Jump to content

Bilim Forum

Yönetici
  • İçerik sayısı

    244
  • Katılım

Topluluk Puanı

0 Standart Seviye

1 Takipçi

Bilim Forum Hakkında

  • Doğum Günü 25-08-1986

Güncel Profil Ziyaretleri

Güncel ziyaretçiler bloku aktif değil. Diğer kullanıcılar son ziyaretçilerinizi aktif edene kadar göremezler.

  1. Dünya’ da meyve sineklerinden ev sineklerine ve et sineğine kadar gezegenin etrafında vızıldayan 120.000’den fazla sinek türü veya türü vardır. Toplamda sadece 21 gün yaşamalarına rağmen dişi karasinekler yaşamları boyunca 600’e kadar, dişi meyve sinekleri ise 8-10 günlük yaşamları boyunca 500’e kadar yumurta bırakabilir. Bütün böcekler taksonomik olarak bilimsel açıdan Arthropoda şubesine aittir. Ancak diğer eklembacaklılardan (ıstakoz, örümcek veya kırkayaklar gibi) farklı olarak böceklerin üç çift eklemli bacağı, parçalı gövdeleri, bir dış iskeleti, bir çift anteni ve (genellikle) bir veya iki çift kanadı vardır. Sinekler yumurtalarını çöp tenekelerine, kompost yığınlarına, dışkıya ve çürüyen organik maddelere bırakabilirler. Dişi sinekler bir seferde 75 ila 150 yumurta yumurtlayabilir, bu yumurtalar birbirine ezildiğinde kabaca bir bezelye büyüklüğünde olur. Meyve sinekleri, çürümüş meyve ve sebzeler gibi yiyecek atıklarını veya çürüyen yiyeceklerle tıkanmış kanalizasyonları çekmeleri nedeniyle evlerde de yaygın olarak bulunur. Bir sinek istilasının neden bu kadar hızlı kontrolden çıktığını merak ettiyseniz, bunun nedeni hızlı üreme döngüleridir. Örnek olarak, tek bir meyve sineği yaşamı boyunca yaklaşık 500 yumurta bırakabilir ve yumurtadan yetişkine tüm yaşam döngüsü yalnızca yaklaşık bir hafta sürer. Karasinekler, hızlı ve çok sayıda üredikleri için yaygındır. Bazen yumurtadan çıktıkları yerden 25 km uzağa hareket ettikleri biliniyor. Ancak genellikle doğdukları yerin 1-2 km yakınında kalıyorlar. At sinekleri pek evlerimizde rastlamadığımız bir tür olarak genellikle iç mekanlarda bulunmaz ve iç mekanlarda beslenmez, ancak bazen kazara açık pencere ve kapılardan istemeden de olsa evlerimize kadar girebilirler, onları kalın kanatları ve gürültücü uçuşlarıyla rahatlıkla ayırt edebilirsiniz. Sinekler yumurtalarını çöp tenekelerine, kompost yığınlarına, dışkıya ve çürüyen organik maddelere bırakabilirler. Dişi sinekler bir seferde 75 ila 150 yumurta yumurtlayabilir, bu yumurtalar birbirine ezildiğinde kabaca bir bezelye büyüklüğünde olur. Ev sinekleri düzenli olarak dışkı, çöp, çürüyen hayvanlar ve diğer pis yerleri besleyip yumurtladıkları için insanlara, ev yüzeylerine ve dışarıda bırakılan yiyeceklere konduklarında hastalıklı mikropları bulaştırabilirler. Bu nedenle birçok sinek türünün insanlara hastalık bulaştırdığı bilinmektedir. Aslında, sıradan bir ev sineğinin bile maalesef insanlara en az 65 hastalık bulaştırdığından şüpheleniliyor. kaynak: Sinekler ve hayatımızdaki yerleri hakkında bilgiler
  2. Yenilebilir böcekler, besin kaynaklarının tükenmesi sorununa çözümün bir parçası olma potansiyeline sahiptir. Böcekler, geleneksel hayvancılık üretiminin çevresel etkisini azaltmaya yardımcı olabilecek, sürdürülebilir ve çevre dostu bir protein kaynağıdır. Böcekler, geleneksel çiftlik hayvanlarıyla aynı miktarda protein üretmek için daha az yem, su ve toprağa ihtiyaç duyarlar ve daha az sera gazı üretirler. Bununla birlikte, böceklerin tek başına gıda tükenmesi sorununa tam bir çözüm olmadığına dikkat etmek önemlidir. Gıda kaynaklarının tükenmemesini sağlamak için, tarımsal uygulamaların iyileştirilmesi, gıda israfının azaltılması ve sürdürülebilir gıda üretimi ve tüketiminin teşvik edilmesi dahil olmak üzere bir dizi yaklaşımın benimsenmesi gerekecektir. Böcekleri diyete dahil etmek, gıda kaynaklarının tükenmemesini sağlamak ve daha sürdürülebilir ve çevre dostu bir gıda sistemi oluşturmak için daha geniş bir stratejinin bir parçası olabilir. Böcek türlerini hayvan yemi olarak kullanmak doğru mudur? Bir çok sebep ile birlikte böceklerin bir besin bileşeni olarak rasyonlara dahil edilmesi ve gıda kaynağı olarak optimize edilmesi mantıklı bir uygulama olabilir: Böcekler sürdürülebilir ve çevre dostu bir protein kaynağıdır: Böcekler, geleneksel çiftlik hayvanlarıyla aynı miktarda protein üretmek için daha az yem, su ve toprağa ihtiyaç duyar ve daha az sera gazı üretirler. Bu, onları hayvan yemi için daha sürdürülebilir ve çevre dostu bir seçenek haline getirir. Böcekler hayvan sağlığını iyileştirebilir: Böcekler, protein, yağ ve çeşitli vitamin ve mineraller dahil olmak üzere zengin bir besin kaynağı olabilir. Bu, diyetlerinin bir parçası olarak böceklerle beslenen hayvanların sağlığını ve üretkenliğini geliştirmeye yardımcı olabilir. Böcekler yem maliyetlerini azaltabilir: Böcekler, özellikle soya veya mısır gibi geleneksel protein kaynaklarıyla karşılaştırıldığında, hayvan yemi için uygun maliyetli bir protein kaynağı olabilir. Bu, çiftçiler ve diğer hayvan üreticileri için yem maliyetlerinin düşürülmesine yardımcı olabilir. Böcekleri hayvan yemi olarak kullanma fikri, güvenli bir şekilde tedarik edildikleri ve işlendiği ve alerji veya hassasiyetlerle ilgili endişeler dikkate alındığı sürece iyi bir fikir olabilir. Daha sürdürülebilir bir çevre yaratmaya yardımcı olmak için geri dönüşüm sürecinde kullanılabilecek birçok böcek türü vardır. Bu amaçla kullanılmış olan bazı böcek örnekleri şunları içerir: Siyah Asker Sineği (Black Soldier Fly) larvaları: SAS