 km yakınında kalıyorlar. At sinekleri pek evlerimizde rastlamadığımız bir tür olarak genellikle iç mekanlarda bulunmaz ve iç mekanlarda beslenmez, ancak bazen kazara açık pencere ve kapılardan istemeden de olsa evlerimize kadar girebilirler, onları kalın kanatları ve gürültücü uçuşlarıyla rahatlıkla ayırt edebilirsiniz. Sinekler yumurtalarını çöp tenekelerine, kompost yığınlarına, dışkıya ve çürüyen organik maddelere bırakabilirler. Dişi sinekler bir seferde 75 ila 150 yumurta yumurtlayabilir, bu yumurtalar birbirine ezildiğinde kabaca bir bezelye büyüklüğünde olur. Ev sinekleri düzenli olarak dışkı, çöp, çürüyen hayvanlar ve diğer pis yerleri besleyip yumurtladıkları için insanlara, ev yüzeylerine ve dışarıda bırakılan yiyeceklere konduklarında hastalıklı mikropları bulaştırabilirler. Bu nedenle birçok sinek türünün insanlara hastalık bulaştırdığı bilinmektedir. Aslında, sıradan bir ev sineğinin bile maalesef insanlara en az 65 hastalık bulaştırdığından şüpheleniliyor. kaynak: Sinekler ve hayatımızdaki yerleri hakkında bilgiler
  3. Yenilebilir böcekler, besin kaynaklarının tükenmesi sorununa çözümün bir parçası olma potansiyeline sahiptir. Böcekler, geleneksel hayvancılık üretiminin çevresel etkisini azaltmaya yardımcı olabilecek, sürdürülebilir ve çevre dostu bir protein kaynağıdır. Böcekler, geleneksel çiftlik hayvanlarıyla aynı miktarda protein üretmek için daha az yem, su ve toprağa ihtiyaç duyarlar ve daha az sera gazı üretirler. Bununla birlikte, böceklerin tek başına gıda tükenmesi sorununa tam bir çözüm olmadığına dikkat etmek önemlidir. Gıda kaynaklarının tükenmemesini sağlamak için, tarımsal uygulamaların iyileştirilmesi, gıda israfının azaltılması ve sürdürülebilir gıda üretimi ve tüketiminin teşvik edilmesi dahil olmak üzere bir dizi yaklaşımın benimsenmesi gerekecektir. Böcekleri diyete dahil etmek, gıda kaynaklarının tükenmemesini sağlamak ve daha sürdürülebilir ve çevre dostu bir gıda sistemi oluşturmak için daha geniş bir stratejinin bir parçası olabilir. Böcek türlerini hayvan yemi olarak kullanmak doğru mudur? Bir çok sebep ile birlikte böceklerin bir besin bileşeni olarak rasyonlara dahil edilmesi ve gıda kaynağı olarak optimize edilmesi mantıklı bir uygulama olabilir: Böcekler sürdürülebilir ve çevre dostu bir protein kaynağıdır: Böcekler, geleneksel çiftlik hayvanlarıyla aynı miktarda protein üretmek için daha az yem, su ve toprağa ihtiyaç duyar ve daha az sera gazı üretirler. Bu, onları hayvan yemi için daha sürdürülebilir ve çevre dostu bir seçenek haline getirir. Böcekler hayvan sağlığını iyileştirebilir: Böcekler, protein, yağ ve çeşitli vitamin ve mineraller dahil olmak üzere zengin bir besin kaynağı olabilir. Bu, diyetlerinin bir parçası olarak böceklerle beslenen hayvanların sağlığını ve üretkenliğini geliştirmeye yardımcı olabilir. Böcekler yem maliyetlerini azaltabilir: Böcekler, özellikle soya veya mısır gibi geleneksel protein kaynaklarıyla karşılaştırıldığında, hayvan yemi için uygun maliyetli bir protein kaynağı olabilir. Bu, çiftçiler ve diğer hayvan üreticileri için yem maliyetlerinin düşürülmesine yardımcı olabilir. Böcekleri hayvan yemi olarak kullanma fikri, güvenli bir şekilde tedarik edildikleri ve işlendiği ve alerji veya hassasiyetlerle ilgili endişeler dikkate alındığı sürece iyi bir fikir olabilir. Daha sürdürülebilir bir çevre yaratmaya yardımcı olmak için geri dönüşüm sürecinde kullanılabilecek birçok böcek türü vardır. Bu amaçla kullanılmış olan bazı böcek örnekleri şunları içerir: Siyah Asker Sineği (Black Soldier Fly) larvaları: SAS larvaları, gıda artıkları gibi organik atıkları kompost haline getirebilen verimli ayrıştırıcılardır. Un kurtları: Un kurtları, organik atıkları geri dönüştürmek ve onu hayvanlar veya insanlar için protein bakımından zengin yemlere dönüştürmek için kullanılabilir. Mavi şişe sinekleri: Bluebottle sinekleri (Callpihoridae familyası üyeleri), hayvan gübresi gibi organik atıkları kompost haline getirmeye yardımcı olabilecek verimli ayrıştırıcılardır. Bok böcekleri: Bok böcekleri (gübre böcekleri), hayvan gübresinin geri dönüştürülmesine yardımcı olabilir, besin maddelerini toprağa geri döndürür ve sentetik gübre ihtiyacını azaltır. Bu ve diğer böcek türlerini geri dönüşüm sürecinde kullanarak daha sürdürülebilir bir çevre oluşturmak ve atıkların çevre üzerindeki etkisini azaltmak mümkündür. Yazının tamamı ve kaynağı: MVC Organic - Yeni bir dünya düzenine ihtiyacımız var mı?
  4. Periyodik cetvel, elementlerin özelliklerinin gösterildiği bir tablo ve çeşitli bilim dallarında sıklıkla kullanılır. Özellikle kimyada ve fizikte, periyodik cetvel çok yararlı bir araçtır ve elementlerin atomik yapısı, elektron dizilimi, kimyasal özellikleri ve fiziksel özellikleri hakkında bilgi sağlar. Periyodik cetvel, elementlerin atom numaralarına göre sıralanmıştır. Atom numarası, bir elementin proton sayısını gösterir ve elementlerin periyodik cetvelde yer aldığı sıra da bu proton sayısına göre belirlenir. Bu sayede, elementlerin fiziksel ve kimyasal özellikleri arasında bir ilişki sağlanmış olur ve elementlerin özellikleri, proton sayılarına göre gruplandırılır. Periyodik cetvel, çeşitli bilim dallarında farklı amaçlar için kullanılabilir. Örneğin, kimyada elementlerin birbirleriyle reaksiyon geçirebilme olasılığını belirlemek için kullanılır. Ayrıca, fizikte elementlerin elektron dizilimi hakkında bilgi sağlar ve böylece elementlerin iletkenlik düzeyleri ve diğer elektriksel özellikleri hakkında bilgi verir. Periyodik cetvel, ayrıca metal, ametal ve semimetal olarak sınıflandırılan elementlerin özelliklerini de gösterir. Bu sınıflandırma, elementlerin kimyasal özelliklerine göre yapılır ve metal elementlerinin elektron yapısı, ametal elementlerininkine göre farklıdır. Semimetal elementleri ise, hem metal hem de ametal özellikleri gösterir. Periyodik cetvel, kimyada ve fizikte önemli bir araçtır ve elementlerin özellikleri hakkında bilgi sağlar. Ayrıca, metal, ametal ve semimetal elementlerin özelliklerini de gösterir ve elementlerin birbirleriyle reaksiyon geçirebilme olasılığını belirlemek için kullanılır.
  5. Göz rengi, göz bebeği içinde bulunan pigmentlerin miktarına ve dağılımına göre belirlenir. En yaygın göz renkleri mavi, yeşil, gri ve siyahtır. Ancak, göz rengi genetik olarak belirlenir ve birçok farklı renkte olabilir, örneğin açık mavi, koyu mavi, yeşil, turkuaz, gri, kahverengi ve siyah. Göz rengi değişebilir ve zamanla açılıp koyulaşabilir. Bu değişimin nedeni, göz bebeği içinde bulunan pigmentlerin miktarının değişmesidir. Göz rengi, aynı zamanda ışık koşullarına ve kişinin ruh haliyle de ilgilidir. Örneğin, göz rengi, ışık koşullarının karanlık olması durumunda daha koyu görünebilir. Genetik olarak göz rengi nasıl değişir? Göz rengi, insanların genetik yapısına göre belirlenir. Bu yüzden göz rengi, bir kişinin annesi ve babasından geçmiş olduğu genlerle belirlenir. Genler, insanların fiziksel özelliklerini, örneğin göz rengini, saç rengini ve cilt rengini belirleyen moleküllerdir. Göz rengi, göz bebeği içinde bulunan pigmentlerin miktarına ve dağılımına göre belirlenir. En yaygın göz renkleri mavi, yeşil, gri ve siyahtır. Ancak, göz rengi genetik olarak belirlenir ve birçok farklı renkte olabilir, örneğin açık mavi, koyu mavi, yeşil, turkuaz, gri, kahverengi ve siyah. Göz rengi, özellikle de açık renklerin değişimi, zaman içinde de değişebilir. Bu değişimin nedeni, göz bebeği içinde bulunan pigmentlerin miktarının değişmesidir. Örneğin, bebekler doğduklarında genellikle mavi gözlü olurlar, ancak göz rengi zamanla değişebilir ve daha koyu hale gelebilir. Bu değişim, pigmentlerin miktarının ve dağılımının değişmesinden kaynaklanır. Genetik olarak göz rengi, insanların annesi ve babasından geçmiş olduğu genlerle belirlenir. Bu genler, insanların fiziksel özelliklerini, örneğin göz rengini, saç rengini ve cilt rengini belirleyen moleküllerdir. Örneğin, eğer bir kişinin annesi mavi gözlü ve babası kahverengi gözlü ise, bu kişinin göz rengi kahverengi olma ihtimali daha yüksektir. Ancak, bu kişinin göz rengi aynı zamanda diğer genlerden de etkilenebilir ve mavi, yeşil veya gri gibi farklı renklerde de olabilir.
  6. Aynı atomun birçok çeşitleri vardır ki bun­lara “izotop” denir. İzotopların çoğu radyoak­tiftir. Örneğin karbon atomlarının birçok izoto­pu vardır; bunların birbirinden tek farkı, çekir­deklerinin içindeki nötron sayısıdır. Batı radyo­aktif izotoplar yalnız alfa zerrecikleri yayarlar. Kimisi de yalnız beta zerreciği yayar. Öte yan­dan, kimi izotoplar her iki tür zerreciği de ya­yarlar. Bugün radyoaktif izotoplar endüstri ve tıp alanlarında kullanılmak üzere yapay olarak yapı­labiliyor. Bunları yapmak için doğada serbest olarak bulunan karbon, iyot gibi elemanlar özel fırınlarda ya da reaktörlerde uranyum kulla­nılarak radyoaktivite karşısında bırakılıyor. Radyoaktif izotopların kullanım alanları Tıp araştırmalarında bilginler radyoaktif izo­toplar kullanarak hastanın beyninde ya da baş­ka organlarında neler olup bittiğini anlayabilir­ler. Örneğin radyoaktif iyot enjektörle azar azar hastanın damarına verilir. Tiroit bezi kana karı­şan izotopu emer. Bu arada hastanın boynu yakı­nına konan bir Geiger sayacı tiroidin emdiği izotop miktarını saptar. Böylece büyümemizi etkileyen bir bez olan tiroit üzerinde birçok bilgi edinilebilir. Radyoaktif izotoplardan endüstri alanında da çok yararlanılır. Örneğin petrol borularındaki tıkanıklıkların bulunmasında izotoplar kulla­nılır. Boru hattının bir ucuna küçük bir tıkaç ko­nur. Borunun içinde akan petrol bu tıkacı tıka­nıklığın bulunduğu noktaya kadar götürür. Tı­kaç buraya varınca durur. Tıkacın içine bir tüp radyoaktif izotop yerleştirilmiştir. Bundan sonra yapılacak tek şey, bir Geiger sayacı ile boru hattı boyunca dolaşmaktır. Tıkacın bulunduğu yere varıca Geiger sayacı işlemeye başlar, böylece de tıkanıklığın yeri bulunmuş olur.
  7. 1780’lerde yapılan ilk balonların içine sıcak hava dolduruluyordu. Hepimizin bildiği gibi, sı­cak hava yukarıya yükselir. Yükselir, çünkü çev­resini saran soğuk havadan daha hafiftir. Hava ge­çirmez bir torbanın içine sıcak hava doldurun, yükseldiğini göreceksiniz. İşte sıcak hava doldu­rulan balonların temeli de buydu. Balonların altı açıktı; buraya asılan bir mangalda kömür yakıla­rak balonun içindeki havanın sürekli sıcak kalma­sı sağlanıyordu. Elbet bu oldukça tehlikeli bir işti. Daha sonra geliştirilen hidrojen balonları bir­çok bakımdan sıcak havalı balonlardan üstündü. Bildiğiniz gibi, hidrojen bütün gazların en hafifi­dir. Havadan on dört kat daha hafiftir. Dolayısıy­la hidrojen doldurulmuş balonlar sıcak hava dolu balonlardan çok daha kolay ve çabuk yükselebilir. Ancak hidrojenin de büyük bir sakıncası vardır: Çabucak tutuşarak patlayabilir ki, bu da büyük tehlikeler doğurur. Günümüzde yapılan balon­ların çoğuna ise helyum dolduruluyor. Helyum hidrojenden biraz daha ağırsa da, yanmadığı için tehlikesizdir. Balonculuk 1930'lara kadar pek gözde bir spordu. Bununla birlikte günümüzde balonlar spor amacıyla değil, daha çok hava tahmini ve bilim­sel araştırma amacıyla uçuruluyor. Bu “iskandil” balonları atmosfere birçok araç-gereç taşıyor ve atmosferin çeşitli düzeylerindeki sıcaklığı, nemi, basıncı ölçmekte kullanılıyor. Bunlar ayrıca bir radyo vericisi de taşır ve aldıkları sonuçlan bu verici aracılığıyla yerdeki bilim adamlarına bildi­rir. Eski balonlarda en büyük sorun balonun iste­nen yöne değil, ancak rüzgârın götürdüğü yöne doğru yol alabilmesidir. 1900’de Ferdinand von Zeppelin ilk yönetilebilir balonu, yani “motorlu balonu” uçurmayı başardı. Balon 126 m. boyun­daydı. Uzun, puroyu andırır bir biçimi vardı. Sert bir iskelet üzerine gaz geçirmez deri gerilerek ya­pılmıştı. Balona yol alması için gerekli gücü, yeni geliştirilmiş olan bir benzin motoru sağlıyordu. Çok geçmeden Zeppelin’in motorlu balonları yolcu ve posta taşımaya başladı. İngiltere, Amerika ve Rusya da buna benzer motorlu balonlar yaptı. Ne var ki 1930’larda birbiri ardı sıra balon kazaları baş gösterdi. Balonun ne denli tehlikeli bir araç olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Bunun üzerine balonlar hizmetten kaldırıldı.
