Jump to content

Bilim Forum

Yönetici
  • İçerik sayısı

    244
  • Katılım

Bilim Forum kullanıcısının paylaşımları

  1. Ruminantlara has ağız mukozası, tırnak ve meme başı derisi ile rumen mukozası ve myocardiumda yerleşen viral kökenli bir enfeksiyondur. Kültür ırkı sığırların danalarında myocarditis'den ani ölümlere sebep olur. Tipik patolojik lezyonlar vezikül, veziküllerin birkaç gün içinde patlayarak yerlerinde erezyon oluşumu ve bazı olgularda ikincil enfeksiyon nedeniyle tırnağın corium tabakasının ve meme dokusunun yangılanarak komplikasyonu şeklinde seyreder. Hastalık Britanya adaları ve İskandinavya hariç bütün dünya ülkelerinde salgınlara neden olur. Ülkemiz sığırlarında her yıl epizootiler yapar. Hayvan nakliyatı, yetersiz aşılama ve hayvansal materyal ile bulaşır. Çok büyük ekonomik kayıplara, gereksiz aşı ve ilaç tüketimine neden olur. Aşılamaya rağmen suş farklılığı nedeniyle salgınlar tekrar ortaya çıkmaktadır. Sığır, manda, koyun, keçi, domuz, deve ve yabani ruminantlarda görülür. En duyarlı türler sığır ve domuzlardır. Koyun ve keçiler sığırlara oranla kısmen dirençli olduklarından enfeksiyon selim seyreder. Buna karşın kuzular şapa dirençsizdir. Etiyoloji: Ruminantlarda (evcil ve yabani) Picornaviridae ailesinden Aphtovirus hastalığın etkenidir. Virusun 7 serotipi mevcut olup, seotipler arasında antijenik benzerlik olmasına karşın, çapraz (kros) bağışıklık reaksiyonu mevcut değildir. Tip A, O, C, SAT (South African Territories) 1, SAT 2, SAT 3 ve Asia 1 suşları ve serotiplerin komplement fikzasyon testi ile saptanan 61 subtipi ortaya konmuştur. O İndia 53/79, Asia 1 İndia 8/79 gibi. Aphtovirus ikozahedral simetrik ve 24 nm çapa sahiptir. Tek iplikli pozitif polariteye sahip RNA ve dış kapsidi 32 kapsomer kapsar. 8000 bazdan oluşmuştur. 2.8×10 üzeri 6 Dalton ağırlıktadır. Dış kapsid proteinlerinin karakteristik yapısı enfekte hayvanlarda bağışıklık yanıtını stimüle eder. Yapısal proteinlerdeki değişiklikler aşılama veya enfekte hayvanlarda direnç oluşumu üzerinde etkilidir. Tipik epiteliotrop bir virus olup, başta ağız mukozası, meme başı ve tırnak arası derilerine yerleşerek aft'lar meydana getirir. Dana ve domuz yavrularında virusun miyotropizm (myocarditis aphtosa) gösterdiği, bazı olgularda neurotropizm göstererek kalp ve sinir sistemi lezyonlarına neden olduğu ortaya konmuştur. Epidemiyoloji: Çok bulaşıcı bir hastalıktır. Solunum yolu ile bulaşır. Virus kuru dışkıda yazın 14 gün, kışın 6 ay ve idrarda 39 gün etkinliğini yitirmez. pH değişikliklerine çok duyarlıdır. Örneğin pH 6'nın altında etkinliğini yitirir. 4°C'de canlılığını yitirmez. Ultraviyole üzerinde etkili değildir. %60 rutubet en iyi yaşadığı ortamdır. Hastalık enfekte hayvanlar ile yayılır. Koyun, keçi, domuz ve sığırlar, yem maddeleri, nakil araçları hastalığı yayar. Enfekte karkas virus içerir. 