larvaları, gıda artıkları gibi organik atıkları kompost haline getirebilen verimli ayrıştırıcılardır. Un kurtları: Un kurtları, organik atıkları geri dönüştürmek ve onu hayvanlar veya insanlar için protein bakımından zengin yemlere dönüştürmek için kullanılabilir. Mavi şişe sinekleri: Bluebottle sinekleri (Callpihoridae familyası üyeleri), hayvan gübresi gibi organik atıkları kompost haline getirmeye yardımcı olabilecek verimli ayrıştırıcılardır. Bok böcekleri: Bok böcekleri (gübre böcekleri), hayvan gübresinin geri dönüştürülmesine yardımcı olabilir, besin maddelerini toprağa geri döndürür ve sentetik gübre ihtiyacını azaltır. Bu ve diğer böcek türlerini geri dönüşüm sürecinde kullanarak daha sürdürülebilir bir çevre oluşturmak ve atıkların çevre üzerindeki etkisini azaltmak mümkündür. Yazının tamamı ve kaynağı: MVC Organic - Yeni bir dünya düzenine ihtiyacımız var mı?
  3. Gorgia Devlet üniversitesinde yürütülen bir araştırmaya göre aç kalındığında, karbonhidratsız bir diyet uygulandığında veya uzun ve yoğun spor yapıldığında β-Hydroxybutyrate isimli küçük bir molekül vücudumuz tarafından üretiliyor. Bu molekül bir çeşit ketondur ve karaciğerde yağ asitlerinden yapılır. Suda çözünebilir. Yaşlandığımızda vücutlarımız kanser ve kardiyovasküler hastalıkara karşı daha yüksek risk altına girer. Bu sırada hücrelerimizden bazıları bölünerek kendini çoğaltma yeteneğini kaybeder. Bölünemeyen bu yaşlı hücreler, kendini tazeleyemediği için etrafına zararlı kimyasallar yaymaya başlar ve komşularının da başını yakar. İlk paragrafta bahsettiğimiz β-Hydroxybutyrate molekülü, bu yaşlı hücrelere bölünebilme yeteneğini yeniden kazandırarak kendini yenilemesini sağlar. Ayrıca β-Hydroxybutyrate belli bir tip RNA-bağlayıcı proteine bağlandığı zaman kök hücre faktörünü yükseltir. Octamer bağlı transkripsiyonel faktör(Oct4-kök hücre faktörü) DNA hasarı nedeniyle oluşan yaşlı hücrelere karşı koruyuculuk üzelliği vardır. Yani kan hücrelerini genç tutar. Fakat yüksek karbonhidratlı veya kalorili beslenme alışkanlıklarında bu faydalı molekül baskılanmaktadır. Araştırmacılar β-Hydroxybutyrate keşfinin önemli olduğunu belirtiyorlar ve bu keton’un etkilerini taklit edecek yapay bir kimyasal bulmaya çalışıyorlar. İnsanlara 24 saat yemek yememelerini söylemek, onlara bu ilacı vermekten daha zor. Ayrıca bu kök hücre faktörü, yaşlanmayı geciktirme ve engelleme amacıyla ilaç sektörünün bir hedefi haline gelebilir. Gelecekte bilim insanları zararlı “yaşlı” hücreleri hedefleyerek onları yok etmeyi ve dokuları kök hücreler ile “yenilemeyi” hedefliyorlar.
  4. Kan neden demir gibi kokar veya tadı neden demir gibi hissettirir? Kan kokusu, yırtıcı hayvanlar için yemek anlamına geliyor. Linköping Üniversitesi’nde çalışan bir grup araştırmacı kandaki hangi maddelerin hayvanların davranışlarında değişikliklere sebep olduğunu incelemiş. Deneyler, kanda bulunan trans-4,5-epoxy-(E)-2-decenal adlı aldehit grubu bir maddenin kokusunun, yırtıcı hayvanlar için kanın kendisi kadar çekici olduğunu gösteriyor. Araştırmacılar, deneylerde dört ayrı yırtıcı hayvan türünü kullanmış: Asya vahşi köpekleri, Afrika vahşi köpekleri, Güney Amerika çalı köpekleri ve Sibirya kaplanları. Yarım metre uzunluğunda bir tahtanın üzerine dört ayrı sıvı dökülmüş ve hayvanların bu sıvılara verdiği tepkiler incelenmiş. Kullanılan dört sıvı şunlar: at kanı, meyve özü, kokusuz bir çözücü ve kana kokusunu verdiği düşünülen aldehit.
  5. Gülme eyleminin gerçek amacı nedir biliyor musunuz? Gülmenin evrimsel kökenleri keyfe değil, hayatta kalmaya dayanıyor desek ne dersiniz.. Gülmek, dünya genelinde her kültürde önemli bir paya sahip. Fakat gülmenin neden var olduğu belli değil. Bunun doğuştan gelen sosyal bir olgu olduğu açık olsa da (insanların bir grup içinde gülmesi, tek başlarına gülmelerinden 30 kat daha muhtemeldir), bir iletişim şekli olarak gülmenin işlevi, gizemini koruyor. Proceedings of the National Academy of Sciences bülteninde yayınlanan ve UCLA’dan Gregory Bryant’ın önderlik ettiği geniş bir araştırmacı grubunun yürüttüğü yeni bir çalışma, gülmenin, dinleyicilere gülen kişinin arkadaşlık durumunu belirtebileceğini öne sürüyor. Araştırmacılar dinleyicilere, eş zamanlı gülüşlerinin kısa parçalarına dayalı olarak yabancıların ve arkadaşlarının arkadaşlık durumuna karar vermelerini söylediler. 24 farklı topluluktan yararlanan araştırmacılar, gülüşün özel akustik özelliğine dayalı olarak dinleyicilerin hatasız bir şekilde arkadaşları yabancılardan ayırabildiklerini buldular.
  6. Her şey güzel de, bunun bilim ile ne alakası var şimdi? dediğinizi duyar gibiyiz. Elbette kokunun güzelliğini övmek değil derdimiz, bir açıklaması var; sizlerle paylaşmak istedik. Günlük giydiğimiz kıyafetlerin temiz olması için çamaşırların yıkanması, ardından asılması ve son olarak kuruması beklenir. Peki dışarıya asılan çamaşırlar neden daha iyi kokarlar? Her giysi belli bir programda yıkanır. Yıkama esnasında ortaya çıkan yüksek sıcaklık, çamaşırların liflerinde ki bakterileri tamamen öldürmez. Makineden çıktıktan sonra nemli ve sıcak ortamdaki koşullar, bakterilere gayet güzel bir ev sahipliği yapar. Dışarıya asılan çamaşırlarda ise durum daha farklıdır. Güneşten gelen ultraviyole ışınlar, hem bakterileri öldürür hem de deterjan ile birleşerek hoş bir koku oluşturur. Ayrıca, özellikle de ilkbahar ve yaz aylarında dışarıya asılan çamaşırlar, bitkilerden gelen hoş koku ile birleşir ve güzel bir koku oluşur.