  8. Kritik zamanlarda yardımcı olacak 8 Hayat Kurtaran Hareket olarak listemize yer veriyoruz. Bir durum gerçekten kötü gibi göründüğünde ve bundan çıkış yolu yokmuş gibi görünse bile, beynimiz aslında bu konuda oyun oynayabilir. Kritik durumlarda, yani beyin bir risk veya tehdit algıladığında, hayatta kalma sistemini harekete geçirir ve hemen hayat kurtaran bazı şeyleri harekete geçirmeye hazır hale gelir. Hayat kurtaran bu listeyi bilmekte fayda var. Bazı tehlikeli durumlarda hayat kurtaran maddeleri listeledik. 1. Zehirli bir akrep ısırığı sonrasında yapılması gerekenler Genellikle sağlıklı yetişkinlerdeki akrep ısırıkları oldukça acı vericidir. Ancak her zaman yaşamı tehdit edici özellikte değillerdir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, çoğunlukla Güney Batı'daki çölde bulunan kabuk akrep adı verilen bir tür vardır. Biraz daha koyu olan açık kahverengidir. Yaklaşık 5-8 cm uzunluğundadır. Şiddetli semptomlara neden olacak kadar güçlü zehri vardır. Bu yan etkiler sığ ve hızlı nefes alma, yüksek tansiyon, hızlı kalp atışı, halsizlik ve kas seğirmelerinden oluşabilir. Bu tür bir akrep tarafından ısırıldığınızı düşünüyorsanız, derhal tıbbi yardım alın. Ayrıca, doğru panzehirin size verilebilmesi için,akrebi dikkatlice yakalamaya çalışmalı veya fotoğrafını çekip doktora götürmelisiniz. 2. Alerjik reaksiyon esnasında yapılması gerekenler Güneş veya meyve gibi en masum şeyler bile bazı insanlarda alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Bunlardan en tehlikeli olanı, ölümcül olabilen anafilaksidir. Anafilaksi belirtileri; cilt reaksiyonları, hırıltılı solunum veya nefes almada zorluk, baş dönmesi, zayıf ve hızlı nabız, baş dönmesi, yüzde şişme ve daha fazlası olabilir. Bu durumun derhal tedavi edilmesi gerekir! Bu nedenle, yanınızdaki birinin başına anafilaksi gelmişse hemen 112’yi arayın. Ek olarak, aşağıdaki hayat kurtaran eylemlerle de yardımcı olmaya çalışabilirsiniz. Epinefrinleri olup olmadığına bakın ve kullanın. Kişiyi sakin tutun. Sırt üstü yatmalarına yardım edin. Kusuyorlarsa veya kanıyorlarsa yan çevirin. 3. Karbon monoksit zehirlenmesi sonrasında yapılması gerekenler Bu gazın kokusu veya tadı yoktur. Bu yüzden, kendinizi kötü hissetmeden önce soluduğunuzu bile fark etmeyebilirsiniz. Zehirlenmenin semptomları her zaman belirgin değildir. Ancak belirtileri arasında; gerilim tipi baş ağrısı, baş dönmesi, yorgunluk ve kafa karışıklığı, nefes darlığı ve nefes almada güçlük bulunmaktadır. Evinizde karbon monoksit gazı sızıntısı olduğunu fark ederseniz, aşağıdakileri yapın. Tüm cihazları kullanmayı bırakın ve kapatın. Alanı havalandırmak için kapıları ve pencereleri açın. Derhal evinizden veya dairenizden çıkın. Kalp atış hızınızı yükseltmemek için sakin olun. Bir doktora görünün. 4. Kasırga sırasında yapılması gerekenler En güçlü ve şiddetli kasırgalar ciddi yıkıma neden olabilse de, bunlar nadirdir. Çoğu kasırga çok daha zayıftır ve aşağıdakileri yaparsanız bir kasırga hayatta kalmak mümkündür. Banyo gibi en alt katta bir bodrum katı veya penceresiz bir oda bulun. Pencerelerden uzak durun. Ağır bir masa gibi sağlam bir şeyin altına girin. Bir battaniye veya şilte ile örtün. Başınızı mevcut herhangi bir şeyle koruyun. 5. Donma sonrasında yapılması gerekenler Dışarıda çok uzun süre soğukta kalırsanız ve vücudunuzun bazı kısımlarını soğuk ve ağrılı hissederseniz, donma sorunu yaşıyor olabilirsiniz. Eğer durum daha ciddiyse, sürekli titremeye veya hızlı nefes almaya neden olabilen hipotermi belirtileriniz de olabilir. Bu durum derhal tedavi edilmelidir ve profesyonel yardımı aramadan önce aşağıdaki önlemleri almanız gerekir. En kısa sürede sıcak bir yere gelin. Hasarlı bölgeye herhangi bir baskı uygulamayın. Donmuş alanı 104ºF ila 105.8ºF (40ºC ila 41ºC) sıcaklıkta (yani sıcak değil ama ılık) suyla dolu bir banyoya koyun. 6. Zehirli mantarlar nasıl tespit edilir? Mantar aramak isteyen herkesin, güvenli olanları zehirli olanlardan nasıl ayırt edeceğini öğrenmesi gerekir. Bu, görsel özellikleri kontrol ederek yapılabilir. Kapağın şemsiye şeklinde olup olmadığını kontrol edin. Eğer öyleyse, zehirlidir. Mantar kapağındaki pulları arayın. Birçok zehirli mantarın kapağında beyaz mantarlar üzerindeki kahverengi pullar veya kırmızı mantarlar üzerindeki beyaz siğiller gibi renksiz lekeler bulunur. Toksik mantarları bir spor rengiyle tanımlayın. Güvenli mantarların beyaz spor izi varken ölümcül olanların paslı kahverengi bir sporu vardır. 7. Şiddetli kanama esnasında yapılması gerekenler Bu durum çok ciddi ve hayati tehlike arz ediyor. Bu nedenle, hastaneye gitmeden önce bunları hemen yapmalısınız: Yarayı kaplayan giysiyi çıkarın veya sıyırın ama o anda yarayı temizlemeye çalışmayın. Üzerine steril bir bandaj yerleştirin. Bandajı, kanama durana kadar avucunuzla sıkıca bastırın. Vücut ısısının düşmesini önlemek için kişiyi bir battaniye ile örtün. 8. Yılan saldırısı sonrasında yapılması gerekenler Şanssız şekilde evinizde veya başka bir yerde bir yılana rastlarsanız, size saldırmasını önlemek için aşağıdakileri yapın. Sakin olun. Sessiz ve yavaş hareket edin. Dokunmaya veya tutmaya çalışmayın. Hareketlerini sınırlamak için ağır bir battaniye veya bir parça bezle örtmeye çalışın. Gelip yakalamaları için özel bir servisi arayın. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3BYIrcr
  9. Geçen yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde evcil hayvan sahipliği artış gösterdi. Bu da hanelerin yaklaşık üçte ikisinin, yani yaklaşık 85 milyon ailenin, evcil hayvan edindiğini gösteriyor. Dahası, bu faydalar arkadaşlığın ötesine geçiyor. Uzmanlar, evde evcil hayvan bulundurmanın fiziksel ve zihinsel sağlık yararları olduğunu söyledi. Evcil hayvanlar, özellikle pandemide, insanlara zihinsel ve fiziksel olarak yardımcı oluyor. COVID-19 salgını, dünya çapında birçok kişiyi yeni evcil hayvan sahipleri olmaya sevk etti. Zaten evcil hayvan sahibi olan kişileri de yeni bir tane sahiplenme doğrultusunda yöneltti.. Bu, belirsizlik, kilitlenmeler, uzaktan çalışma ve okullaşma gibi yeni zorluklarla yüzleşirken bile geçerlidir. Purdue Üniversitesi Hayvan Refahı Merkezi Profesörü Candace Croney, “Bu konuda bir dizi çalışma (Purdue Üniversitesi’ndekiler de dahil) yapılmıştır. Bu çalışmalar, insan-hayvan dostluğunun insanlara birçok fayda sağladığını göstermiştir” dedi. Croney, “En önemlileri arasında, düşük kan basıncı, kardiyovasküler sağlıkta iyileşmeler ve kardiyovasküler hastalıkların iyileşmesini gösterebiliriz. Dahası, muhtemelen köpek dostlarıyla birlikte yaptıkları yürüyüş onlara iyi geliyor. Bunun sonucu olarak da, azalan obezite seviyeleri gibi iyileşen durumdaki sonuçlara ilişkin bağlantılar var” dedi. Konuşmasının devamında, “İnsan-hayvan arkadaşlığı ve zihinsel sağlık etkileri arasındaki ilişkiler de çok derindir. Örneğin; evcil hayvan besleyen insanlar sıklıkla azalmış stres, endişe ve hatta depresyon duygularına sahiptir. Ayrıca, psikolojik stresten daha hızlı sıyrılma, azalan yalnızlık duygusu ve daha fazla sosyal destek seviyesine de sahip oluyorlar”dedi. Croney, pandemi nedeniyle evde kalma kararlarının bir sonucu olarak, hayvan dostlarıyla bağların güçlendiğini de ekledi. Croney, “Zoom ve evden yapılan diğer iş görüşmeleri sırasında evcil hayvanları görmek artık sıradan oldu. Bu da, çoğu olmasa da evcil hayvanların insanlarıyla daha fazla iletişim kurduğunu gösteriyor,” dedi. Ayrıca, “İnsanlar sık sık hayvan dostlarının kendileriyle daha fazla etkileşime girdiklerini dile getiriyorlar. Bu olumlu temasın da, oyun ve karşılıklı sevgi gösterisi başlattığını söylüyorlar.” Bu tür etkileşimlerin, oksitosin gibi sosyal bağı kolaylaştıran iyi hissetme hormonlarının salınmasıyla bağlantılı olduğunu söyledi. Yapılan çalışmalar, evcil hayvan sahipiğinin Covid-19 kısıtlamalarında oldukça faydalı olduğunu ortaya koydu. Evcil hayvanların izolasyondaki faydaları yeni değil Bu konuda yapılmış bir çalışmanın iki yazarı, insan-hayvan bağının sayısız faydalarından bahsetti. Pittsburgh Üniversitesi Sosyal Hizmet Okulu’nda Araştırma Görevlisi Mary Elizabeth Rauktis, “Evcil hayvanlar, evdeki doğal sosyal desteklerdir” diyor. “İnsanların küçük bir yüzdesi terapi hayvanıyla etkileşime girebiliyor. Yüzde 50’den fazlası ve hatta daha yaşlı yetişkinler de evcil hayvanlara sahip. Böylece evcil hayvanlar evde doğal olarak oluşan bir destek kaynağı oluyor” şeklinde konuşmasını sürdürdü. Rauktis, evcil hayvanların yaşlılara “sosyal sermaye; yani köpek gezdirmeyi veya evcil hayvanlarıyla sosyal medyayı kullanmalarını” sağladığını ifade etti. Toledo Üniversitesi’nde Sosyal Hizmet araştırmacısı Doç. Dr.Janet Hoy-Gerlach, “COVID nedeniyle sosyal izolasyondaki artış göz önüne alındığında, insan-hayvan bağının faydaları yakın insanlık tarihinin diğer dönemlerinden daha önemli olabilir” dedi. Evcil hayvan sahipliğinde dünya çapında artış Birleşik Krallık’ta yapılan bir anket, evcil hayvanlarının pandemide büyük bir rahatlık kaynağı olduğunu ve insanların pandemiyle baş etmelerine yardımcı olduğunu ortaya koydu. 5 bin 926 katılımcının 5 bin 323’ünün (yüzde 89,8) en az bir evcil hayvanı vardı. Ankete katılanların çoğu, evcil hayvanlarının, bu durumla duygusal olarak başa çıkmalarına yardımcı olduğunu belirtti. Çalışma, “hayvan sahibi olmanın, COVID-19 kısıtlamasının bazı zararlı psikolojik etkilerini hafiflettiği” sonucuna vardı. Kısıtlama sona erdiğinde ne olur? Kısıtlamalar kaldırılınca ve insanlar işe döndükten sonra, hem evcil hayvanların hem de sahiplerinin bir ayarlama yapması gerekecek. Croney, “İnsanlar iş için dönmeye başladıklarında, evcil hayvanlarıyla geçirmeleri gereken zamanın azalabileceği öngörülebilir. Pek çok evcil hayvan için bu, zor bir geçişe neden olabilir. Hatta bu durum, bazı insanlar için de zor olabilir” dedi. “Evde kalma kararları sırasında hayvanları sahiplenenler bu süreci iyi yönetmeliler. Çünkü bu hayvanların bakımları için önceden plan yapmaları özellikle önemlidir” diyerek sözlerini tamamladı. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3BUMIxB