60-250 km mesafelere bir anda yayılır. Vertikal ve horizontal bulaşma mümkündür. İklim faktörleri bulaşmada rol oynar. Bir zamanlar Fransa'da çıkan şap salgını rüzgarla İngiltere'ye bulaşmıştır. Aşılı sığırlar şap virusunu farengeal bölgede birkaç ay tutar. Patogenez: İnhale edilen virus farenks ve üst solunum yolları lenfoid dokusunda çoğalır. İlk önce farenks mukozasına yerleşerek primer vezikül oluşturur ve orada çoğalır. Daha sonra kan dolaşımına katılarak bütün vücuda yayılarak süt, idrar, solunum sekresyonları, sperma gibi vücut sıvılarını meydana getiren diğer glanduler dokularda ikinci çoğalma gerçekleşir. Hastalığın veziküler döneminde en fazla virus saçılır. En çok sırası ile süt, sperma, idrar ve dışkı virus saçar. Merada bulaşma bu yolla gerçekleşir. Duyarlılığa bağlı olarak inkubasyon dönemi 14 gün kadar olabilir. Ancak bu dönem 2-4 gün arasında değişir. Virus salya, idrar, süt ve dışkıda mevcuttur. İnkubasyon periyodunu tamamlayarak viremi yapar ve klinik semptomlar ortaya çıkmaya başlar. Ağız mukozası, dil, diş eti ve damakta, 24 saat içinde patlayan içi saydam sıvı ile dolu vezikülleri oluşturur. Benzer lezyonlar tırnak arası derisinde, meme başı ve rumen mukozasında da vardır. Koyunlarda deneysel enfeksiyonu takip eden 17-96. saatler arasında beden ısısında artış saptanmıştır. Ağız mukozası, meme başı, tuçırnak ve rumen vezikülleri ikincil niteliktedir. Veziküller çok kısa zamanda patlayarak yerlerini ateş kırmızısı renkte erezyonlara bırakır. Epitel dokunun stratum spinosum tabakası balon dejenerasyonuna maruz kalır. Hücrelerde ödem sıvısı oluşur. Rumen, retikulum ve omasum epitelinin skuamoz hücreleri yangıya katılır. Danalarda virus miyokardiyal kan hücrelerine affinite gösterir. Özellikle sol ventrikül duvarında makroskopik olarak ortaya konulabilen çizgili sagçhalar (tiger heart) ortaya konur. İskelet kası hücrelerinde hyalin dejenerasyonu şekillenmiştir. Tırnağın corona bölgesinde ve meme başı serisinde şap lezyonlarının öneöi büyüktür. Çünkü oranı düşük ( yaklaşık %5) olmakla beraber komplikasyona neden olarak hayvanların ayakta duramamalarına veya mastitise neden olur. Tırnak komplikasyonları ayakta duramama, panatriumç ve ilerde tırnak düşmesi şeklindedir. Tırnak düşmesi gerçekleşmeden hayvan kesime gönderilir. Bu lezyonlar dört ayakta birden meydana gelebildiği gibi tek tekte lokalize olabilir. Sonuçta ayakta duramayan hayvanda T. coxae, olecranon, sternum ve dışkı ve idrar ile bulaşık kısımlarda kompresyona bağlı decubitis yaraları, deri gangreni (Gangrena integumenti), otoentoksikasyon, sepsis ve hipostatik pneumonie'den ölümler meydana gelebildiği gibi karkas ekonomik değerini tamamen yitirir. Meme başındaki şap lezyonlarının lopları enfekte ederek mastitis oluşumna neden olur. Bir sığırcılık işletmesinde körpe buzağılarda ani ölümler görülürse şap hastalığından şüphelenmek yerinde olur. Çünkü körpe buzağılarda viremi döneminde myocarditisten ani ölümler ortaya çıkar. Diğer klinik belirtiler ortaya çıkmadan akut konjestif kalp yetersizliğinden ve asfeksiden hayvanlar ölür. Semptomlar Ağız mukozası lezyonları: Akut enfeksiyon aşırı salya ile nitelendirilir. Dil, sert damak ve dudakların iç kısmında sayısız veziküller meydana gelir. Aftlar başlıca ağız mukozası, dil ve rumen mukozasında, tırnak arası derisinde, koronar bantta, meme başı derisi ve vulvada şekillenir. Veziküller hızla parçalanır (1-2 gün). Dil el ile kavrandığında mukoza döküntüleri ele gelir ve yerlerinde erezyonlar kalır. Dili kaplayan mukoza sıyrılır. Ağız mukozası lezyonlarının iyileşmesi hızlıdır. Vezikül oluşumundan 10 gün sonra pembe renkte fibröz doku yerini alır ve normal dil papillaları meydana gelir. Çünkü Str. germinativum tahrip olmamıştır. Burun akıntısıda mevcuttur. Önceleri mukoid, daha sonra mukopurulent nitelik kazanır. Meme başı derisi lezyonları: Meme başlarında vezikğller özellikle laktasyondaki ineklerde oluşur. Sağım lezyonlar nedeniyle güçtür. Lezyonlar kolayca enfekte olur ve mastitis ile komplike olabilir. Hoçızla kondüsyon bozulur. Süt verimi kesilir. Aynı şekilde meme başı derisinde oluşan veziküller kısa sürede patlar ve yerlerinde oluşan erezyonlar birkaç gün içinde iyileşir. Ancak mastitis ile komplikasyonda olasıdır. Tırnak lezyonları: Sığırlarda ayak lezyonları koroner bant ve interdigital bölgede hastalığın başlangıcından beri vezikül ve patlaması sonucu erezyon oluşumu şeklindedir. Veziküller birkaç gün içinde patlar ve erezyonlar bir hafta içinde iyileşir. Çok az bir kısım ayak lezyonlarının tırnağın corium tabakasının ikincil enfeksiyon etkenleri ile komplike olarak tuçırnak düşmesine kadar gider. Bu tip komplikasyonların sağaltımı olmayıp karkasın değerini düşürür. Bu nedenle kesim önerilmesş gerekir. Miyokardiyal lezyonlar: Danalarda veziküller gelişmeden virus miyokardial kas hücrelerinde yıkıma neden olur. İşletmelerde şap salgını çıkacak şeklinde kabul edilmelidir. Mortalite, morbidite: Genç ruminantlarda şap hastalığından ölüm oranı %50'ye kadar çıkar. Ancak yaşlı ruminantlarda mortalite oranı %5'i geçmez. Koyun ve keçide semptomlar: Koyun, keçi ve vahşi ruminantlarda klinik olarak daha hafif seyreder ve lezyonlar daha çok ayak aralarında ve ağızda vezikül tarzındadır. Ayaktaki lezyonlar "laminitis" ile komplike olabilir. Koyunlarda benzer semptomlar yanında titreme, diş gıcırdatma, yürümede isteksizlik, topallık gibi belirtiler görülür. 1-2 gün içinde veziküller patlar ve yerlerinde kırmızı renkte, ağrılı erezyonlar ortaya çıkar. İplikvari salivasyon vardır. Çiğneme, yalanma gibi fizyolojik faaliyetlerden hayvan sakınır. Bu tip ağız, tırnak, meme lezyonları bir hafta içinde kendiliğinden iyileşir ve hayvan sağlığına kavuşur. Ancak yem tüketip, su içmediğinden hayvan canlı ağırlık kaybeder. Küçük ruminantlarda ağız lezyonları dudakların iç yüzü, diş eti ve damakta küçük ve yassı karakterdedir. Domuzlarda da benzer lezyonlar ile nitelendirilir. Sağaltım: Virusa etkili ve hastalığa özgü bir sağaltım yöntemi mevcut değildir. Lezyonların kısa sürede iyileşmeleri, kontamine olmamaları amacıyla antiseptik ve kemoterapötik uygulamalarında bulunulur. NSAIDs'lar semptomatik iyileşmeyi hızlandırır. Mukoza antiseptikleri ile ağız mukozası yıkanır. İyot içeren çözeltiler uygundur. Aynı şekilde tırnak ve meme lezyonları antiseptiklerle yıkanarak antibiyotikli pomat ve spreylerle lezyonların iyileşmesi sağlanır. Yumuşak ve sulu yem maddeleri verilir. Korunma: Şap aşılama ve sağlık zabıtası hükümlerini uygulandığında kontrol altına alınabilir. Suş ve alt suş tayini yapılarak hazırlanan aşılardan yararlanılır. Aşı 6 ay etkili olup gerekirse 4 ayda bir tekrarlanabilir. Kolostral pasif transfer sağlanmış danalar yaklaşık 5 ay süre ile korunur. Bu nedenle 4. ayda ilk temel aşılama yapılır. 4 ay ara ile 1 yıl içinde 3 aşı uygulanırsa temel aşılama gerçekleştirilmiş olur. Hastalık çıkan ahır ve sürülerde ve çevresindeki hayvanların imhasına ve hastalığın seyrettiği ülkelerden başka ülkelere hayvan ve her çeşit ürünün ithalatını yasaklama esasına dayanan bu yöntem kesin çözümdür. Kaynakça: Bilal, Tarık.Sığır Hastalıkları, Viral Hastalıklar.,2013.,383-389. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır.