  7. Basit bir “dışkı yerleştirme” ile karaciğer sirozu çözüme kavuşabilir! Bilim insanları çalışmalarını bağırsak florasının insan sağlığını ne kadar olumlu etkileyebileceği yönünde geliştirmeye devam ediyor, bunun örneklerini bir çok makalede defalarca kez (buradaki örnekte olduğu gibi) okuduk. Şimdi ise 20 hasta ile yapılan çalışma neticesinde (ön çalışma diyelim) karaciğer sirozu ve hepatik ensefalopati rahatsızlıklarının 10 hastaya verilen fekal mikrobiyota transplantasyonu ile sağlık düzeylerinin iyileştirildiği haberini alıyoruz. Çalışmacıların şu anda tek hedefi ‘daha fazla hasta üzerinde çalışmanın uygulanabilirliğini onaylamak’ olarak belirtiliyor. Öte yandan, yararlı Lachnospiraceae ve Ruminococcaceae mikroplarıyla, zehirli Enterobacteriaceae bakterisini bağırsaktan uzaklaştırarak hepatik enselopati ihtimalini ve beraberinde gelen beyin hasarlarını indirgeyerek çok daha verimli hale getirmeyi planlıyorlar. Esrarengiz bir dünya insan vücudu, makalenin tamamına ve detaylarına kaynak bağlantısından erişebilirsiniz.
  8. Günümüzde teknolojiye olan ilgi oldukça fazla ve bu durum bizi içen içe endişelendiriyor. Teknolojik gelişimlere ayak uydurmak zorunda kalıyoruz. Kullandığımız sosyal ağlardan tutun da gittiğimiz hastaneye kadar bir sürü alanda verilerimiz işleniyor ve saklanıyor. Peki bu ne kadar güvenilir? Makine Öğrenmesi (Machine Learning) işte bu verilerimizin bazı veri analizi araçlarıyla analiz edilmesi, işlenmesi, bu analizler sonucunda anlamlı sonuçların ortaya çıkarılması ve bu sonuçlar ışığında teknolojik araçların davranışlarını belirlemesini kapsar. Örnek verecek olursak; Yaklaşık bir ay önce çıkan bir habere göre Cambridge Üniversitesi adını “Vegebot” koydukları otonom bir sistemle çalışan ve makine öğrenmesi yoluyla marul toplayan bir robot geliştirdi. Vegebot bir tepe kamera ve bilgisayar görüşü kullanarak marulları yakalıyor. Binlerce makine öğrenmesi algoritmasına dayanarak bu marulun hasat edilip edilmeyeceğine karar veriyor. Marul hastalıklı veya henüz olgunlaşmadıysa toplanmıyor. Eğer marul hasata uygunsa bıçaklar yardımıyla topraktan çıkartılır. Bir diğer en bilinen örnek ise Facebook Haber Kaynağıdır. Haber Kaynağı, her üyenin ilgi alanlarına göre makine öğrenmesi algoritmalarını kullanarak kişiselleştirilir. Makine Öğrenmesi için kullanılan diller arasında Java, Pyton ve R programlama dilleri popülerlik göstermektedir. Ayrıca Makine Öğrenmesi, yapay zeka ve istatistik alanlarıyla da yakından ilişkilidir. Son olarak; “Veri güçtür.” Kaynak: The Engineer |Merve Duman
  9. Muhtemelen en iyisi, bunu oturarak okumamaktır. Bilgisayar başında çalışanları bunalıma sürükleyecek bir kaç cümlemiz var. Eğer bizden biriyseniz, şimdiye dek gününüzün en az yüzde 80’ini oturarak geçirdiniz. İşe giderken otobüste oturmak, masada oturmak, yemekte oturmak… güzel, fikri kaptınız. Ve geçen 5 yıl boyunca internet olmadan yaşamadıysanız, bunun sizin için ne kadar kötü olduğunu şimdi iyi anlayacaksınız. Fakat hepsini daha önce duymuş olduğunuzu düşünseniz bile bunu okuyun. Görünüşte çok masum olan bir şeyin, kalp damar hastalıkları ve şeker gibi neden bu kadar geniş sorunları tetikleyebileceğini açıklamaya yardımcı oluyor: 200,000 insanın katıldığı yeni yapılan bir çalışma, günde 11 veya daha fazla saat oturanların, günde 4 veya daha az saat oturanlarla karşılaştırıldıklarında erken ölüm tehlikelerinin yüzde 40’a kadar artabildiğini gösterdi. Siz oturur oturmaz, yağ parçalamaya yardımcı olan enzimler yüzde 90 oranında azalıyor, insulin etkisi ve iyi kolesterol kesiliyor ve kan basıncınız yükseliyor. Bacak kasları kapanıyor ve boynunuz ile bel kemiğinize baskı biniyor. Oturmayla birlikte beyninizde bazı yerlerde kan pıhtılaşması oluşuyor, aynı zamanda obezite, şeker ve kalp damar hastalığı tehlikeniz artıyor. Ve kalbiniz tehlike altına giriyor; masa başı işe sahip insanların kalp krizi geçirme oranı, etkin işlere sahip insanlardan iki kat daha fazla. Kolon ve meme kanseri, aşırı oturma ve son üç saattir oturmak ile bağlantılandı.
  10. Telgrafın tellerine kuşlar mı konar? Elektrik tellerine konan kuşlara neden elektrik çarpmadığı hepimiz için merak konusu olmuştur. Bu konunun aslı akıma dayanır. Tel üzerine konan bir kuş üzerinde akım oluşmaz. Çünkü sadece akım, bir canlının üzerinden akabilirse o canlıya elektrik zarar verebilir. Akımın canlı üzerinden akabilmesi için, bir taraftan girip vücudu başka bir yerden terk etmesi gerekir. Eğer bir kuş sadece bir tel üzerinde olmaz ve iki ayrı tele temas ederse bir teldeki akım kuşun üzerinden başka bir tele aktığı için kuşa elektrik etki eder. Örneğin; evlerimizdeki prizlerde iki delik olması aynı sebebe dayanır. Çünkü, elektriğin kullanacağımız aletin bir tarafından girmesi, aletin içinde dolaştıktan sonra başka bir bölümden terk etmesi gerekir. “Peki bir tel üzerinde duran kuşun bir ayağından giren elektriğin diğer ayağından çıkması ile neden elektrik çarpmıyor?” sorusu aklımıza gelebilir.Bir tel üzerinde duran kuşa elektrik çarpmaz, yani bu olay gerçekleşemez. Çünkü, kuşun üzerinde bulunduğu tel çok düşük dirençli ve akımın kolay geçebileceği bir tel olduğu için, akım geçmesi zor olduğu ve çok daha yüksek dirençli kuşun üzerinde geçmez. Bu da keyif yapmanız için tatlı bir animasyon alıntısıdır, Pixar’dır, işin en iyisidir.
  11. Güncellemeler devam ediyor, takipte kalmanız dileğiyle! :)