  10. Yeni bir bilgisayar, araba fiyatında olabilir. Ve maalesef, onu eve götürdüğünüz anda da değerini büyük ölçüde kaybeder. Bu nedenle, rotanızı kullanılmış veya ikinci el bilgisayar almak için değiştirmeniz gerekebilir. Dışarıda çok büyük bir kullanılmış bilgisayar pazarı bulunuyor. Bu da, potansiyel olarak paradan tasarruf edebileceğiniz anlamına gelir. Fakat, kullanılmış veya ikinci el bilgisayar satın almadan önce birtakım yaygın tuzakların da farkında olmalısınız. Bak Ne Dicem arşivinden sizler için derledik. Peki, kullanılmış bir bilgisayar satın almadan önce bilmeniz gereken 5 şey nedir Eviniz veya ofisiniz için kullanılmış veya ikinci el bilgisayar satın almadan önce birkaç kuralı bilmenizde fayda var. Yaklaşık 3 yaşından büyük bilgisayarlardan kaçının Moore Yasası, bilgisayar endüstrisinde, bilgisayarların performansının yaklaşık iki yılda bir iki katına çıkacağını öngören bir kuraldır. Bu hala kabaca doğru. Ancak kişisel bilgisayardaki inovasyonun ortalama hızı son on yılda yavaşladı. 2017 yılında üretilmiş bir bilgisayar, 2020’deki bir bilgisayarla hemen hemen aynı görünür ve aynı performansı gösterir. Ancak almayı düşündüğünüz bilgisayar ne kadar eski olursa, bu noktada maalesef yaşını göstermeye başlar. Yani, işlemci gözle görülür şekilde ağırlaşacak, bilgisayar modern mobil cihazlar için USB-C bağlantılarından yoksun olacak ve stok sabit disk boyutu de inanılmaz seviyelere küçülecektir. Sonuç olarak, yaklaşık üç yıldan daha eski bilgisayarların daha erken bir zamanda değiştirilmesi gerekecektir. Bu da onları sizin için kötü bir yatırım haline getiriyor. Teknik özelliklere bir göz atın Birkaç yıllık bir bilgisayar alıyorsanız, özellikle de bilgisayar konusunda güncel değilseniz, bilgisayarınızı iyi bir değere alıp almadığınızı bilmek zor olabilir. Her şeyden önce, sabit disk sürücüleri (HDD’ler) olan bilgisayarlardan kaçının. Bilgisayarın yaşı ne olursa olsun kesinlikle zorunlu bir katı hal sürücüsü (SSD) düşünün. Ayrıca bu da en az 128 GB olmalıdır. Çünkü, bazı eski dizüstü bilgisayarlarda 64 GB SSD’ler bulunur. Bu boyutta bir hard disk çok da işinize yaramaz. İşlemciye gelince, 7. nesil veya daha yeni bir Intel Core işlemci arayışında olun. 7. nesilden daha eski bir sürümdeki işlemci daha yavaş çalışacaktır. Full HD IPS ekranları da tercih etmelisiniz. TN ekranlar donuk ve soluk görünecektir. Ayrıca, 1920×1080’den daha düşük çözünürlüklere sahip ekranlar, size çalışmanız için yeterli ekran alanı sağlamayacaktır. Dizüstü bilgisayarın pilini kontrol edin Bir dizüstü bilgisayardaki en kritik bileşen pildir. Bu nedenle, eskimiş (ve arızalı) bir pil, kişilerin eski dizüstü bilgisayarını satmasının en yaygın nedenidir. Satın aldığınız cihaz kullanılmış ise, pili hemen test edin. Peki bunu nasıl yapacağız? Tam olarak şarj edebileceğinizden emin olun ve ardından dizüstü bilgisayarınızı pili bitene kadar çalıştırın. Hatta bu testi vaktiniz varsa, ikinci kez de tekrarlayın. Pilin kabul edilebilir bir şarj kapasitesine sahip olmadığını fark ederseniz, pili ucuza değiştiremediğiniz sürece cihazınızı iade etmeniz en mantıklı seçenek olacaktır. Çünkü, eski bir dizüstü bilgisayar için yedek pil almanın zor olabileceğini asla unutmayın. Bilgisayarı kullanmaya başlamadan önce sabit sürücüyü silin Kullanılmış bir bilgisayarın sabit diskine ne kadar güvenebilirsiniz? Cevabınızı duyar gibiyiz; Hiç. Silinmiş ve kullanıma hazır gibi görünse bile, kötü amaçlı bir yazılım yüklenmiş olabilir. Bu nedenle, kullanılmış veya hatta yenilenmiş bir bilgisayarı kullanmaya başlamadan önce sabit sürücüyü kendiniz silmeniz iyi bir fikirdir. Yenilenmiş bilgisayarlara sadık kalın Apple, Dell, HP gibi şirketlerin websitelerinde hem “kullanılmış” hem de “yenilenmiş” olarak faturalandırılan bilgisayarları bulabilirsiniz. Yenilenmiş bir dizüstü bilgisayar veya masaüstü bilgisayar, çalıştığından emin olmak için incelenmiştir. Bir garantiyle birlikte gelir ve çoğu zaman yıpranmış parçalar değiştirilerek yeni gibi bir duruma döndürülür. Bu, özellikle yeni bir pilin takılması gereken bir dizüstü bilgisayar için önemlidir. Kullanılmış bir bilgisayar, genellikle olduğu gibi satılır ve bir garantisi de yoktur. Yenilenmiş bir bilgisayar satın alırken genellikle daha güvenli olsanız da, kullanılmış bir bilgisayar, herhangi bir sorun yaşanması durumunda iade söz konusu olduğu sürece uygun olabilir. Sonuç olarak; ister yenilenmiş ister ikinci el bir bilgisayar satın almış olun, satın aldıktan sonra hızlı ve kapsamlı bir şekilde test ettiğinizden emin olmanız sonradan herhangi bir mağduriyet yaşamamak için oldukça önemli. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3hHk2kX
  11. Çay ve kahve, dünya çapında en çok tüketilen 2 içecektir. Bazı insanlar çayı tercih ederken, bazıları için kahve her zaman olmazsa olmazdır. Dolayısıyla, “çay mı kahve mi” sorusu, arama motorlarında sıkça aranan sorulardan biridir. Bu yüzden de, sizler için cevaplamaya çalıştık. Bu yüzden de, Bak Ne Dicem arşivinden, çay mı kahve mi daha fayda sağlıyor veya kahvenin neden daha iyi bir alternatif gibi soruların yanıtlarını derledik. Konu içeriğinde faydalarını ve nedenlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz. 1) Kahve daha iyi egzersiz yapmanıza yardımcı olur. Uyanmayı ve sabah enerjisi için günlük egzersizinizi yapmayı seviyorsanız, kahve sizin için doğru seçim olabilir. Kahvenin içinde çaydan daha fazla kafein olduğu gerçeği göz önüne alındığında, kahve fiziksel performansınızı artırabilir ve egzersizden kaynaklanan yorgunluğu azaltabilir. 2) Kahve konsantre olmanıza yardımcı olacaktır. Bir sınava çalışırken konsantre olmaya mı ihtiyacınız var? Yoksa, ciddi bir odaklanma gerektiren bir faaliyete mi katılıyorsunuz? Bu durumda kahve sizin yardımcınız olabilir! İçeceğin daha fazla miktarda kafein içermesi nedeniyle, örneğin gece saatlerinde tetikte olmanıza ve performans gerektiren aktiviteler gerçekleştirmenize yardımcı olacaktır. Kahve ayrıca yaptığınız işe odaklı kalmanıza ve uyanık kalmanıza yardımcı olur. 3) Kahve size hızlı bir destek verecektir. Çay, kafein ve L-theanine içeren bir içecektir. Theanine, kafein beynimizdeki adenosin reseptörleri ile etkileşime girdiği ve bu yorgunluk hissini azalttığı için rahatlamanıza yardımcı olacaktır. Kandaki kafeinin daha yüksek konsantrasyonlarının, içtikten sadece 15 dakika sonra ortaya çıkabileceği düşünüldüğünde, neden kahvenin anında enerji veren tek içecek olduğu anlaşılıyor. 4) Kahve kilo vermenize yardımcı olabilir. Özellikle erkeklerde kahve tüketiminin daha düşük yağ seviyeleri ile bağlantılı olduğunu öne süren çalışmalar bulunuyor. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar da aynı sonucu gösterdi. Bir başka ilginç çalışma, klorojenik asidin vücut ağırlığını azaltmak için güçlü bir madde olduğunu gösteriyor. Bu da, kahvenin daha ince bir vücut umuduyla hareket edenler için ilginç bir seçim olduğunu doğruluyor. 5) Kahve şeker hastalığına yakalanma olasılığını azaltabilir. Bir çalışma, kafeinin şeker hastalığına yakalanma şansını azaltacağını gösterdi. Günde sadece 3 fincan kahve, hastalık riskinin % 42 azalmasına neden olacaktır ki bu oldukça ilginç bir sonuçtur. Başka bir çalışmada ise, kafeinli kahve, Tip 2 diyabet görülme ihtimalinin azalması yönünde bir etki gösterdi. Kafanız biraz karışmış olabilir… Çay seviyorsanız, günlük rutininize biraz kahve eklemeyi düşünebilirsiniz. Endişeye kapıldıysanız, buna asla gerek yok. Çayın da sayısız faydası bulunmaktadır! Her iki durumda da, bizim için hangisinin en iyisi olduğunu düşünmek zor. Konu hakkında profesyonel bir görüşe sahip olmak tabii ki her zaman iyidir. Bu durumda, bir beslenme uzmanı veya doktor size bu içeceklerle ilgili faydalı ipuçları verebilir. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3FNks11
  12. Araştırmacılar, kadınların erkeklerden daha yüksek oda sıcaklığı değerlerini tercih ettiklerini keşfettiler. Bununla birlikte, belki de kişisel seçimlerimizle ilgili daha az olmalı. Bizim veya aile üyelerimizin katıldığı aktiviteye bağlı olarak, her oda için ideal sıcaklığı akılda tutmak daha iyidir. Bak Ne Dicem arşivinden 7 farklı durum için gerekli ideal oda sıcaklığı değerlerini derledik. 1) Uyumak için ideal oda sıcaklığı ne olmalı? Uyku ve dinlenmek için uygun sıcaklık önemlidir Vücudunuzun iyi işlev görmesi için uyku çok önemlidir. Bunda da, oda sıcaklığı önemli bir rol oynar. Biz uyurken vücut ısımız doğal olarak azalır ve bu nedenle odanızın ideal sıcaklığı 15ºC ile 19ºC arasında olmalıdır. 2) Egzersiz yapmak için ideal sıcaklık ne olmalı? Egzersiz yapmanın sağlık için önemi büyüktür. Beynimiz, egzersiz yaptığımız anları sever. Daha uyarılmış, uyanık ve odaklanmış olmanıza yardımcı olur. Egzersiz sıcaklığı tercihleri kişiden kişiye değişir. Ancak, çoğu insan iç mekanda 20ºC ila 22ºC arasında ılımlı bir sıcaklıkta egzersiz yaptıklarında en iyi performanslarını sergilediklerini hissederler. 3) Ders çalışmak için ideal sıcaklık ne olmalı? Verimlilik önemlidir. Bu pozitif özellik, iyi çalışma becerileri, özgüveninizin, yeterliliğinizin ve öz saygınızın artmasına yardımcı olabilir. Daha yüksek sıcaklıkların, sizin yorgun ve uykulu hissetmenize sebep olması muhtemeldir. Bu nedenle, ders çalışırken ve üretken iken odanızı 21ºC ile 25ºC arasında bir yerde tutmanız gerekiyor. 4)Bebekler için ideal oda sıcaklığı ne olmalı? Bebekler bize nasıl hissettiklerini söyleyemedikleri için, rahat bir sıcaklıkta olduklarından emin olmak çok önemlidir. Yani, ne çok sıcak ne de çok soğuk. Odayı 20°C ve 22°C arasında ılık ve rahat tutmaya çalışın. 5) Evcil hayvanlar için ideal sıcaklık ne olmalı? Evcil hayvanlarınız için ideal sıcaklık, cins, boyut ve sağlık koşulları gibi çeşitli faktörlere bağlıdır. Daha küçük evcil hayvanlar daha hızlı üşümeye meyillidir. Daha büyük olanlar ise daha uzun süre sıcak kalabilir. Evden çıkmadan önce, sıcaklığın evcil hayvanlarımız için uygun olduğundan emin olmak iyi bir fikirdir. Yaz aylarında, sıcaklığı 26ºC ila 27ºC arasında bir değere ayarlamayın. Kış için, 20ºC ila 22ºC iyi bir aralıktır. 6) Çalışmak için ideal oda sıcaklığı ne olmalı? Ofis sıcaklığı çalışmak için uygun olmalı. Ortalama bir insan, yaşamı boyunca yaklaşık 90 bin saatini iş yerinde geçirir. 2015 yılında yapılan bir anket, ofis çalışanlarının yüzde 42’sinin ortamlarının yaz aylarında çok sıcak olduğunu ve diğer yüzde 56’sının ise ofislerinin kışın çok soğuk olduğunu söylediğini ortaya koydu. Hem erkekler hem de kadınlar için en uygun sıcaklık 24ºC gibi görünmektedir. Bu nedenle, ofis termostatına bir göz atmanızda fayda var. 7) Yaşlılar için ideal sıcaklık ne olmalı? Yaşlılar için aşırı sıcaklıklar sorun oluşturabilir. Vücut ısılarını düzenlemekte sorun yaşayabilecekleri için, çok sıcak veya çok soğuk bir odada çok fazla zaman geçirmeleri halinde, bunun sağlıklarına olumsuz yönde yansıması muhtemeldir. Termostatı 20ºC ila 23ºC arasında güvenli bir sıcaklığa ayarlamak en iyisidir. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3YFFvv9
  13. Felsefe tarihini okumak, insanın kendini okuması, belki de kendine yer bulma uğraşısıdır. Yoksa kendinden uzak bir dünyanın varlıklarını tanımak ya da tanımaya çalışmak anlamsızdır. Farklı coğrafyalardaki insanlarının sorduğu sorular ve aradığı cevaplar, bizden asla bigâne değildir. Dertleriyle dertlenmek yada dertlerimize ortak bulmak açısından felsefe tarihi okumak anlamlıdır. Ne varki, felsefe tarihi okumak felsefe yapmak anlamına gelmez. Bu yüzden felsefe okuyan çok. Ama felsefe yapan azdır. Felsefe yapmak, geçmişteki insanların sorulara verdiği cevapları yorumlamak değil, o soruları soru edinmek ve kendin­ce bir cevap aramaktır. Felsefe tarihini okumak, kendimizi okumak; felsefe yapmak, kendimizi tanımaktır, demiştik. Kendimize bakmadan felsefe tarihini okumak, kişiye kendini değil, başkalarını tanımaya, o da öylesine tanımaya imkan verir. Halbuki başkalarını tanımak, kendini tanımak değildir. Çünkü başkalarını okumak, başkalarını tanımayı da öyle zannedildiği gibi sağlamaz, hele kendisini tanımayı hiç değil. Buna karşın, kendimizi tanıma gayreti, başkalarını tanımayı sağlar. Hatta o başkaları dediğimizin gerçekte bizden ya da bizler olduğumuzu anlamamıza vesile olur. Böylelikle bütüncül bir bakış açısını yakalamış oluruz. Aksi takdirde felsefe tarihini okumak, retorik bir düzlemden öteye gitmeyecektir. Tabi ki Felsefe Tarihi'ni okumadan da, felsefe yapıla bilinir. Bu okumalar, felsefe yapmak isteyen kişilerin yalnız olmadığı noktasında bir heyecan verirken, bu kişilerin zihnindeki muammaların ve kafasındaki soruların cevaplarını bulmada yardımcı olur. Bir ortaklık ve bir paylaşımdır felsefe tarihi okumaları. Her bilenin üstünde bir bilen vardır ve her bilgi, bilinmeyene açılan yeni bir kapıdır. Tarihteki bir filozofun getirdiği bir önerme, bir örnekleme, bir soru ya da kavram, bizlerde yepyeni ufuklar açabilir. O'nun sorusu, bizde cevap olarak yankılanabilir. Tarihteki bir önerme bizde bir öğreti olarak karşılık bulabilir. Bir kelime, bir paradigmaya dönüşebilir. "Hiç kimse tek başına bir ada değildir". Kişinin tarihten, aileden, sosyal çevreden ve tabiattan devşirdiği onca şeyler vardır. İsmini bilelim, bilmeyelim, bizdeki bir yaklaşım, köklerini tarihin derinliklerinde var etmiştir. Bu, kimilerin de zannettiği gibi, "gök kubbe altında söylenecek bir şeyin kalmadığına yorulmamalıdır. Çünkü esas olan devinimdir, oluştur. Bitmiş olan bir şey yoktur. Benzeşmek, aynilik değildir. Hayat ve insanlar var oldukça daha söylenecek çok şey vardır kuşkusuz. Çünkü "Yaratılış devamlıdır", "tecellide tekrar yoktur" ve insan her dem kendini yaşamaktadır, üstelik yeniden. İnsandan insana olduğu gibi, bir insanın bir ömrü hatta bir günü içerisindeki tasavvurlar dahi farklıdır. Ve bu farklılık, zannedilenin aksine olumludur. Benzerlik, aynı hamurdan olan insanların aynı konuya duydukları il­gidendir. Bizi kendimiz yapan farklılıklarımızda ve bunlar ayrıntılarda gizlidir. Bunu ancak, bakmayı bilenler görebilirler. Hiç benzeşme olmasa, zerre kadar uyuşma bulunmazdı. Hiç farklılık olmasa, varlık ve oluşta anlam kalmazdı. Varlığın oluş halinde bulunması, varoluşun sürekli olmasını ve varolanların bir iletişim, bundan müstenit bir etkileşim içinde bulunmalarını gerektirmektedir. Aynı şekilde düşünceyi salt kendindeki gibi sınırlamak ve düşünme biçimini sadece kendi şekliyle görmek, varlığı ve oluşu, kendinden başkasına hasretmemektir. Unutulmamalıdır ki, nasıl sayısız insanlar varsa, o denli dünya görüşleri ve düşünme biçimleri vardır. Felsefe Tarihi ile ilgili eserler, dilimizde çok da yaygın değildir, var olanlar da en çok 19. yüzyıl felsefesini kapsar. 