  2. Kendisi 5 Aralık 1901 yılında Almanya'nın Winzburg kentinde dünyaya gelir, erken döneminde babasının oldukça yararını görür kitap arşivi bakımından. Babası Latin edebiyatı ve Latin felsefesi üzerine dersler veren bir öğretmendi ve matematik cahili dense yeridir ama oğlunu erken keşfetmiş olmalı ki, matematik zekasına uygun hangi kitaplar varsa okul kütüphanesinden getiriyor ve oğlunun bunlardan yararlanmasını sağlıyordu. Babasının dikkat ettiği bir unsurda kitapların Latin diline de uygunluk göstermesi, bu dönem Leopold Kronocker'in sayılar kuramı üzerine yazdığı bir doktora tezini getirir oğluna, Heisenberg burada bir problemi çözer ve bir bilim dergisine gönderir (problemde Pell denklemidir) ne var ki dergiden olumlu cevap alamaz ama buna rağmen Heisenberg'in sayılara olan ilgisi azalmamıştır. Anlatılanlara göre kendisi henüz lise yıllarında doktora yapan birisine kalkülüsten geçmesi için yardımda bulunduğu anlatılır. Daha sonra üniversite için Münih üniversitesine kaydolan Heisenberg burada hocası Lindemann'la tanışır ve ne var ki hocasına burada Weyl'in bir kitabını okuduğunu söyler (Lindemann Weyl'i sevmeyen birisidir) hocası da onu geri çevirir, hatta şu sözleri söylediği rivayet edilir: Matematik konusunda zaten çok fazla şey biliyor ve fazlaca ukala, bu sözler Heisenberg'i üzer ve o da matematiğe yakın bir alan olan fizik bölümüne kaydolur, burada -daha sonrada Heisenberg'e esin kaynağı olan- Sommerfeld'le tanışır, Sommerfeld Bohr atom modelini geliştiren kuramsal bir fizikçidir ve alanında başarılı, yüce gönüllü, bilge birisi olarak anılır. Burada Sommerfeld daha sonra Heisenberg'e çözmesi için bir problem verir (bir dönem birçok fizikçiyi uğraştırmıştır bu problem); problem Anormal Zeeman olayıdır, ismini Hollandalı bilim insanı Pieter Zeeman'dan alır, bu olay manyetik alanda spektral çizgilerin kırılmasıdır, bu problemi çözen Heisenberg hocasından oldukça övgüler alır ama bunu doktora tezi olarak kullanamaz çünkü o zaman yeterli donanım ve bilgi yoktur Zeeman olayı üzerine, daha sonra Heisenberg üniversitede ders olarak anlatır bu konuyu. Yeri gelmişken bir şey daha söyleyeyim sonrada Heisenberg'in bilimsel çalışmalarından bahsedeyim. Heisenberg felsefeye de yakın duranlardan şöyle ki, bir eserinde (bu eser Türkçe'de de var, Parça ve Bütün kitabı) atom teorisini Platon'un Timaeus'dan etkilenip yazdığını söyler (giriş bölümünde)Heisenberg Münih üniversitesinden Göttingen üniversitesine geçer, bu sıralar henüz 22, 23 yaşlarındadır ve burada Max Born'la karşılaşması, onun hayatınında dönüm noktalarından olmuştur (Nobel'i bu süreçte almıştır). Şöyle ki; Heisenberg daha önce Bohr tarafından ifade edilen ve kuantum kuramına uyarlanan hidrojen atomunun çıkmazlarını erken yaşta fark etmiş (bu arada Bohr'la tanışması ise Sommerfeld sayesinde olmuştur, bir Bohr festivali sırasında onu da davet eder bu sayede Heisenberg büyük Bohr'u görme ve onunla tanışma onurunu yaşar, daha sonra çokça tartışacaklardır güzel anılar var bu süreçte) ve bu konuda birkaç fikir öne sürmüştür. Bir dönem rahatsızlanan Heisenberg hocası Born'dan izin ister ve Heligoland adında bir yerde dinlenme olanağı bulur, bu dönem Bohr tarafından ifade edilen yörünge, sıçrama olaylarına da açıklık getirmeye çalışır. Bohr