  12. Bilim Forum

    Covid19 ve Aşı Çalışmaları

    Aslında normalleşmeden ziyade, insanoğlunun özünde zamana bırakılan her nicelikte olduğu gibi değerini kaybetme var maalesef, insan ölüm olgusuna bile en zoru ve kabul edilemez olan olmasına karşın zamanla nasıl alışıyorsa; ölüm tehlikesine de bir o kadar aşinalık kazanabiliyor..
  13. Serinin bu bölümünde, farklı bir sürüngen grubunun yani dinozorların ve kuşların evrimi inceleyeceğiz. Önceki yazılarda; Evrimsel Bilgiler Serisi 1: Omurgalıların denizden karaya çıkışı ve balıklardan amfibilere geçiş. Evrimsel Bilgiler Serisi 2: Erken sürüngenlerin ve memelilerin evrimsel süreci incelendi. Erken sürüngenleri iki gruba ayırmıştık: sinapsitler ve sauropitler. Sinapsitler memelilere evrilirken, sauropsitler tüm modern sürüngenlere ve kuşlara evrildi. Dinozorlar, yaklaşık 230 milyon yıl önce sauropsit atalarından evrimleşmeye başladı ve hızla karadaki baskın hayvanlar haline geldi. Dinozor soy ağacının tam olarak neye benzediği konusunda bir tartışma olsa da, kuşların theropods adlı bir gruptan evrimleştiğini biliyoruz. Bazı dinozor özelliklerine ve bazı kuş özellikleri benzerliklerine sahip olan birçok theropod fosili bulunmuştur, Archaeopteryx gibi. Archaeopteryx’ler yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşadı ve kuş gibi tüylü kanatları vardı, aynı zamanda dişleri de dinozorlar gibi uzundu ve onlara benzer kemikli kuyrukları vardı. Peki kuşlar tam olarak dinozorlardan nasıl evrimleşmişlerdir? Kanatların ve uçuşun tüm karmaşıklıkları nasıl gelişti? Cevap, neredeyse evrimde her zaman olduğu gibi, çok uzun ve aşamalı bir süreç ile oldu. Theropod kökenleri Diğerlerinin yanı sıra, Tyrannosaurus rex ve Velociraptor’u içeren theropodlar neredeyse iki ayaklıydı, yani dört ayak yerine iki bacak üzerinde yürüdüler. Bunun bir sonucu olarak, kollarını destek dışındaki amaçlarla kullanılabiliyordu. T. rex gibi theropodlarda kollar muhtemelen pek kullanışlı değildi ve zamanla küçüldü. Ancak, kuşların ataları da dahil olmak üzere diğer theropodlarda, kanatlar silah halinde geliştikçe tamamen yeni işlevlere uyarlandı. Kuş kanatları, birçok tetrapodun (kara omurgalılarının) kollarından iki ana yoldan ayrılır. Birincisi, kuş kanatlarının sadece üç eklemi (parmakları) bulunurken, diğer birçok tetrapod kolunun (bizimkiler de dahil olmak üzere) beş eklemi vardır. Kuşlarda, ilk bölme çok küçüktür ve ikinci ve üçüncü bölme daha uzundur ve böylece bir araya gelmiştir. İkinci olarak, kuş kanatları benzersiz, çok özel uçuş yapılarına sahiptir. Kuş kanatlarında bunu benzersiz kılan yapı ise tüylerdir. Kanatlardaki uçmaya yardımcı tüyler, eklemlere ve ön kol kemiklerine bağlarla tutturulur. Yarasalar (ve soyu tükenmiş pterosaurlar gibi) ve diğer uçan hayvanlarda olduğu gibi kanadı oluşturmak için kollardan vücuda uzanan ciltleri olmasına rağmen, kuşlar tamamen deriden çıkıntı yapan tüylerden oluşuyor. Kanatlar ve tüyler Peki kuşların kanatları ve kanatlarındaki bu eşsiz yapılar nasıl gelişti? 230 milyon yıl önce yaşayan erken dönem türlerinin her birinde beş eklem vardı. Bununla birlikte, zamanla dördüncü ve beşinci eklemler daha küçük hale geldi ve zaman içinde kuşlar (120 milyon yıl civarında) geliştiklerinde, bunlardan tamamen kurtulmuşlardı. Proropodların neden bu eklemlerden kurtuldukları tam olarak belli değil, ancak muhtemelen artık ihtiyaç duymadıkları açık. Evrende eklemlerin kaybolması kolay gibi görünse de, tüylerin değişmesi çok daha zor görünüyor. Uçmaya yardımcı tüyleri, merkezi, içi boş bir şaft (‘rakis’) ve rakurdan çıkıntı yapan birçok “diken” içeren oldukça karmaşık yapılardır. Bu dikenleri çapraz bağlayan ve tüylerin uçuş için gerekli olan sert yapılarını korumalarına izin veren, kendi dikenleri birbirine bağlayan ‘engeller’ olarak adlandırılan kendi küçük çıkıntılarına sahiptir. Bu tür karmaşık yapılar nasıl evrimleşebilir? Kuşlar birçok tüy çeşidi içerir ve bunlardan bazıları oldukça basittir. Karmaşık uçuş tüylerinin yanı sıra, ‘kuş tüyü’ adı verilen başka bir tür daha vardır. Bunlar, civcivleri kaplayan kabarık tüyler ve yetişkin kuşların göbek ve uyluklarında bulunanlar. Her iki durumda da, uçuş kabiliyetleri yerine yalıtım sağlar. Aşağı tüyler, uçuş tüylerinden, barbarlarının birbirine çapraz bağlanmadığından farklıdır. Bu, dikenlerin hareket etmekte serbest olduğu ve tüyün çok daha az sert bir yapıya sahip olduğu anlamına gelir. Daha da basit olarak, gaga etrafında