20. yüzyıl felsefesini günümüze kadar içeren kuşatıcı bir felsefe tarihi şu ana kadar ya yoktur ya da yetersizdir. Felsefî eserlerin nispeten çokluğuna karşın, felsefî düşünce serüveni, kişiler ya da akımlar baz alınarak pek yapılmamaktadır. Mevcut Felsefe Tarihi eserleri, ya dönemliktir. İlk Çağ Felsefesi gibi ya belirli bir coğrafyayı ele almaktadır. Hint Felsefesi gibi ya da bir düşünce atmosferi etrafında belirmektedir. İslam Felsefesi gibi. Kimileri Felsefe Tarihi denince, sadece Antik Yunan'dan başlayan Batı düşüncesini düşünmektedir. Hint, İran ve Çin düşüncesi belki de daha da önceden Sümer mitolojisi ile birlikte Orta Çağ Felsefesi içerisinde İslam Felsefesi yok gibidir. Sanki bu düşünceler, ortak konulara değinmemiştir ve sanki bu dü­şünürler birbirlerini hiç tanımamışlardır. Bu ideolojik gibi görünen tarihi oku­ma biçimleri, her birinin kendi izinde özgün oldukları, başkasından etkilenmedikleri ancak başkalarını mutlaka etkiledikleri anlayışından kaynaklanmaktadır. Halbuki yukarıda da değindiğimiz gibi, Valery'nin ifadesiyle "soylu akrabalık" bu tür etkileşimlerden doğar. Bundan korkanlar, bu soylu akrabalığa kendini layık görmeyenlerdir. Kimilerince de Felsefe Tarihi, sadece coğrafi alanda değil, ilgi noktasında da daraltılmış bir alan çağrıştırmaktadır. Felsefe Tarihi içinde bir din, bir sosyoloji, bir ekonomi, sanat ya da bilim bulunmaması bu yüzdendir. Sanılır ki, felsefeciden bilim adamı olmaz ya da bir dindar aynı zamanda bir filozof olamaz. Modernizmin parçalayıcı ve indirgeyici anlayışından doğan bu yaklaşım, insanları ve buna bağlı olarak farklı ilgi ve disiplinleri kategorize ederek aralarındaki ilişkileri kopartır. Halbuki Felsefe Tarihi, teknik olarak aynı zamanda bir din, bilim ve sanat tarihidir. Çünkü bu dört eğilim, insanın kendisini tanımasına ve hayatına yön vermesine etken olan en önemli girişimlerdir. Felsefeye olan yanlış ve yanlı bakış açıları, felsefe tarihini de problemli bir alan hale getirmiştir. Biz, bütün bu problemleri kısmen de olsa çözen; ama tamamıyla gören bir çalışma yaptık. Az sayıda olan Felsefe Tarihi eserlerinin yanında sayısal anlamda artı bir fazlalık olmaktan çok, eserin, yöntemi ve içeriği açısından önemli bir rol oynayacağı kanaatindeyiz. Felsefe Tarihini Antik Yunan'dan başlatmamıza karşın, Hint, Çin ve İran düşüncelerine, düşünürlerine ve eserlerine yer verirken; İslam Felsefesinin etkisinden ve bu felsefenin önemli isimlerinden de bahsettik. Ayrıca Felsefe Tarihini, halen yaşayan filozoflara değin sürdürmüştür. Belki de liste başı yapılabilecek diğer bir husus da, Felsefe Tarihini incelerken sosyolog, ekonomist ve bilim adamlarından önemli isim, eser ve doktrinleri de ele almış olmasıdır. Önemli filozoflardan kimilerine hiç değinmemesi Bergson gibi ve sanatçılardan kimseye felsefî anlamda yer vermemesi bir eksiklik olarak görülebilir. Ancak önemli bir boşluğu dolduracağı ve bu tür eserlerin yayınlanmasına bir ivme katacağı kuşkusuzdur.
  14. Önce “Bilgi” kavramıyla neyi kast ettiğimi net bir şekilde belirteyim. Bir şakul düşünün. Bildiğiniz gibi, şakul hep yerin merkezine doğru yönelir. Peki yerin merkezi ne demek? Şu demek: Gravite veya yer çekimi denilen güç sistemi vardır; ve bu güç sistemiyle tüm maddeler birbirlerini kütleleriyle doğru orantılı, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olacak şekilde (f=m1 x m2/r2) çekerler! Dünyamızdaki tüm maddeler birbirlerine yapışarak bir küre şeklinde kümeleştikleri için, dünyamızdaki tüm maddelerin toplamının oluşturduğu (yaklaşık 6.1021 tonluk) toplam bir çekim gücü oluşur ve yeryüzündeki bir madde için, bu toplam çekim gücü, yerin merkezindeymiş gibi bir bileşke oluşturur. Bu nedenle, elimizden düşen her nesne, bu merkezi çekim kuvvetini algılayarak, yerin merkezine doğru düşerler. Şakul de aynen öyle. Yeryüzü düz değildir. Yüksek dağların olduğu bölgeler vardır; derin göllerin veya denizlerin olduğu bölgeler vardır. İşte ilginç nokta burada başlar: Bir şakul, düz bir ovada iken tam yerin merkezine doğru yönelirken, yüksek bir dağın dibine geldiğinde, tam yerin merkezine yönelmeyip, biraz dağa doğru eğilerek yönelir, çünkü dağın kütlesi küçümsenecek bir şey değildir ve gözle görülebilir derecede bir sapma etkisi yapar. Yani elimizden bırakılan bir taş, dağın kütlesini de yukarıdaki formüle göre ekstradan hesaplayıp, oluşan sonuca göre bir açıyla "düşer"! Peki bir taş veya demir parçası, yakındaki bir dağda kaç ton malzeme olduğunu, aralarında kaç metre mesafe olduğunu nasıl bu kadar hassas olarak saptayıp da ona göre düşüyor? Aynı durum denizlerdeki gel-git olayında da ortaya çıkar. Ayın dünya etrafında dönmesine uygun olarak, denizlerdeki sular, ayın bulunduğu tarafa doğru kayarak, dünyanın o tarafında yükselip "gel" olayını başlatırken, doğal olarak, dünyanın Ay'a uzak tarafındaki denizlerdeki su seviyesi düşer ve "git" olayı oluşur. Hele Güneş ve Ay aynı hizaya gelip, çekim kuvvetleri bir-birlerine eklenince, bu "gel-git" oranı daha da artar. Denizlerdeki su zerrecikleri, ayın veya güneşin ne kadar kütlesi olduğunu, ne kadar uzakta olduklarını nasıl biliyorlar ve yukarıdaki formüle yerleştirerek (bizlerin karmaşık matematiksel işlemlerle zar-zor yapabildiğimiz dereceden çok daha) hassas olarak bu karmaşık hesaplamaları yapıp, ona göre kendilerine bir yön belirliyorlar? Akılları bu işlere yetmeyenler hemen kestirmeden gidip, "Bu Allah'ın işidir" veya "Bu doğanın bir işidir" deyip, işin içinden çıkarlar. Ama asıl sorun işte bu ya: "Allah (veya doğa) olayları nasıl etkileyip-yönlendiriyor? Allah'ı (veya doğayı) nasıl anlayıp-yorumlamalıyız?" Doğa ve dünyanın sürekli değişim-dönüşüm içinde olması sonucu ortaya çıkan “değişim-dönüşümler” göstergesine zaman denir; yani zaman her şeyde var olan bir sürekli-değişim-dönüşümlülüğün sonucudur. Bizim yaşadığımız evrensel sistem sürekli bir genişleme içinde olduğundan, fizik ilkeleri gereği, enerji ve momentin evrensel ölçekte sabit tutulması gerekliliği karşısında, tüm varlıklar, enerji yoğunluğu gittikçe azalan ortamlarda yaşamak (veya bulunmak) durumuyla karşı karşıyadırlar. Bu durumda, tüm varlıklar, sürekli değişim-dönüşüm içindeki bu sisteme uyum sağlayabilmek için, çevrelerindeki değişim-dönüşümleri algılayıp, yapılarında da bunlara uygun değişim-dönüşümlere giderler. Her hangi bir şeyin yapılabilmesi, “bilgi” ile olası olduğundan, her varlık, belli bir “bilgi” oluşturur ve bu bilgiye göre davranır. Bilgi, var olan şeyleri ve bunlara ait özellikleri gözlemleyip, bu şeylerden ve özelliklerinden yararlanarak daha ekonomik bir yapısallaşmaya gitmektir. Bu temel tanımdan sonra, “bilgi” dediğimiz şeyin nasıl oluşturulduğunu inceleyelim. Bilgiler Nasıl Oluşur? 15-20 bin yıl öncelerinde yaşayan insanları düşünün; henüz hala mağaralarda yaşıyor. Ama dünyanın her yerinde barınacak mağara yok, bol besin bulunan düz yerlerde yaşamanın bir çaresini arıyorlar. Kafalarındaki mevcut bilgilere göre bulabildikleri çözüm, toprağı kazıp bir çukur oluşturmak ve bu çukurun üzerini, öldürdükleri hayvan derileriyle örtmek. Pek ideal değil ama, yine de bir çözüm. Ama sürekli daha iyi bir çözüm arayışı içindeler. Zamanla çamurun kurutulmasıyla kerpiç gibi sert bir malzeme üretmeyi başarırlar ve bu şekilde, ağaçlardan elde ettikleri parçalardan da yararlanarak, kerpiç evler yapılmaya başlanır. Şimdi bu yeni bilgilerin o insanların beyninde nasıl oluştuklarını günümüz nöro-fizyolojik bilgilerine göre tasarlamaya çalışalım. Çevresini gözlemleyen bir insanın gözleri ağaçları görür; ağaç, beyindeki hücrelerce şöyle bir görüntüyü simgeleyen biyo-fiziko-kimyasal bir sinyale dönüştürülür. Beyindeki hücrelerce bu sinyal oluşturulduğunda, “ağaç” hatırlanır veya düşünülmüş olur. Ağacın parçalarına ayrılması ile oluşan tahta veya kalas gibi kısımlar da yine benzer şekilde sinyallere dönüştürülerek beyindeki bilgi deposuna yüklenirler. Benzer şekilde, doğada gözlenen tüm nesneler (toprak, su, taş, taşın parçaları olan mineraller, bitki ve hayvan türleri, vs.) birer sinyal olarak beyinde depolanırlar ve gereksinim duyulduğunda hatırlanıp, işleme konulurlar. Toprağın suyla karıştırılmasından oluşan ve istenilen formda kurutulduğunda kerpiç gibi sert bir yapı taşına dönüşen nesne “kerpiç” olarak ayrı bir kavram, ayrı bir madde olarak depolanır. Kerpiç ve ağaç parçalarının kombinasyonundan oluşan “ev” kavramı ayrı bir sinyal olarak depolanır. Beyindeki hücreler, gece-gündüz sürekli beyindeki bu bilgileri kullanarak doğa ve dünyadaki değişim-dönüşümlere karşı yeni çözümler oluşturma çabasındadırlar. Bunun için geceleri rüyalar şeklinde senaryolar oluşturulurken, gündüzleri somut deneyler, ve tasarımlar yapılır. Kerpiç, ev, tahta gibi kavramlar sadece bu nesneleri gözlemleyip, bunları tanımlayıcı sinyaller oluşturabilen hücre-şirketleri (örn. insan) için vardırlar. Yani bu tür kavramlar hücreler arası bağlantılar ve etkileşimlerle oluşturulurlar. Tek bir hücre için kerpiç veya ağaç gibi kavramlar yoktur. Tek bir hücre için, başka hücreler ve onların yaptıkları vardır; her gün karşı-karşıya oldukları, şeker, su, her türlü mineral, her türlü protein, amino-asit, tüm kimyasal elementler, vs. gibi mikro ölçekli varlıklar ve bu varlıkları simgeleyen sinyaller onların bilgi-depolarında vardır. Dolayısıyla, yiyip-içtiğimiz her türlü besin, hücrelerimiz tarafından bu mikro-boyutlu parçalarına ayrılarak tek tek algılanıp, gerekli analiz ve sentezler yapılır ve sindirim denilen işlem gerçekleşir! Anlaşılacağı üzere, hücrenin ufku küçüktür; hücreler-şirketinin (insanın veya başka bir hayvanın) ufku genişlemiştir. Görüldüğü üzere, biz insanların gerçekleştirdiği tüm eylemler, gerçekte beden içindeki hücrelerce yapılıyor. Bizler sadece onların belli işlemleri gerçekleştirebilmek için oluşturdukları birer aygıtız. Bedenlerimizin tasarımcıları da, tamircileri de hücrelerimizdir. Kısacası, bedenimiz ve canımız tamamen onlarındır. Bir yerimiz yaralandığında, yarayı onlar kapatmaya başlarlar; bedenimize bir zararlı mikrop girdiğinde, o zararlı mikropla savaşacak “askerleri” de onlar yetiştirirler, oluşacak “ordunun sayısını” da onlar ayarlarlar; deniz kenarındaki evimizden kalkıp, 2-3 bin metrelik bir yaylada yaşamaya başladığımızda, o yükseklikte oksijen oranını azaldığını algılayıp, bu az yoğunluktaki oksijenden gerektiği kadarını taşımak için gerekli oksijen taşıyıcı (alyuvar) sayısını artıran da yine hücrelerimizdir; uzayda bir uydu içinde yaşamaya başlayan bir bedende, gravite kuvvetinin azalması nedeniyle, her zıplayışta 3-5 m. yükselip, kafası tavana çarpan insanlarda, gravite kuvvetinin azaldığını algılayıp, bu kadar yükselmeyi gerektirecek kas hücrelerine gerek olmadığı kararını alan ve fazla kas hücrelerinin intihar