bulunan kıllar ve birçok kuşun gözleridir. Memelilerin bıyıklarına görünüm ve işlev bakımından çok benzeyen bu kılların her biri, kendisinden çıkıntı yapan çok az sayıda küçük dikenler bulunan bir rakurdan oluşur. Kılların – basit içi boş millerin – hareketi algılamak için ilk önce ortaya çıktıklarını söylemek makuldür. Daha sonra evrimde, bu şaftlar daha fazla diken geliştirdi. Bu da, yalıtımın sağlanmasına yardımcı olacak ve bu tüyler daha sonra vücudun diğer bölümlerine yayılacaktı. Ancak daha sonra, çapraz bağlama çubukları, kanat tüylerinin sert ve güçlü kalmasına yardımcı olacak kanat tüylerinde evrimleşmiştir. Bu tüyler başlangıçta çiftleşme veya saldırganlık gösterileri gibi uçuş dışındaki işlevler için veya hatta gençlerini barındırma gibi evrim geçirmiş olabilir. Ancak, daha sonra uçuş için kullanılmış olurlardı. Tüyler genellikle fosillerde korunmamasına rağmen, yaptığımız fosil verileri bu ilerlemeyi desteklemektedir. Basit tüyler, pek çok theropod grubunda bulunur. Bu T. rex’in ait olduğu grup! Daha karmaşık uçuş tüyleri, Velociraptor’un ait olduğu grup da dahil olmak üzere birçok theropod grubunda da bulunur, yani dromaeosauridler. Bir fosil dromaeosaidde, hem kanatlarında hem de bacaklarında uçuş tüyleri vardı, bu da hem kanatlarını hem de bacaklarını uçmak için kullanabileceğini ya da en azından kaymalarını kullanabileceğini ileri sürdü. Hatta gençlerini barındırmak için bile. Bir fosil dromaeosaidde hem kanatlarında hem de bacaklarında uçuş tüyleri vardı, bu da hem kanatlarını hem de bacaklarını uçmak için kullanabileceğini ya da en azından kaymalarını kullanabileceğini ileri sürdü. Uçmayı öğrenmek Peki ya uçuşun kendisi? İlk tüylü dinozorlar gökyüzüne nasıl gitti? Kanatlarını doğru uçuş için kullanmadan önce farklı şeyler için kullanılmaları muhtemeldir. Kuşların ataları oldukça küçük olacağından, daha büyük avcılardan kaçmak için kanatların ağaçların dallarına tırmanmalarına yardımcı olabilirdi. Chukar kekliklerinin piliçleri uçamazlar, ancak tırmanmayacak kadar dik olanları tırmanmaları için dik yüzeylere (ağaç gövdeleri gibi) koşarken kanatlarını çırpabilirler. Belki de kuşların ataları benzer bir strateji geliştirmiştir. Ağaçlara girince, kanatlarını kullanarak, kayma yoluyla ya da düşmelerini yavaşlatmak için çırparak kanatlara geri dönebiliyorlardı – bazı civcivler yuvadan ilk kez çıktıklarında olduğu gibi. 65 milyon yıl civarında, tüm dinozorları yok eden bir grup tükenme olayı yaşandı – bir grup hariç: kuşlar. Diğer küçük tüylü dinozorların neden geri kalanı olmadıklarında kurtuldukları belli değil. Bazı insanlar uçma kabiliyetinin faktör olabileceğini öne sürdüler, ancak pterosaurlar nesli tükenme olayında da ortadan kalktı. Sebep ne olursa olsun, kuşlar hayatta kaldı ve son 65 milyon yılda tüm dünyada çeşitlilik gösterip yayıldı. Yaklaşık on bin türle, bugün yaşayan en zengin tür tetrapod grubudur. Muhtemelen, dinozorlar hiçbir zaman hakimiyetlerini kaybetmediler. Burak Babacan tarafından blog bölümünde seri olarak kaleme alınmıştır. Yazı serisinin diğer bölümleri; Evrimsel Bilgiler Serisi 1: Balıklar toprağı nasıl fethetti? Evrimsel Bilgiler Serisi 2: Memelilerin Yükselişi
  14. Evrimsel Bilgiler Serisi 1: Balıklar toprağı nasıl fethetti? isimli önceki yazımızda, balık atalarımızın 360 milyon yıl önce toprakta kolonileştiğini ve erken amfibileri meydana getirdiğini söylemiştik. Bu bölümde ise, sürüngenlerden memelilere geçişteki evrimsel yolculuğu inceleyeceğiz. İlk amfibiler, sağlam uzuvlar ve nefes alan akciğerleri de dahil olmak üzere, karada gelişmelerini sağlayan birkaç önemli adaptasyona sahipti. Bununla birlikte, neredeyse bütün modern amfibiler gibi, yumurtalarını su altında bırakmak zorunda kalacaklardı. Çünkü; aksi takdirde, yumurtalar kurur ve yavrular ölürdü. Bu, onları göl ve nehir alanlarıyla sınırlandırdı. Ancak, bir grup canlı türü, kuru arazi için daha uygun adaptasyonları geliştirmeye başladı. Karada bırakılabilmesi için sert, su geçirmez yumurtalar ürettiler. Böylece, daha sıcak ve daha kuru alanda yaşama alışmaları sağlandı. Böylece, 320 milyon yıl önce bir grup amfibilerden erken sürüngeler gelişmiş oldu. Erken sürüngenler: sauropitler ve sinapsitler Bu erken sürüngenler sauropitler ve sinapsitler olmak üzere iki gruba ayrılırlar. İki grup da birbirine çok benzerdi. Ancak, çene kaslarının kafatasına nasıl bağlandığını etkileyen kafatası yapısında hafif farklılıklar vardı. Sauropsidler tüm modern sürüngenlerin ve kuşların, sinapslar da memelilerin gelişimine zemin hazırladı. 320 milyon yıl öncesi ile 250 milyon yıl öncesine kadar sinapsitler, erken sürüngenlerin en baskın grubuydu. En iyi yırtıcı hayvanların çoğu bu gruptandı. Daha sonra, Permiyen neslinin sonu geldi ve dünyanın en büyük kitlesel yok oluşu gerçekleşti. Bu dönem, 60 bin yıl sürdü ve bu süre zarfında türlerin yüzde 95‘ine kadarının nesli tükendi. Çoğu sinapsit türünün de soyları tükendi ve böylece bir grup sauropsit sürüngenleri, egemen toprak yırtıcıları da dinozorlar olarak yerini aldı. Hayatta kalan birkaç sinaps ise sadece küçük böcek yiyicileriydi. Avını algılama Sürüngenler ve memeliler, kulaklarının çalışma şekli bakımından oldukça farklıdır ve bu kısmen, memelilerin gece avlanmalarından kaynaklanmaktadır. Sürüngenler, kulak zarını iç kulağa bağlayan (ses dalgalarının elektrik sinyallerine dönüştürüldüğü ve beyine gönderilen) tek, küçük bir kemiğe sahiptir. Öte yandan memeliler, kulak zarını iç kulağa bağlayan üç küçük kemiğe sahiptir. Bunlara malleus, incus ve stapes denir. Bir tane kemikten ziyade üç kemiğe sahip olmak, ses dalgalarının iç kulağa daha verimli bir şekilde iletilmesine olanak sağlar ve böylece, memelilerin sürüngenlerden daha yüksek frekanslar duymalarını sağlar. Bu, özellikle böcek avcılarının ürettiği yüksek frekanslı sesleri duymalarını sağlayacak ve gece avlanarak böcek yiyen memeli ataları için özellikle yararlı olacaktı. Peki, bu iki kulak nasıl evrildi? Garip bir şekilde bu kulak kemikleri çene kemiğinden köken alır. Sürüngenlerin alt çenesi, kafatasının geri kalanına açısal ve kuadrat adı verilen iki büyük kemik aracılığıyla bağlanır. Sinapsid evrimi boyunca, bu büyük kemikler çok daha küçük hale geldi ve alt çene çok daha büyük hale geldi. Sonuçta, kafatasının geri kalanıyla doğrudan bağlantı kurabilmesini sağladı. Açısal ve kuadrat daha sonra mevcut kulak kemiğinin kulak zarını iç kulağa bağlamasına yardımcı olmak için yeni bir rol üstlenmekte özgürdü. 200 milyon yıl önce yaşayan ve fare benzeri küçük bir sinaps olan Morganucodon, bize bu geçişin nasıl olduğu hakkında bilgi veriyor. Farenin açısal ve kuadrat kemiklerinin göreceli boyutları, sürüngenlerin ve memelilerinkilerin arasında yarı yarıya idi ve böylece alt çene, kafatasının geri kalanına iki yerde bağlanır: açısal ve kuadrat yoluyla (sürüngenlerde olduğu gibi), ama aynı zamanda doğrudan (memelilerde olduğu gibi). Çene kemiklerinden kulak kemiklerine bu geçiş biraz tuhaf görünebilirken, çene kemikleri ve kulak kemikleri embriyodaki aynı kıkırdak kümesinden köken alır. Bundan dolayı, kemiklerin yeniden boyutlandırılması ve yeniden konumlandırılması için gelişimde küçük değişiklikler gerektirecektir. İlginçtir ki, memeliler sürüngenlere kıyasla işitmeyi iyileştirirken, daha zayıf renk vizyonuna sahip oldu. Çoğu sürüngen dört farklı renk reseptörüne sahipken çoğu memelide sadece iki tane bulunur. Geniş bir renk aralığını ayırt etme yeteneği artık kullanışlı olmadığından, diğer iki reseptörün gece yaşamının bu döneminde evrimde kaybolması muhtemeldir. Bir diğerinin evrimi, kemiklerin yeniden boyutlandırılması ve yeniden konumlandırılması için gelişimde küçük değişiklikler gerektirecektir. Resim: Memeli kulak kemiklerinin evrimi: Erken sinapsid olan Dimetrodon (300 milyon yıl önce), üst kafatasına açısal ve kuadrat kemikler vasıtasıyla bağlı alt çeneye sahiptir. Daha sonra bir sinapsid olan Morganucodon (200 milyon yıl önce), alt çeneye doğrudan üst kafatasına ve ayrıca açısal ve kuadrat kemikleriyle bağlanacak şekilde evrimleşmiş yani iki çene eklemine sahip olmuştur. Erken memeli olan Hadrocodium (195 milyon yıl önce), doğrudan üst kafatasına bağlı alt çeneye sahiptir. Açısal ve kuadrat kemikler çok daha küçük hale geldi ve şimdi çeneden ziyade kulağın bir parçası. Bu resim referans kaynaktan alınmış ve yeniden düzenlenmiştir. Vücudu Sıcak Tutmak Sadece geceleri avlanmak, başka bir problemi de beraberinde getirir. Bu büyük problem, vücudun sıcak kalmasıdır. Sürüngenlerin çoğu, onları sıcak tutmak için yoğun olarak güneş ışığına bağlıdır ve günün vücutlarını doğru sıcaklıkta tutmak için güneşin tadını çıkarmak için uzun süre harcarlar. Peki, sinapsid atalarımız sadece geceleri aktifken nasıl sıcak tutuyorlardı? Cevap, kendi ısılarını üretmeye başlamaları. Memeliler, sürüngenlerle karşılaştırıldığında enerji için oksijen ve gıda kullanımı söz konusu