etmelerini sağlayanlar da yine hücrelerimizin taa kendileridir!!! Bir darbeyle beynimizdeki hücreler arası bağlantıların hasar görmesi durumunda, bilincimiz kaybolur; soğukta donmaya başladığımızda, tüm hareket yeteneklerimizin yavaş yavaş kaybolması, en sonunda düşünce bile üretemez duruma gelip, tüm bilincimizi ve hareketliliğimizi kaybetmemiz de hücreler arası bağlantıların donmasının bir sonucudur. Beynimizde bir tümör (ur) büyür ve bu ur çevresine baskı yapıp, hücreler arası bağlantıları zedelerse, bağlantıları zedelenen hücrelerin kontrolünde olan organlarımız felç olmuş olurlar. Sindirim sistemindeki hücreler boş kaldıklarında, şirket merkezine sinyal gönderince, beden yemek peşinde koşmaya başlar; seks organlarındaki hücrelerde üretilen ve depolanan "nesli devam ettirme bilgisi" sinyalleri şirket merkezine ulaşınca, "mart kedisi" gibi dolaşmaya başlanır; vs. Sözün kısası, biz insanlar, tamamen hücrelerimizin güdümünde birer vasıtayız! Bilgi Oluşumuyla Örgütlenme Arası İlişki Şimdi bu "bilgi" dediğimiz kavramın nasıl bir şey olduğuna bakalım. Malum, doğa ve dünya sürekli değişim içinde olduğuna (yani zaman denilen olgu ortadan kaldırılamadığına) göre, bu "bilgi" olgusunun bu değişimlerle ilişkisi nasıl? Bakınız, günümüzde sivil-toplum örgütleri denilen gruplaşmalar ortaya çıkmakta ve insanlar “tepeden bir otoriteden (liderden, vs.)” emir almadan, tamamen kendi kişisel iç dürtüleriyle bir araya gelip, toplumsal hayat sistemlerinin rayına oturtulması için neler yapılması gerekliliği konusunda çözümler ortaya koymaya çalışıyorlar; yani “bilgi oluşturuyorlar” Hücrelerimiz de bizlerin bedenleri olan “hücre-şirketlerini” aynen böyle oluşturmuşlardır; ve doğadaki bu şekilde, içten dışa doğru gelişen, küçüklerin-büyükleri oluşturma sistemine “sinerjetik sistem” denilmektedir. Bu sistemin fiziksel ve matematiksel temelleri synergetic-fizik dalında “information & self-organization” olarak ortaya konulmuştur. “Bilgi”siz hiçbir yapılamamakta, oluşturulamamaktadır, çünkü, bilgi varlıkları birleştiren “bağlayıcı” unsurdur. "Bilgi"nin öğeleri yönlendirici kuvvet oluşturmasını bir örnekle gösterelim: "Şu (...) meşhur kişi pazar günü saat 14de Trabzon-Atapark'da olacak." şeklinde bir bilgi yayıldığını düşünelim. Kafasında o kişi hakkında bir bilgi bulunan ve o kişiye güvenen tüm insanlar o gün o saatte, o meydanda toplanmaya başlar! Maddelerin bir araya gelerek çeşitli bileşikler, çeşitli kümeleşmeler oluşturulması da aynen böyle olmaktadır. Bilgiyi ortaya atan kişi dünyanın bir ucunda, öğelerin birleşmesi ise dünyanın öteki ucundaki bir noktada olabilir! İşte bu durum, atom-altı-parçacıkların "nonlocality" özelliğinden kaynaklanır. Her öğe kendine has bir "bilgi" ile donatılmıştır ve bu bilgi, o maddeye has bir elektro-manyetik dalga olarak ondan çevresine yayılır. Maddenin en temel parçacıkları simetrik yapıdadırlar ve karşılıklı olarak birbirlerini tamamlarlar; yani aralarında alıcı-verici, amaç-hedef ilişkisi vardır. Onlardaki bu temel özellik, onların entegrasyonundan oluşan tüm daha büyük öğeler için de geçerlidir ve bu şekilde proton-elktron, anyon-katyon, erkek-dişi gibi tüm sistemler arasında sinyal alış-verişleri gerçekleşmeye başlar ve tüm maddeler birbirleriyle belli bir oranda karşılıklı olarak etkileşirler. Aynı tür bilgi-dalgaları, o tür bilgi-çipine sahip tüm öğelerde aynı anda aynı etkiyi yapar ve öğeler ortak davranışa girerler. Fizikçilerin "bosons" dedikleri kuvvet iletici öğeler de aynen böyle tanımlanmaktadırlar. Bilginin “bağlayıcılık-birleştiricilik” işlevinin sağlanabilmesi, bileşenlerin hepsinde aynı türde bilginin yerleşik olmasına bağlıdır; yoksa öğeler birbirlerine yapışamazlar. Aynı türde olan canlıların birbirleriyle eşleşip, yeni bir canlı ortaya koyabildikleri; ama farklı tür veya cinslere ait canlıların döllenmelerinin ise asla yeni bir canlı oluşumuna olanak sağlayamadıkları olgusu, bileşenlerdeki bilgilerin birbirleriyle uyumlu olmamasındandır. Dolayısıyla, insanlar karşılıklı olarak birbirleriyle anlaşıp-uzlaşıp doğru bir toplumsal sistem oluşturamıyorlarsa, bunun iki nedeni vardır: 1- Bilgiler birbirinden farklıdır; 2- Bilgiler doğal sisteme uygun değildir, yani negatif-bilgi söz konusudur. İnsanlar arası ilişkilerde her iki neden de maalesef söz konusudur. “Negatif-bilgi” kavramı biraz sonra açıklanacaktır. İki farklı Bilgi Sistemi Oluşumu ve Aktarımı Vardır! Dünyaya yeni gelen bir çocuğun beynindeki bilgi depolayıcı hücreler, henüz birbirleriyle bağlantı oluşturmamışlardır. Bu nedenle yeni doğan bir çocukta henüz bilgi ve bilinç oluşmamıştır. Duyu organlarından gelen verilere göre, ilgili sinir hücreleri bir-birleriyle, zaman içinde gerekli bağlantıları yaparak, söz konusu bilgiyi betimleyecek gerekli sinyal ardışımlarını oluşturmaya başlarlar ve bu şekilde çocuk büyüdükçe, çevresiyle etkileştikçe, bilgi ve bilinç-sistemi de o oranda artmaya başlar. Bir insanın oluşum ve gelişimini, düşünce ve davranışlarını etkileyen "bilgiler" iki ayrı kategoride bulunur. Birincisi Kalıtsal Bilgiler olup, hücrelerin içlerindeki genlerde depolanırlar. Bu kalıtsal bilgilere göre bedenin genel çatısı ve işleyişi oluşturulur ve çocuk dünyaya gelir. Hemen çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte, şekilde gösterilen sarı hattın üstündeki 2 nolu beyin bölgesi büyümeye başlar ve bu büyüyen bölgedeki sinir hücreleri kendi aralarında örgütlenmeye başlayarak, duyu organlarından gelen verileri işleyecek ve yorumlayacak, yaşanılan ortama uygun bir işletim sistemi bilgileri oluşturmaya başlarlar. Eğitsel Bilgiler! Bu bilgiler sonradan büyüyen, beynin 2 nolu bölgesindeki hücreler arası örgütlenmelerde depolanırlar ve tamamen duyu organlarında gelen verilere uygun olurlar! İşte bu nedenle, eğitim çok çok önemlidir, ne ekersek onu biçmek zorunda kalırız. (Hücreler, değişim-dönüşüm içindeki bir doğa ve dünya içinde oluşup-geliştiklerinden, oluşturacakları bedenlerin çevreye uyumunu kolaylaştırmak için, dış ortam verilerini işleyecek örgütlenme işlemini, dışarıdan aktarılacak verilere göre, sonradan yapmaktadırlar! Bu nedenden dolayıdır ki, bir karınca, yumurtadan çıktığı anda algıladığı ilk kokuyu, ait olduğu kolonininki olarak kabul eder; bir ördek, yumurtadan çıktığı anda gördüğü ilk hareket eden canlıyı en-yakını kabul eder; örn. o canlı bir insansa, o insanın peşinden asla ayrılmaz! Yani, dünyaya yeni gelen bir canlıya, nelerin kendisi için iyi, nelerin kötü olacağı bilgileri önceden verilmemiştir, çünkü doğa ve dünya sürekli bir değişim ve dönüşüm içindedir.) İnsanlarda da bu özellik aynen vardır ve çocuklarımızın düşünce ve davranışları, çocukluk evresinde onlara aktarılan ilk bilgilerle denetlenirler!) İnsanlarda da bu özellik aynen vardır ve insanların düşünce ve davranışları, çocukluk evresinde onlara aktarılan ilk bilgilerle denetlenirler! Çocukluk dönemi sonrasında vereceğiniz başka bilgilerle, daha önceden oluşturulmuş olan bu ilk işletim sistemini değiştiremezsiniz! Bu saptama çok çok önemlidir, çünkü "doğru" olgusunun saptanmasının 2. ön şartıdır. Kaynak: Prof. Dr. İsmet Gedik Karadeniz Teknik Üniversitesi Paleo-Biyoloji Uzmanı (Jeoloji Bölümü) / Trabzon Genbilim | kaynak
  15. Oswald Spengler (1880-1936) çağının ve toplumunun bunalımından etkilenmiş bir lise öğretmeniydi. 1911 yılında yazmaya başladığı Der Untergang des Abendlandes*adlı yapıtında insanlık tarihine bir başka açıdan bakmayı denedi. O'na göre, bütün nedensellik kavranılan yalnızca doğa olarak dünyaya uygulanabilir. Toplum olarak, tarih olarak doğaya, demek ki insanlık tarihine uygulandıklarında, bu, katıksız bir küfür olur. Tarihin gerisinde onu oluşturan bilmediğimiz bir mistik enerji, kozmik bir güç vardır. Tarih onun çizdiği mutlak ve değişmez bir yazgıya göre devinir.Tarihe bir bilim adamı gibi mantıkla yaklaşmak yerine, ozanca bir sezgi ile yaklaşırsanız bu yazgıyı kavrayabilirsiniz. Spengler tarihin yazgısını kavradığı savındadır. Buna göre, tarihin birimi kültürler, daha çok da yüksek kültürlerdir; dünya tarihi de onların yaşam öyküleridir. Bu organizmaların da öteki organizmalar gibi belli ömürleri ve gençlik, yaşlılık gibi dönemleri vardır. Doğarlar, gelişirler, içlerinde taşıdıkları tüm gizil-güçleri, olanakları ortaya koyduktan sonra, yaşama tutkusunu yitirip, yerlerini yeni büyük kültürlere bırakmak üzere yok olurlar. Böylece yeryüzünden Babil, Hint, Çin, Yunan, Arap ve Meksika olmak üzere altı kültür gelip geçmiştir; yedincisi olan Batı kültürü de öteki kültürler gibi 1050 yıllık ömrünü 2200 yıllarına doğru tamamlayıp yok olacaktır. Her kültürün gençlik ve yaşlılık, yükseliş ve çöküş dönemleri vardır. Spengler'in hesabına göre Batı kültürü, çöküş döneminin de sonlarına gelmiştir.Spengler'in bu karamsar kehâneti, burjuva ve onu izleyen sosyalist çöküş dönemlerinden geçerek yok olacak olan Batı kültürünün yerine, onun yaktığı bazı umut ışıklarına dayanılarak, bin yıllık yeni bir kültürün, Prusya kültürünün III. Reich ırkçı imparatorluğu ile doğmakta olduğu yolunda umutlar uyandırmıştı. Spengler'in 1911'de başlayıp, 1914'de bitirip, savaş yüzünden bastıramayıp, 1917'de gözden geçirip 1918'de bastırabildiği yapıtı Batının Çöküşü, bir yıl içinde doksan binden fazla satmıştır. Kendisi bir tutucu ve Prusya idealinin hayranı olmakla birlikte, Hitler'i ve Nazileri vulgar türediler olarak görmüş, faşizm ile demokrasiyi eşit derecede kınamıştır. Ama en nefret ettiği, kitle cahilliğinin ve demagojik despotluğun en yüksek görünümü olarak gördüğü Sovyet komünizmi idi. Bu nedenle olacak, düşünceleri, sevmediği Nazilerce kapışılacaktır. Ayrıca Spengler'in bu yapıtında Nazilere ümit veren görüşler de vardır. Spengler'e göre kültürlerin, 1. kültür öncesi aşama, 2. kültürün ilk dönemi, 3. kültürün son dönemi (uygarlık dönemi) olarak üç aşaması vardır. Kültür öncesi aşamada insan etobur göçebe bir hayvandır. Tarımın ortaya çıkmasıyla insan köylü olur. Köylü doğada, Spengler'in "ön ruh" dediği ruhu keşfeder. Bu kültür öncesi aşamada, siyaset, sınıflar, devlet yoktur. Yalnızca birbirlerine kan bağı ile bağlı göçebe ve tarımcı kabileler vardır. Bu köylü toplulukları okyanusu içinden birinin (genlerin mutasyonu gibi) nedenini bilemeyeceğimiz bir değişiklik geçirip, ondaki ön ruhtan, büyük bir ruhun uyanmasıyla, kültür doğar. Sümer'in ve Mısır'ın birdenbire yükselişleri böyle olmuştur. Kültürün ilk dönemi onun en yaratıcı evresidir. Bu dönemin birinci aşaması feodalizmdir. Feodalizmde kabileler bir folk (halk) olarak örgütlenmeye başlar, ikinci aşaması feodal ekonomide ve feodal değerlerde görülen bir bunalımla başlar; aristokratik bir devlet biçiminde örgütlenmiş "ulus"un doğmasıyla gerçekleşir. Yüksek kültürün ilk döneminde önderlik ırka dayalı bir yaratıcı azınlığın elindedir. Kültürün, Spengler'in uygarlık dönemi dediği son evresinde, devlet, ulusal hükümet iyice gelişirler. Burjuvazi doğar ve büyür. Onunla birlikte para, toprak mülkiyetinin ve aristokrat değerlerin üzerinde zafer kazanır. Kan bağlan önemini yitirir; halk, kitlelere dönüşür. Büyük kentler, makineler kaplar ortalığı. Bu dönemde, devrimler ve anarşi ortamında Sezarizmin yeni yetmelerinin tiranca diktatörlüklerini görürüz. Bu aşamada, kuvvet politikası, burjuvazi ve para politikası üzerinde zafer kazanır. Çağında, Almanya'da bu dönem yaşanmakta, bu nedenle dünyanın efendisi olan Nordik ırk, makinenin kölesi olmaktadır.Anlaşılan Nordik ırkın insanı, doğası gereği köylü savaşçı olacakken işçi olmaktaymış. Spengler'e göre, yüksek kültürün doğuş nedeni, coğrafya, ırk vb. değildir. Tersine bir halkın içindeki sınıflardan ve ırklardan tarihi yaratan kültürdür. Bununla birlikte Spengler yapıtında genç Nordik ırkın üstünlüğü üzerinde güzel varsayımlarda bulunmuştu. Yaşamı bir savaş olarak görmüş, savaş ve fetih içgüdülerine uyan ırkların üstün ve fazla