olduğunda çok verimsizdir. Aslında, memelilerin hayatta kalabilmek için sürüngenlerden çok daha fazla yemek yemesi gerekir. Bunun nedeni, memeli hücrelerinin ısı olarak yaptıkları enerjinin çoğunu kaybetmesidir. Fakat bu, başka bir eşsiz özellik ile birlikte, güneşte olmaya ihtiyaç duymadan kendimizi sıcak tutabileceğimiz anlamına gelir. Bu eşsiz özelliğe saçlar sayesinde kavuştuk. Saçımız cildimizin etrafındaki havayı hapseder, bu da vücudumuzun ürettiği ısıda kalmasına yardımcı olur. Saçın, ilk olarak sıcak tutmak yerine avını hissetmek için kullanılan bıyık olarak ortaya çıkması olasıdır. Ancak, daha sonra saç vücudun geri kalanını örtmek ve yalıtım sağlamak için evrimleşir. Her ne kadar saç gibi yumuşak dokular kemik gibi sert dokular kadar kolay fosilleşmese de, vücut kıllarının ne zaman geliştiğine dair bize bilgi veren bazı fosiller vardır. Her ikisi de yaklaşık 164 milyon yıl önce yaşayan Castorocauda ve Megaconus’un yoğun saç örtüleri var. Yaklaşık 160 milyon yıl önce, üç memeli grubunun görünümüyle ortaya çıkan gerçek memelileri dünya sahnesinde görmeye başlıyoruz: monotremler, keseliler ve plasentalılar. Monotremler zigot oluşumundan hemen sonra doğurmak yerine, yumurta bıraktıkları için en sürüngen benzeri memelilerdir. Kangurular gibi keseliler de, daha az gelişmiş yavruları doğurur ve daha sonra annenin kesesi içinde yaşar. Kendimizi de içeren plasentalılar, embriyonun annenin rahminde kalması ve plasentadan beslendiği için zigot oluşumundan çok daha sonra doğurur. Ancak, bu farklı grupların çeşitliliğine rağmen, memeliler hala ağırlıklı olarak küçük, gece avcılarıydı. Ancak daha sonra, yani yaklaşık 65 milyon yıl önce, dinozorların soyu tükendi. Dinozorların neslinin tükenmesiyle, memelilerin tür sayısı artmış ve çeşitlenmiş ve son 65 milyon yıl boyunca bunu yapmaya devam etmişlerdir. Her ne kadar çok çeşitli olsa da, küçük, gece avlanan atalarımız ile birçok özelliği paylaşıyoruz. Gelişmiş işitme duyumuz, azalan renk görme ve sıcak, saçla kaplı bedenlerimiz, hayatta kalabilmek için uzun süredir yaşadıkları mücadele etmek için miras aldığımız özelliklerin tümü. Burak Babacan tarafından blog bölümünde seri olarak kaleme alınmıştır. Yazı serisinin diğer bölümleri; Evrimsel Bilgiler Serisi 1: Balıklar toprağı nasıl fethetti? Evrimsel Bilgiler Serisi 3: Dinozorların Uçuşu
  15. Omurgalılar, sekiz milimetrelik kurbağalardan 30 metrelik büyük balinalara kadar değişen, inanılmaz derecede farklılık gösteren, muhteşem bir hayvan grubudur. Okyanusun dibinden, dağlara ve gökyüzüne kadar dünyanın her yerinde yaşarlar. 60.000’den fazla türü içeren omurgalılar; balıklar, amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve memeliler olmak üzere beş ana gruba ayrılır. Bu 3 bölümlük seri omurgalıların evrimini, evrimsel geçişlerin kilit noktalarına bakarak evrimi keşfedecek. Birinci bölümde, omurgalıların denizden karaya çıkışını, balıklardan amfibi geçişine nasıl geçtiğini inceleyeceğiz. Omurgalılar ilk olarak, bundan yaklaşık 525 milyon yıl önce evrimleşmişlerdir ve bu ilk omurgalılar denizlerde ve nehirlerde yaşayan balıklardır. Omurgalılar toprağı kolonileştirmeye 360 milyon yıl öncesine kadar başlayamadılar. Dört ayaklı anlamına gelen ve ‘tetrapod’lar olarak adlandırılan bu kara hayvanları, bizler de dahil olmak üzere tüm amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve memelilerin dünya sahnesine çıkmasına yol açtı. İlk tetrapodlar modern amfibilere benziyordu. Balık atalarından daha düz bir kafatasına (yukarıdan aşağıya şekilli), yüzgeçlerden ziyade uzuvları ve kafayı gövdeden ayıran bir boyuna sahipti. Denizdeki yaşamdan karadaki hayata geçiş, hiç şüphesiz yaşam tarihinde büyük bir adımdı. Peki bu nasıl gerçekleşti? Öncelikle fosil kayıtlarının bize söyleyeceklerine bakmak zorundayız. Fosil Bulgular 2004 yılında bir araştırma ekibi, balıklarda bazı benzerlikler ve bazı erken tetrapodlarla benzerlikler taşıyan bir hayvanın fosilleşmiş üç iskeletini keşfetti. Tiktaalik roseae adlı hayvan, 375 milyon yıl önce (erken tetrapodlardan sadece 15 milyon yıl önce) yaşadı ve burun delikleri olan düz bir kafatasına sahipti. Boynu ve bacakları, lob yapılı yüzgeçleri ile erken tetrapodların arasında kemikli bir yapıya sahipti. Tiktaalik roseae kanatlı balıklardan evrimleşmiş (coelacanth ve lungfish içeren balık grubu), tetrapodları gösteren bir türdür. Kanatları gövdeye göre uzun, ince kemikler yoluyla bağlantılı olan diğer