yaşayan ırklar olduğunu söylemişti. Sağlıklı bir ırkın belirtisinin, ailelerin çok çocuk edinmesi olduğu görüşünü öne sürmüştü. Genişleyen bir nüfus ulusal görkemin temeli idi ve Nordik ırkın kollektif ölmezliği özleminin özetiydi. Uygarlığın tıp vb. önlemleri, doğal ayıklanmayı engelleyerek ırkın gücünü zayıflatıyordu. Oysa barbarlık bir ırkın gücünün ölçüsüydü. Kültür, Spengler'e göre, kentin yapay ürünlerinin değil, ırksal deneyimin yavaş yavaş gelişmesinin birikimiydi. Spengler'in en korktuğu şey, ya da okuyucularını en çok korkuttuğu şey, dünya devrimleriydi; beyaz ve renkli dünya devrimleri. Beyaz dünya devrimi dediği şey, kitlelerin yükselişinde ve Marksizmde dile getirilen sınıf savaşıydı. Renkli devrim ise ırkların savaşıydı. Ancak Spengler renkli ırk kavramının kapsamını genişleterek, zenciler yanı sıra içine Moğollar'ı, İslâm ulusları, Hindistan halklarını ve Ruslar'ı da aldı. Renkli dünya devrimi Jakobenlerin Haiti zencilerini insan hakları için savaşıma çağırmalarıyla başlamıştı. Dünya Savaşı'ndan sonra, renklilerin, Avrupa'da beyazın beyazla savaşını fırsat bilip, Avrupa topraklarına yürümeleriyle, doruğuna ulaşmıştı. Aslında savaşı yitiren Almanya değil beyaz ırktı. Bir de beyaz devrim (sınıf savaşı) ile renkli devrim (ırk savaşı) birleşirlerse, işte o zaman beyaz uygarlığının tüm değerlerinin sonu gelmiş demekti. Böyle bir yıkımı ancak Nordik ırkın canlılığının en iyi temsilcilerinin savaşçı direnişleri önleyebilirdi. Bu role en uygun ulus ise, elbette Almanlar idi. Tarih Almanlar'ı 1500 yıldan beri bilinçli bir biçimde büyük savaşlarda ve denizaşırı serüvenlerde kullanmıştı. Böylece kanının saflığının ve enerjisinin korunmasını sağlamış, Almanya'yı bu göreve hazırlamıştı. Görüldüğü gibi Spengler, Naziler'e birçok malzeme verirken, renkli ırk kavramını, sömürge halklarını ve Sovyet düzenini benimsemiş halkları içerecek kadar genişletirken, beyaz ırkı Avrupa ya da Batı halklarıyla özdeşleştirmiştir. Beyaz ırkın koruyuculuğu görevini. Nordik öğeyi temsil eden Alman ulusuna layık görerek, tüm sınıflarıyla Alman ulusunu üstün ırk kavramının içine sokarak, ırkçı düşünüşün emekçi sınıflara yayılmasının formülünü ve bunun korkutucu ve sevindirici yönleriyle büyüsünü de armağan etmiş oluyordu. Genbilim arşivinden | kaynak
  16. Günümüzün en önemli meselesi barış ve istikrarı sürekli kılmaktır. Bugün küçülen dünya ortamında barış ve istikrarı sağlamada; başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere, Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı (AGİT), Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi (AAOK), Akdeniz Diyaloğu, Batı Avrupa Birliği (BAB) ve Avrupa Birliği (AB) gibi kuruluşların önemi artmış ve birbirleriyle koordineli olarak çalışma ihtiyacı ön plâna çıkmıştır. Özellikle NATO ve BAB gibi güvenlik örgütleri bu amacın gerçekleşmesinde daha büyük önem kazanmıştır. Bölgede; NATOnun Avrupa-Atlantik bağının muhafazası ile askerî yapısının esnek bir niteliğe kavuşturulması çalışmaları, Avrupalı müttefiklerin savunma alanında daha görünür bir rol üstlenme çabaları ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK)nin ittifak içinde geliştirilmesi konuları, yaşanmakta olan dönüşüm sürecinin ağırlıklı boyutları olarak ön plâna çıkmıştır. Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Macaristanın NATOya katılmalarını müteakip 1999 NATO Vaşington Zirvesinde Bulgaristan, Romanya, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovenya, Slovakya, Makedonya ve Arnavutluktan oluşan 9 ülkeye Üyelik Eylem Plânı önerilmiş ve üyelik için standartlar belirlenmiştir. Ayrıca 1999 Mayıs ayında yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması ile de Avrupa Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (AODGP) çerçevesinde, AB ve BAB arasında daha yakın kurumsal ilişkiler geliştirilmesi hedeflenmiştir. Avrupa güvenliğinin yalnızca NATO ve/veya BAB vasıtası ile sağlanamayacağı değerlendirilerek, karşılıklı olarak birbirini takviye eden ve tamamlayan kuruluşlardan oluşacak bir Avrupa Güvenlik Mimarisi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. NATO, BAB, AGİT, AAOK, NATO-Rusya ve NATO-Ukrayna ilişkileri ile AB bu mimarinin köşe taşları durumundadır. 1994 yılında başlatılan Barış İçin Ortaklık (BİO) programı, Vaşington Zirvesinde "Geliştirilmiş ve Daha Operasyonel Ortaklık" adı altında NATO-BİO ülkelerinin ilişkilerinin etkinleştirilmesi yönünde atılan adımlarla yeni bir boyut kazanmıştır. BİO programı NATOnun yeni demokrasilerle güvenlik ağırlıklı bir iş birliği kurması bakımından önemlidir. Türkiye, AAOK prensipleri doğrultusunda, bölge ve dünya barışına katkı sağlayacak BİO faaliyetlerine büyük önem vermektedir. Bu çerçevede, Türkiyede Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi (BİOEM) tesis edilmiştir. 1994 yılında İsrail, Ürdün, Mısır, Tunus, Fas, Moritanya ve en son Cezayirin iştiraki ile hayata geçirilen NATOnun Akdeniz Diyaloğu ise; Türkiyenin önem verdiği diğer bir faaliyet olup; NATO faaliyetleri hakkında Diyalog Ülkelerinde oluşabilecek yanlış izlenimlerin önlenmesi ve bu faaliyetlerde güven, açıklık ve iş birliğinin geliştirilmesine yönelik işlevlerini başarı ile sürdürmektedir. Türkiye, dünya ve bölge barışı için BM, NATO, AGİT yaptırımı veya kontrolü altında icra edilen Barışı Destekleme Harekâtına da "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" prensibi doğrultusunda destek vermektedir. Bu çerçevede, Bosna-Hersek ve Kosovada yaşanan insanlık trajedilerinin benzerlerinin tekrar yaşanmaması için, bölgede ve tüm dünyada, bu faaliyetlere katkı sağlamayı kendine prensip edinmiştir. Türkiye; her türlü sorunun karşılıklı diyalog, iş birliği ve açıklık politikası ile çözümlenebileceğine inanmaktadır. Bugün dünyada uluslar arası terorizm, yasadışı silâh ticareti ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitle imha silâhlarının yayılması ile mücadele edilmesi konularının da bölge ve dünya barışını sağlamada önemli yer işgal ettiğine inanılmaktadır. Bölge barışını, hatta dünya barışını tehdit eden terorizmin, etnik, ideolojik veya dini düşüncelerden kaynaklansa bile, sonuçları itibarıyla global bir nitelik taşıdığı açıktır. Bugün uluslar arası toplumun, terorizme gereken etkinlikle reaksiyon gösterdiğini söylemek mümkün değildir. Ancak, birçok ülkede terörle mücadele konusunda mesafe alınmaya başlanmıştır. Türkiye bu konuda tüm ülkeleri hassas olmaya çağırmakta ve ülkelerden dolaylı da olsa terörü destekleyici hatalar yapmaktan kaçınmalarını talep etmektedir. Türkiye, 1973-85 yılları arasında Ermeni-Asala terör örgütü ve aşırı sol örgütler, 1984 yılından itibaren de PKK terör örgütüne karşı olmak üzere yaklaşık 30 yıldır terorizm ile mücadele etmektedir. Elebaşısı yakalanıp Türk Adaletine teslim edilen ve yok olma düzeyine indirilen PKK . terör örgütü kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın binlerce sivil vatandaşımızı katletmiş ve terör yoluyla, bölgedeki ekonomik ve sosyal gelişmeyi, bölgede yaşayan vatandaşlar aleyhine kısmen tersine çevirmiştir. 1999 yılı sonlarında, PKK terör örgütüne karşı mücadelenin askerî cephesi başarıyla hemen hemen sonuçlandırılmış ve sıra, diğer tüm millî güç unsurlarını harekete geçirerek, ekonomik ve sosyal alanlarda da başarı kazanmaya gelmiştir. Diğer taraftan, köktendincilik akımı, özellikle Akdeniz Havzasının güvenliğini tehdit eden önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmakta, demokratik düzenleri temelinden sarsmayı amaçlamakta, demokratik ve sivil toplumları tehdit etmektedir. Bu nedenle, köktendincilik, barış ve istikrarı tehlikeye düşüren yıkıcı bir güç oluşturmaktadır. İslâm köktendinciliğinin . müslüman halk arasında hayat bulduğu bir vakıa olmakla birlikte, köktendincilik tehdidi sadece islâmî köktendincilik olarak algılanmamalıdır. Büyük çoğunluğu müslüman olan ve kurulduğu tarihten günümüze kadar, batı medeniyetini kendine ulaşılacak hedef olarak kabul eden, lâik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti, hangi dinden kaynaklanırsa kaynaklansın, tüm köktendinci akımları kınamaktadır. Dünyada yaşanan değişim sürecini . takip etmek, gereken tedbirleri almak, her ülkenin en başta gelen sorumluluğudur. Dünya barışını tehdit eden unsurlara ve faaliyetlere karşı ülkelerin ve uluslar arası örgütlerin el ele vermesi en etkili yol olacaktır. Türkiye, bu mücadelede üzerine düşen görevi yerine getirmeye devam etmektedir. İstikrarsızlıkların ve belirsizliklerin yaşandığı bölgelerin tam ortasında yer . alan Türkiye; lâik, demokratik yapısı ve hukukun üstünlüğünü esas alan yönetim biçimi, pazar ekonomisi ve çok boyutlu kültür yapısı ile bir istikrar adası olmaya devam edecektir. Türk modelinin başarısı, ılımlı İslâm ülkelerine ve Orta Asya Cumhuriyetlerine örnek olmaktadır. Üç kıtayı birleştiren köprü durumundaki Türkiye, köktendincilik hareketlerinin Avrupaya ihracının önündeki . en büyük engeli teşkil etmeye devam edecektir. NATOnun güvenilir müttefiki ve ABye aday bir ülke olan Türkiye, AB ve BABa tam üyelik yolunda kararlıdır. Avrupa Güvenlik Mimarisinin temel taşlarını oluşturan AB ve BABın tam üyesi olacak bir Türkiye, yalnız kendi istikrar ve güvenliğine değil, Avrupa ve dünya barışına da büyük katkılar sağlayacaktır. Türkiyenin Jeopolitik, Jeostratejik ve Ekostratejik Önemi Türkiye, 185 dünya ülkesi içinde nüfus itibarıyla 16ncı, toprak büyüklüğü itibarıyla 32nci ve ekonomik gücü itibarıyla 16ncı sırada olan bir dünya devletidir. Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik mevkii itibarıyla; - Dünyanın en önemli petrol rezervlerine sahip Orta Doğu ve Hazar Havzası, - Önemli deniz ulaştırma yollarının kavşağı durumunda bulunan Akdeniz Havzası, - Tarihte her zaman önemini sürdürmüş olan Karadeniz Havzası ve Türk Boğazları, - SSCB ve Yugoslavyanın dağılması sonucu yapısal değişikliklere uğrayan Balkanlar, - Etnik çatışmalar yanında, zengin tabiî kaynaklara sahip Kafkasya ve bunun daha ötesinde Orta Asyanın oluşturduğu coğrafyanın merkezinde etkili bir konumda bulunmaktadır. Üç kıtayı birbirine bağlayan ve çok önemli bir jeostratejik konuma sahip olan Türkiye, aynı anda bir Avrupa, Asya, Balkan, Kafkas, Ortadoğu, Akdeniz ve Karadeniz ülkesidir. Kısacası Türkiye bir Avrasya ülkesidir. Türkiyenin jeostratejik önemini pekiştiren diğer özellikleri ise; - Demokratik, lâik, sosyal hukuk devletine sahip ve piyasa ekonomisini kabul etmiş bir ülke olarak batı sistemlerini uygulaması ve batının tüm kurumlarıyla bütünleşmeyi benimsemiş olması, - 1990lı yıllardan itibaren büyük değişmelere sahne olan Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle tarihten gelen kültür birliğine ve gelişen olumlu ilişkilere sahip olması, - Kafkasya ve Orta Asya petrol ve doğal gazınınbatıya ulaştırılması için belirlenen güzergâhlardan birini ve en önemlisini ihtiva etmesi, - BM ve NATOnun barışı koruma, bölgesel güvenlik ve istikrara yönelik girişimlerine iştirakleri ve bazılarında üstlendiği öncü rol ile Avrupa Güvenlik Mimarîsi üzerinde tartışılmaz bir ağırlığa sahip olması veNitelik . ve nicelik olarak Avrupada ve bölgesinde güçlü bir Silâhlı Kuvvetlere sahip olmasıdır. 