balıkların aksine, lob kanatlı balıkların kanatları, tetrapodların bacaklarına benzer şekilde tek, kalın bir kemik aracığıyla gövdeye bağlanır. Tiktaalik roseae büyük olasılıkla yırtıcılardan kaçmak ve karada av bulmak için güçlü uzuvlarını kullandı. Aynı zamanda bataklık bir arazide kendini yukarı çekmek için sağlam yüzgeçlerini kullanırdı ve bu da onun zamanının çoğunu sığ sularda geçirdiğini gösteriyor. Şimdi 10 milyon yıldan 365 milyon yıl öncesine kadar hızlı bir şekilde ilerliyoruz ve Ichthyostega ve Acanthostega gibi canlı türlerini görmeye başlıyoruz. Günümüz insanlarına daha çok benzeyen humerus, Radius ve ulna içeren uzuvlara sahiplerdi. Ekstremite evrimi: Sol kanatlı bir balık yüzgeci Panderichthys’in (380 milyon yıl) pektoral yüzgeci solda gösterilmiştir. Erken tetrapodların üst ekstremitesi Acanthostega ve Tulerpeton (365 milyon yıl) sağda gösterilmiştir. Tiktaalik’in kanat ucu (375 milyon yıl) iki tip arasında bir ara maddedir. Fosil kayıtları bize, iskeletlerin karadaki hayata nasıl daha iyi adapte oldukları hakkında daha iyi fikir veriyor; sağlam yüzgeçlerden düzgün bacaklara yavaş yavaş geçişle. Ancak karadaki hayata adapte olmak için büyük bir sorun vardı ve buna fosil kayıtları henüz cevap veremiyordu. Bu oksijeni nasıl alacağımızla ilgili büyük bir sorundu. Çoğu balık bunu ağzına su aldıktan sonra bu suyu solungaçlarından dışarı pompalayarak yapar. Su, solungaçlardan geçerken sudaki oksijen kana emilir ve kan dolaşımından suya karbondioksit geçişi sağlanır. Öte yandan tetrapodlar, ağızdan veya burun deliklerinden içeri akciğerlere hava çeker. Benzer bir oksijen – karbondioksit alışverişinden sonra hava tekrar dışarı verilir. Peki akciğer ve hava solunumu nasıl gelişti? Biz biliyoruz ki Tiktaalik roseae ve Ichthyyostega‘nın sağlam göğüs kafesleri vardı ve bu nedenle muhtemelen nefes alan akciğerlere sahipti. Bunun dışında fosil kayıtlarının bize söyleyebileceği çok az şey var ve bu yüzden gelişimsel biyolojiye yönelmeliyiz. Sahip Olduğumuz İpuçları İnsanlarda akciğerler, zigot oluştuktan yaklaşık 5 hafta sonra gelişmeye başlar. Bağırsak tüpünden çıkan tek bir tomurcuk gelişmeye başlar ve bu tomurcuk daha sonra sol ve sağ akciğerleri oluşturmak için büyür ve ikiye dallanır. Akciğerler ve bağırsaklar çok farklı şeyler için kullanılsalar da, özefagus (yemek borusu) ve trakeanın (nefes borusu) vücudunuzda halen, boğazınızda buluştuğu yerde bağlı olduklarını göz önüne aldığınızda, aynı tüpten gelişmeleri mükemmel bir anlam ifade eder. Fakat akciğerlerin gelişimi bize akciğer evrimi hakkında ne söylüyor? İlginçtir ki, birçok balık benzer şekilde gelişen bir yapıya sahiptir. Bu yapıya yüzme kesesi adı verilir ve benzer şekilde bağırsak tüpünden çıkan bir tomurcuk olarak gelişir. Kan damarları, yüzme mesanesinin dışını kapatır ve gazları yüzme mesanesine yatırır ve gazla doldurulmuş yüzme mesanesi balığın yüzmesine yardımcı olur. Bununla birlikte, balıklar yüzer mesaneye kan damarlarından biriktirilmek yerine, yüzeye yüzebilir ve doğrudan havayı yüzme mesanesine hapsedebilir. Ayrıca yüzdürme kabiliyetini düşürmesi gerektiğinde yüzme mesanesinden havayı dışarı aktarabilir. Başka bir deyişle bu balıkların, bizim akciğerimizle aynı şekilde gelişen hava soluma ve gaz değişim organı vardır. Lob yüzgeçli balıklar olan Akciğerli balıklar, bir adım daha iler gidilirse bu organı solunumda, kanlarına oksijen katmak için kullanabilir. Tıpkı tetrapodların yaptığı gibi! Büyük olasılıkla, lob kanatlı balıklarda ilk önce akciğerlerin evrimleşmesi daha muhtemel görünüyor. Bu lob kanatlı balıkların bir kısmı, kendilerini toprağa çekmeye yarayan daha güçlü yüzgeçler geliştirdi. Karada lokomosyonla nefes alma yeteneğini birleştiren bu balıklar, yırtıcılardan arınmış ve böcek avıyla dolu yepyeni bir çevreden faydalanabildiler. Bu balıklar, tetrapodlar haline geldi be önümüzdeki 360 milyon yıl boyunca tüm amfibileri çeşitlendirdiler; sürüngenler, bugün sahip olduğumuz kuşlar ve memeliler. Burak Babacan tarafından blog bölümünde seri olarak kaleme alınmıştır. Yazı serisinin diğer bölümleri; Evrimsel Bilgiler Serisi 2: Memelilerin Yükselişi Evrimsel Bilgiler Serisi 3: Dinozorların Uçuşu

Hakkımızda

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel bilim haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Bilim Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız buradan iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...