20nci yüzyılın sonlarında dünyadaki köklü ve hızlı gelişmeler, Türkiyeye hem farklı sorumluluklar yüklemiş, hem de yeni fırsat ve ufuklar açmıştır. Türkiye, Kuzey Atlantik İttifakının bir kanat ülkesi konumundan çıkmış, Avrupayı Asyaya bağlayan Avrasya kuşağında merkezî bir duruma gelmiş, politik, güvenlik ve ekonomik açılardan büyük bir rol ve önem kazanmıştır. Türkiye, geniş olduğu kadar, sorunlar, çatışmalar ve istikrarsızlıklar içeren bir coğrafyada yaşamaktadır. Ancak Türkiye, böyle bir bölgede bir barış ve istikrar adası olma özelliğini koruma başarısını göstermiştir. Türkiye, Avrupadan Pasifike ve Orta Doğuya uzanan geniş coğrafyada yer . alan ender demokrasilerden biridir. Anadolu Yarımadasının sunduğu zenginlikler ile tarih boyunca jeopolitik bir kavşak niteliği taşımış olan bu topraklarda yaratılan insanî değerlerin en güzel yönlerini benimseyen Türkiye Cumhuriyeti, çeşitli kültürlerin güzel bir sentezini oluşturmaktadır. Demokratik, müreffeh ve istikrarlı bir Türkiye, doğu ile batının değerlerinin bütünleşip, bir arada yaşayabileceğinin çarpıcı kanıtıdır. Türkiyenin hem doğulu, hem de batılı yönleri, üyesi olduğu uluslar arası örgütlerin çeşitliliği ile de kendini göstermektedir. Türkiye aynı anda NATO, Avrupa Konseyi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ), Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı (ECO), D-20 ve İslâm Konferansı Örgütü (İKO) üyesi olan yegâne devlettir. Türkiye, tarihî, coğrafî ve kültürel açılardan doğunun olduğu kadar, yine aynı kıstaslarla değerlendirildiğinde, tartışmasız biçimde batının da bir parçasıdır. Türkiyenin altı asır boyunca Avrupa ile mevcut ortak tarihi bunun en belirgin kanıtıdır. Batının köklü demokrasileri ve pazar ekonomileri ile doğunun ümit vadeden genç demokrasilerini, Karadeniz ile Akdenizi, NATO ile İslâm dünyasını, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olanları ve farklı kıtaları birbirine bağlayan Türkiye, İslâm ve diğer dinler arasında da bir dostluk ve iş birliği köprüsüdür. Türk tarihi bu olgunun zenginlikleriyle doludur. Türkiye ayrıca, gelecek yüzyılda Hazar ve Orta Asya doğal kaynaklarının batıya ulaşmasında doğal bir köprü rolü üstlenmektedir. Dünya doğal enerji kaynaklarının %70i Türkiyenin etrafında kümelenmiştir. Hazar petrollerinin batıya taşınmasını öngören ve uluslar arası camiadan büyük destek bulan Bakü-Ceyhan projesi, petrol nakil güzergâhı bakımından en istikrarlı ve güvenli ortamı sunmakta ve çevre korunması bakımından da en az riski taşımaktadır. Bölgedeki zengin doğal kaynakların işletilmesini ve batıya naklini bölgesel iş birliği ve refahın artırılması için altın bir fırsat olarak gören Türkiye, söz konusu kaynakların dünya pazarlarına nakli için birden çok hattın kullanımını desteklemekte ve bu yönde siyasî iradesini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, Hazar Havzasının doğal zenginliklerinin dünya pazarlarına ulaşmasıyla birlikte Kafkasya ve Orta Asyaya yönelik insan ve mal trafiğinde meydana gelen artışın gerekli kıldığı Trans-Kafkasya Ulaşım Koridorunun hayata geçirilmesi bakımından da Türkiye anahtar ülke durumundadır. Avrasyanın karşısına tarihin çıkarmış olduğu yeni potansiyel ekonomik fırsat iyi değerlendirildiği takdirde, bu coğrafyada barış, istikrar, refah ve iş birliğinin kalıcı hâle getirilmesi mümkün olabilecektir. Soğuk Savaş ertesi şartlar içinde dünyanın en duyarlı bölgelerini oluşturan Balkanlar, Karadeniz ve Akdeniz Havzaları, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu coğrafyasındaki gelişmeler, Türkiyenin bu bölgelerdeki rollerine ve etkinliklerine yenilik ve hareketlilik getirmiştir. Bu coğrafyadaki oluşumlar, dünyanın ve Avrupanın geleceğinde belirleyici rol oynayacaktır. Türkiye bir yandan bu oluşumların yol açtığı sorumluluklarını bütün gücüyle yerine getirmeye, diğer yandan da yeni imkân ve fırsatlardan yararlanmaya çalışmaktadır. Böylesine önemli ve geniş bir coğrafyada, Türkiye, etkinliğini ve belirleyici rolünü önümüzdeki yüzyılda da devam ettirme zorunluluğundadır. Balkanlarda, Orta Doğuda ve Kafkasyada barış ve istikrar sağlanmadıkça, Avrupa ve Asyanın tam anlamıyla birbirine kenetlenmesi mümkün değildir. Türkiyenin, Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslardaki ihtilâfları söndürme inisiyatiflerine katkısı, bu kenetlenmenin gerçekleşmesine yöneliktir. Türkiye çevresine barış, istikrar, demokrasi ve hoşgörü yansıtmak için büyük çaba içinde olan bir ülke durumundadır. Bu durum, yoğun emek, sabır ve enerjinin aynı anda birçok noktada odaklaşmasını gerektirmektedir. Türkiyenin bu yöndeki istek ve gayreti yıllarca savunduğu ilkelerden, coğrafyasından ve bilinen tarihî gerçeklerden kaynaklanmaktadır. Türkiyenin uyguladığı dış politika, hem yaşadığı özel coğrafyadaki jeostratejik, ekonomik ve kültürel gerçeklere, hem de Büyük Atatürkün koyduğu barışçı ilkelere dayanmaktadır.Türkiye, dünyada ve bölgesinde güçlü, dünya ile her alanda bütünleşen, kendisine saygı duyulan, kendine güvenen, ağırlığı ve etkinliği ile bölgesinde barış ve stikrarın güvencesi olan, dostluğu ve iş birliği aranan bir ülkedir. Siyasî, sosyal, ekonomik ve askerî açılardan günümüzün de, geleceğin de en önemli ülkelerinden biridir. Türkiye bir barış ve istikrar adası olma niteliğine ilâveten kaynaklarının zenginliği, demografik yapısı, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygıya dayanan demokratik, lâik rejimi, ekonomisinin dinamizmi, üretim kapasitesi, endüstrisinin rekabet gücü ile bir cazibe merkezi olarak içinde bulunduğu sancılı coğrafyanın barış, istikrar ve refah yönünde değişiminin itici gücü olabilir. Türkiye, bu yapısı ile bölgede örnek bir ülkedir ve değişen dünya konjonktüründe jeopolitik, jeostratejik ve ekostratejik konumu nedeniyle önemi giderek artmaktadır. Türkiye, dünya ekonomileriyle bütünleşme bakımından, bir taraftan küreselleşme hareketleri içinde yeralmış, diğer taraftan da ekonomik güç odaklarından Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması (NAFTA) ve Pasifik Bölgesi ile ticarî ilişkilerini sürdürmüş ve Avrupa entegrasyonu hareketine tam olarak katılma iradesini açıklamış bulunmaktadır. Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında eskisinden daha farklı yapılanmalara doğru ilerleyen Avrupa kıtasıyla ilişkilerine yeni ve sağlam boyutlar kazandırmak arzusundadır. Türkiyenin ulaşmış olduğu büyüme, üretim ve . ihracat kapasitesi, bir tarafta ABD ve Pasifik Havzası, diğer tarafta Avrupa olarak ortaya çıkmaya başlayan ve küreselleşme sürecinin de etkisiyle ekonomik anlamda üç boyutlu bir görünüm arz etmeye başlayan dünyada, bu boyutların bizatihi içinde yerini almasını gerekli kılmaktadır. Türkiyenin Atlantik-Avrupa ve Avrasya kuşakları içinde özel bir konumu vardır. Batı toplumu ile bütünleşme hedefi güden, ayrıca islâm aleminin demokratik, lâik ve çağdaş üyesi olan bir ülke durumundadır. Türkiye; Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asyada Türkçe konuşan 200 milyonluk bir nüfusun da merkezinde bulunmaktadır. Başta Türk dilleri konuşan toplumlar olmak üzere, yeni bağımsız devletlerin örnek aldıkları bir model teşkil etmektedir. Türkiye, varlığı ve başarılarıyla, islâmiyetle demokrasinin bağdaştığının; ekonomik, sosyal ve kültürel bir kalkınmanın demokratik bir ortamda da gerçekleştirilebileceğinin somut bir kanıtıdır. Dünyanın aradığı uzlaşmalar Türkiyenin bünyesinde mevcuttur. Türkiye dış politikasında etkinliğini; bu bünyeden alan bir uzlaştırma, barıştırma ve iş birliğinde buluşturma işlevini sürdürme kararlılığındadır. Türkiye, çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunan bölgesinde, siyasal barış ve güvenlik ortamının, siyasî ve ekonomik iş birliği potansiyellerini harekete geçirmek ve refahı yaygınlaştırmakla mümkün olabileceğine inanmaktadır. Bu nedenle gayretler, küresel ve bölgesel plânda barış ve güvenliğe katkıda bulunmaya yönelmektedir. Soğuk Savaşın sona ermesini müteakip ortaya çıkan tarihî fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeye matuf iş birliği şemalarında, Türkiye öncü bir rol oynamakta ve model olma vasfı kazanmaktadır. Avrupa güvenliğinin Balkanlar, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kafkasya'da pekiştirilmesi, barış ve iş birliğinin güçlendirilmesi hedefleri ancak Türkiyenin katılımıyla ve somut katkısı ile gerçekleştirilebilir. Türkiye uluslar arası ilişkilerde geçerli olması gereken çağdaş norm ve davranış kurallarının savunucusudur. Bunların global ve bölgesel düzeylerde yaşama geçirilmesi için her türlü çabayı göstermektedir. Türkiye'nin dışarıda izlediği siyasî hedeflerin bir yandan çevresindeki mevcut ve potansiyel ihtilâfların kontrol altına alınmasına, diğer yandan bölgesel entegrasyon ve iş birliği yoluyla kalıcı barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik olması tabiîdir. Türkiye'nin bölgede oynadığı rolün temel felsefesini; ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, siyasî istikrarın tesisi ve bölge ülkelerinin dünya ile entegrasyonunun sağlanması hedefleri oluşturmaktadır. Türkiye bu anlayışla demokrasiyi, hoşgörüyü, hukuk devleti niteliklerini ve lâikliği çevresine yansıtmaktadır. Zira Türkiye bunları en iyi yapabilecek durumda bulunan nadir ülkelerden biridir ve bu konuda sorumluluklarını üstlenmektedir. Türkiye; demokrasi, temel haklar ve hukukun üstünlüğünden yanadır. Türkiye'nin mensup . olduğu ideoloji, çağdaşlık ve medeniyet ideolojisidir. Türkiye, bunun dışında hiçbir ideolojinin mensubu veya yanında değildir. 21nci asırda Türkiye'nin vizyonu; bölgesel zenginliklerini, entegre olma hedefi içinde olduğu Avrupa'ya taşıyan, küreselleşme olgusunu ileri götüren ve bu hareket içinde belli başlı bir rol sahibi olarak ortaya çıkan ve nihayet kalkınma ve iş birliği . hamlelerinde barıştan yana ve öncü bir ülke olmaktır. Bu vizyon gerçekleşme yolundadır. Balkanlardan Orta Asya'ya kadar Türkiye'nin önünde yeni ufuklar açılmış, yepyeni iş birliği ve dayanışma imkânlarına kavuşulmuştur. Bu anlayışla Türkiye, dışarıya daha fazla açılmakta ve coğrafî uzaklığın önemli olmadığı günümüz dünyasında, Uzak Doğudan Lâtin Amerika'ya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde dostlar, pazarlar ve yeni ilişki ağları aramakta, kısaca bir dünya devleti olma yolunda hızla ilerlemektedir. Türkiye, sorumluluklarının bilincinde olarak, kendisini 21nci yüzyılda üstleneceği role hazırlamaktadır. Zira Türkiye, lâik ve demokratik rejimiyle bir model ülkedir ve bu niteliklerini 21nci yüzyılda da korumaya devam edecektir. Ayrıca Türkiye, yeni yüzyılda çok taraflı bir ekonomik ilişkiler ağının merkezi hâline gelecektir. Öte yandan Türkiye, doğu ile batı arasında çeşitli açılardan başarıyla ifa ettiği köprü vazifesini, 21nci yüzyılda daha etkin biçimde sürdürecektir. Genbilim arşivinden | kaynak
  17. İngilizce olarak Crickets yani Cırcır Böceği (Kriket) olarak dilimize yerleşen sesiyle ünlü tür hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Sıcak bir yaz gecesinde, evinizin bir yerinde veya arka bahçenizde duyabileceğiniz aralıksız cıvıltı sesini hatırlıyor musunuz? Bu ünlü kriket sesi. Bu cıvıltı sesi, erkek cırcır böcekleri tarafından tarağa benzer kanatlarını birbirine sürttüklerinde çıkarır. Gryllidae familyasına ait olan cırcır böcekleri, başta Çin olmak üzere Asya’nın çeşitli ülkelerinde iyi şans temennisi olarak kabul edilir ve bu nedenle evcil hayvan olarak tutulur. Kriket türleri, benzer vücut formları ve sıçrayan arka ayakları nedeniyle sıklıkla çekirge ile karıştırılır. Çalı cırcır böcekleri gibi katydidlerle yakından ilişkilidirler. Cırcır böcekleri son derece uyarlanabilir böceklerdir ve ormanlarda, tarlalarda, çayırlarda, bahçelerde ve hatta evinizin köşelerinde gelişirler! Besin tercihleri çiçek, yaprak ve meyvelerin yanı sıra böcek larvalarını ve küçük omurgasızları içerir. Dünyada 900’den fazla kriket türü var. Doğada gececi olarak yaşarlar ve bu nedenle geceleri cıvıldarlar. Ayrıca düşük sıcaklıklarda yaşayamazlar. Metin alıntı: https://www.adlientomoloji.com/circir-bocegi-hakkinda-bilinmeyenler/ Yazı kaynağı: Cırcır Böceği (Kriket veya Crickets)
  18. Siyah Asker Sineği (Kara Asker Sineği) İngilizce olarak Black Soldier Fly yani Siyah Asker Sineği (Kara Asker Sineği) olarak dilimize yerleşen Hermetia illucens hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Stratiomyidae familyasından Diptera takımına ait kara asker sineği (Hermetia illucens) en yaygın olanıdır. Stratiomyidae, ‘asker sineği’ anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. 2.700’den fazla böcek türüne sahip 380’den fazla mevcut cins vardır. Asker sineklerine Almanca’da ‘silahlı sinekler’ anlamına gelen Waffenfliegen adı verilir. Bu aile aynı zamanda Xylomyidae familyası ile de yakından ilişkilidir. Siyah asker sineği, koyu kanatlı, mavimsi-siyah renktedir. D. Craig Sheppard bu sinekleri egzotik hayvanlar için besleyici nitelikte böcekler olarak kullanımını geliştirdi ve kara asker sineği larvaları (Black Soldier Fly Larvae/BSFL) Fenix solucanları olarak adlandırdı. Kıtalara yayılmış olsalar da, Neotropik alemin yerli türleridir. Bu sinekler ne vektör ne de zararlı olarak kabul edilir. Bu sineklerin doğal yırtıcıları hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Uygun iklimde, yıl boyunca üreyebilirler. BSFL’de yüksek kalsiyum ve diğer besinlerle birlikte %43’e kadar protein vardır. Kara asker sineği larvaları (BSFL) ayrıca hayvan yemi, evcil hayvan yemi, su ürünleri yetiştiriciliği ve insan beslenmesi için alternatif (sürdürülebilir) bir protein (gıda kaynağı) formudur. Siyah Asker Sineği ne tür bir hayvandır? Kara asker sineği Diptera takımındandır. Stratiomyidae familyasına ve Arthropoda filumuna aittir. Kara asker sineği (Hermetia illucens) sabahları aktif olan ve çiftleşip öğlen saatlerinde yumurtlama davranışı gösteren bir sinektir. Geceleri eğer zayıf aydınlatmaya maruz kalırlarsa, kara asker sineklerinin popülasyonunda kısırlığa neden olur. Bu sineklerin diğer türler arasında ayrım yapabildikleri ve dişi mi erkek mi olduklarını ayırt edebildikleri için, bu sineklerin lek davranışları için aydınlatma şarttır. Hermetia ergin sinekleri, larva iken toplanan yağları kullandıkları için yetişkin olarak beslenmez. Organik atıkları veya yumurtalarını bırakacak maddeleri tanımlamak için olfaktorik sensör koku alma duyu organlarını kullanırlar. Hayvanların yakınında bulunan sineklerin çoğu, yavruları için yer bulmaya çalışan dişilerdir. Bu sinek, cesetlerin çürüme sonrası aşamada olduğu zamanlarda leşle beslenir. BSFL’de yaklaşık %42 protein ve %29 yağ bulunur ve çiftlik yemi olarak kullanılan sürdürülebilir bir gıda kaynağıdır. Siyah Asker Sineği hangi hayvan sınıfına aittir? Siyah asker sineği (Hermetia illucens), Insecta hayvan sınıfına aittir. Stratiomyidae familyasından Diptera takımına ait kara asker sineği (Hermetia illucens) en yaygın olanıdır. Dünyada kaç tane Siyah Asker Sineği var? Siyah asker sineği (Hermetia illucens) dünyada yaygındır. Yani dünyadaki kara asker sineklerinin kesin sayısı bilinmiyor. Siyah Asker Sineği nerede yaşar? Kara asker sineğinin (Hermetia illucens) küresel nüfusu tüm kıtalarda kendini gösterebilir. Bu sinekler Neotropik alemin yerlisidir. Kanarya Adaları, Malta, İtalya, Güney Fransa, Hırvatistan, İber Yarımadası, İsviçre gibi Avrupa’nın ve Amerika Birleşik Devletleri’nin çoğu yerinde ve Rusya’nın Karadeniz kıyısında bulunurlar. Ayrıca Avustralasya aleminde, Afrotropik aleminde, Nearktik alemde, doğu Palearktik aleminde, Indomalayan aleminde, Güney Afrika ve Kuzey Afrika’da bulunurlar. Siyah Asker Sineği’nin yaşam alanı nedir? Kara asker sineği (Hermetia illucens) bir dizi ılıman orman, kırsal ve kentsel ortamlara yayılmıştır. Ayrıca evlerin pencere ve duvarlarında, bahçe bitkilerinde, ağaç gövdelerinde, besicilik ortamlarında ve kümes hayvanı çiftliklerinde oturan yetişkin sineklere de rastlayabilirsiniz. Erişkinler yumurtlamak için kovanların önündeki çatlakları ve çürüyen organik maddeleri kullanırlar. Bu karasal çöpçü dostlarımız, hayvan malzemelerinin ve çürüyen bitkilerin yakınında bulunabilir. Siyah Asker Sineği ne kadar süre yaşar? Siyah asker sineklerinin yaşam döngüsü yaklaşık 45 gündür. Yetişkinler beş günden, dokuz güne kadar ortalama bir yaşam ömrüne sahiptir. Siyah Asker Sineği nasıl ürer? Kara asker sineklerinin bir metamorfoz yaşam döngüsü vardır. Dişilerin bir kez çiftleştiği ve erkeklerin birkaç dişiyle çiftleşmeye çalıştığı çok eşli bir çiftleşme sistemine sahiptirler. Dişilerin yumurtalarını geliştirmek, yumurtlamak veya yumurtlamak için hayatlarında sadece bir kez çiftleşmeleri gerekir. Pupanın ortaya çıkmasından ortalama iki gün sonra çiftleşme için uçuşa geçerler ve çiftleşme uçuşta gerçekleşir. Çiftleşme, ormanların ve çiftliklerin kenarları gibi larvaların bulunduğu alanlarda gerçekleşir. Su ayrıca enerjiyi korumak için üreme için önemli bir faktördür. Erkekler daha sonra, dişilerin davetsiz misafirlerden korudukları bölgeleri oydukları için çiftleşmek için seyahat ettikleri vahşi bir ortamda toplanırlar. Bu bölgelere lek denir. Yetişkin bir dişi tarafından yaklaşık 206 – 639 yumurta yumurtlar. Dişi, yumurtalarını kompost veya gübrenin bitişiğindeki veya üstündeki yüzeylere bırakır. Yumurtalar dört gün içinde yumurtadan çıkar. Larva aşaması, 18 – 36 gün sürer ve larvalara verilen gıda substratlarına bağlıdır. Pupa aşaması bir ila iki hafta kadar sürer. Larvaların gelişimi altı evrede tamamlanır ve larvalar son evrede beslenmezler. Kara asker sineği larvaları (BSFL) yetiştirme, araştırmacılar tarafından yapılır. Dişiler çok az ebeveyn bakımı sağlarken, erkekler hiç ilgi göstermez. Siyah Asker Sineği neye benziyor? Yetişkin asker sinekleri, yaban arısına benzer bir görünüme sahiptir ve büyük sineklerdir. Gözleri arasında geniş bir boşluk bulunan dar ve küçük kafaları vardır. Baş, göz kenarlarında ve yüzün alt kısmında beyaz çizgili parlak siyahtır. Siyah bazal segmentli koyu kahverengi ila siyah antenleri vardır. Bu antenler başlarının iki katı büyüklüğündedir ve sekiz flagellomer segmenti vardır. Kara Asker sineği ağız kısımları diğer ısırmayan sineklere benzer süngerimsi yapıdadır. Göğüs kafesi metalik maviden yeşile bir yansımaya sahiptir. Birkaç karın segmenti kırmızımsı bir sona sahiptir. Beyaz tarsi ayaklı siyahları var. Zarlı kanatlar karın üzerinde yatay olarak katlanır ve dinlenirken üst üste biner. İnce ve uzun karınlarında beş görünür segment vardır. Bu segmentler renk ve görünürlük açısından yarı saydam beyazdan kırmızımsı kahverengiye kadar değişir. Karın kılları beyaz ve siyahtır. Siyah asker aşındırıcıları taklitçidirdir. Bu sinekler, turuncu borulu çamur dauber yaban arısı ve akrabaları gibi, çamur dauber yaban arılarının boyutunu, görünümünü ve rengini taklit eder. Siyah asker sineği larvaları (BSFL), altın sarısı kılları ve saçları olan toprak-kahverengidir. Bu larvalar, arka uçlarında gri-siyah renkli ince bir şerit ile karasinek veya sinek larvalarından ayırt edilebilir. Sinekler nasıl iletişim kurar? Bu sinekler iletişim kurmak için dokunsal, görsel ve koku alma duyu organlarını kullanır. Koku alma organlarını kullanarak yavrularını beslemek için kaynakları olan arı kovanlarını ve organik maddeleri tespit ederler. Bu organlar ayrıca erkekler ve dişiler tarafından salınan feromonların tespit edilmesine de yardımcı olur. Vücutlarındaki kıllar, dokunsal organlar gibi hareket ederek, hareketler ve sesin neden olduğu titreşimleri algılamalarını sağlar. Bu sinekler ayrıca şekilleri, desenleri, renkleri ve hareketleri algılayabilir. Çevrelerindeki uçucu kimyasalları belirlemek için antenlerini kullanırlar. Siyah Asker Sineği ne kadar büyür? Kara asker sineği 25 mm’ye kadar büyüyebilir. Dişiler erkeklerden daha büyüktür. Yeni ortaya çıkan larvalar yaklaşık 0,04 inç (1 mm) uzunluğundadır. Siyah Asker Sineği ağırlığı nedir? Siyah bir asker sineğinin ergin ağırlığı 0,0002-0,0004 lb (0,10-0,22 g) civarındadır. Siyah Asker Sinekleri nasıl beslenir? Bu böceklerin ana besin kaynağı organik madde, gübre gibi organik atıklar, leş ve sebze artıklarıdır. Çürüme sonrası aşamada olan leşlerden beslenirler. Bu karasal leş yiyiciler ayrıca gübre, bal, çürüyen mısır, sebze ve patates de tüketebilirler. Bu ve benzeri tüketim alışkanlıkları sebebiyle geri dönüşüm öğesi olarak ciddi anlamda kullanılmaktadır. Siyah Asker Sinekleri zehirli midir? Hayır, kara asker sineği zehirli bir böcek değildir. Ayrıca insanlar için zararlı veya tehlikeli değildirler. Bazı araştırmalar, insanlarda nadir görülen miyazise neden olduklarını göstermekte olsa da, net bir bağlantı görülmemiştir. Siyah Asker Sineklerini ne öldürür? Kara asker sineklerinin doğal yırtıcıları hakkında pek bir şey bilinmiyor. Genellikle memeliler, kurbağalar, kuşlar, böcekler ve kertenkeleler sineklerle beslenir. Çevredeki kara asker sineklerinde parazit yaban arılarının varlığı da BSF’nin nüfusunu azaltır. Bu yaban arıları, BSF gelişiminin pupa aşamasında konaklar ve yumurta üretimini azaltır. Larvalar atık yığınları, çöp kutuları ve kompostlarda bulunabilir ve herhangi bir kimyasal kullanmadan önce kontrol gereklidir. Kara asker sineklerinden veya larvalardan kurtulmak için pazarlarda bulunan piretrum uzay spreylerini kullanabilirsiniz. Yüzeylerin dezenfekte edilmesi ve ardından onları öldürmek için böcek ilacı kullanabilirsiniz. Siyah Asker Sinekleri ne amaçla kullanılır? BSFL’nin yetiştirilmesi, insanlara birden fazla yönden fayda sağlar. Balıklara, domuzlara, kertenkelelere, çiftlik hayvanlarına, kaplumbağalara ve hatta köpeklere yedirilebilecek kadar protein ve yağ gibi besin değeri içerirler. 50-60°F (10-16°C) arasındaki sıcaklıklarda daha uzun raf ömrüne sahiptirler. Bu sinekler sadece sürdürülebilir gıda kaynakları olmakla kalmaz, aynı zamanda gıda israfını da azaltır. Bu böcekler insan habitatlarına çekilmez. Entomoremediasyon araştırmaları, bu böceklerin ağır metallerle kirlenmiş biyokütleyi arıtmak için kullanılabilir bulmuştur. Ayrıca kurtçuk yetiştiriciliği (maggot farming) yoluyla yetiştirilirler. Kara asker sineği larvaları insanlar tarafından yenilebilir. Bununla birlikte, insan tüketimine ilişkin kayıtlar nadirdir. Avusturyalı bir tasarımcı olan Katharina Unger, insanların evde yenilebilir larva üretmeleri için bir yol keşfetmiştir. Ayrıca su ürünleri yetiştiriciliğinde, yağ üretiminde, kitin üretiminde ve biyoremediasyonda kullanılırlar. Bu yazı Adli Entomoloji web sitesinde bilgilendirme amacıyla alıntılanmıştır. Yazı orijinali ve detaylı bilgi için ziyaret edebilirsiniz: Siyah Asker Sineği (Black Soldier Fly)
  19. Siyah Asker Sineği (Kara Asker Sineği) İngilizce olarak Black Soldier Fly yani Siyah Asker Sineği (Kara Asker Sineği) olarak dilimize yerleşen Hermetia illucens hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Stratiomyidae familyasından Diptera takımına ait kara asker sineği (Hermetia illucens) en yaygın olanıdır. Stratiomyidae, ‘asker sineği’ anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. 2.700’den fazla böcek türüne sahip 380’den fazla mevcut cins vardır. Asker sineklerine Almanca’da ‘silahlı sinekler’ anlamına gelen Waffenfliegen adı verilir. Bu aile aynı zamanda Xylomyidae familyası ile de yakından ilişkilidir. Siyah asker sineği, koyu kanatlı, mavimsi-siyah renktedir. D. Craig Sheppard bu sinekleri egzotik hayvanlar için besleyici nitelikte böcekler olarak kullanımını geliştirdi ve kara asker sineği larvaları (BSFL) Fenix solucanları olarak adlandırdı. Kıtalara yayılmış olsalar da, Neotropik alemin yerli türleridir. Bu sinekler ne vektör ne de zararlı olarak kabul edilir. Bu sineklerin doğal yırtıcıları hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Uygun iklimde, yıl boyunca üreyebilirler. BSFL’de yüksek kalsiyum ve diğer besinlerle birlikte %43’e kadar protein vardır. Kara asker sineği larvaları (BSFL) ayrıca hayvan yemi, evcil hayvan yemi, su ürünleri yetiştiriciliği ve insan beslenmesi için alternatif (sürdürülebilir) bir protein (gıda kaynağı) formudur.
  1. Daha fazla aktivite göster

Hakkımızda

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel bilim haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Bilim Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız buradan iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...