atom modeli hidrojen atomu için başarılıdır, çünkü hidrojende tek elektron ve proton bulunur, buna göre her elektron bir alt seviyeye indiğinde ışıma yapar -yani foton yayar- burada kaybedilen enerji salınan frekans enerji deviniminin yinelenme frekansıyla aynı olduğu dolayısıyla hidrojen atomunun kuantum halini açıklamaktadır (çoklu elektronlar için bu durum geçerli değildir) oysa bu durum Heisenberg için kafa karıştırıcı ve yetersiz bulunur, o da bu problemi klasik mekanik cinsinden çözmeye çalışır ve o da atomları birer birer değişmez çarpımlar (basit bir çarpım tablosu gibi) gibi düşünerek onların yer değişemezliğinden bahseder ve bu şekilde bir fikir öne sürer. Daha sonra iyileşip üniversiteye dönen Heisenberg burada konuyu hocası Born'a anlatır, hocası da bu problemi matrislerle çözebileceğini söyler, o zamanlar matris cebiri bilinmesine rağmen -matematikçilerce- bunu çok az fizikçi bilmekteydi, onlardan birisi de Max Born'dur, çünkü matrislerin fiziksel yorumunu yapmak matrislerle işlem yapmaktan daha zordur, matris cebirinin zorluğu da buradan gelir. Burada diğer bir çalışma arkadaşı da -daha doğrusu asistanı- Pascual Jordan'dır, Jordan'a matrisleri muhtemelen Born öğretmiştir, burada onunda yardımını alarak bu problemi çözerler ve bir haksızlığa da neden olarak (bunu açıklayacağım). Problem kısaca (denklemde şu şekildedir; pq-qp=h/2πi) yerin ve momentumun karşılıklı p ve q ile gösterilmesi h/2πi ise durumun kuantize olup matris mekaniğinin temelini oluşturmasıdır. Burada h (yani Planck sabiti) yoksa denklem klasik mekanik şeklini almaktadır (hatta bu denklem Max Born'un mezar taşına da işlenmiştir), i ise bir kompleks sayı olup -1'in kök karesidir (karmaşık sayılardan). Burada birçok makale yayınlanır ve oldukça da başarı elde ederler grupça -Max Born, Jordan ve Heisenberg- hatta bu durum Nobel'e kadar götürecektir. Matris cebiri ile ifade edilen matris mekaniği esasında kuantum mekaniğinin bir koludur (diğer kolu bilindiği gibi Schrödinger'in dalga mekaniğidir ama Heisenberg dalga mekaniği için iyi şeyler söylemez hatta o dalga fikrine bile karşıdır, çünkü Schrödinger'in dalga mekaniği yorumu tamamen klasik olasılıklara dayanır ve sıçrama öngörmez, dolayısıyla Heisenberg'de Bohr'da buna karşı çıkar [kaldı ki dalga bile olsa parçacık yinede sıçrama gözardı edilemez bu açıkçası Schrödinger'in kendi denklemini eksik yorumlamasından kaynaklanır, bunun telafisini daha sonra yine Max Born yapacaktır] birçok defa uzun soluklu tartışmalar bu dönemlerde açılır) daha sonra İngiliz fizikçi Paul Dirac ise bir şeyi fark eder, denklemleri hangi koşulda yazarsa yazsın matris mekaniği ile dalga mekaniği arasında bir paralellik görür (bunu daha sonra Poisson parantezi denilen bir yöntemle çözecektir) ve burada ilginçtir elektronun görelilik halini yazar ve bu da spin denilen, parçacığın bir iç özelliği olan durumu bulur, bu da daha sonra karşı parçacık durumlarını ifade eder vs. Bu esasında üçüncü bir mekaniğin habercisi gibi durur (modern anlamda) ama öyle değildir çünkü Dirac'ın denklemleri bu iki mekaniği birleştirmek ve bunlarda temel dayanak noktasını bulmaktır, tabi o zamanlar deneysel kanıt olmayınca bu düşünceler çok sonraları kabul görür.Heisenberg'den uzaklaştım sanırım biraz: birazda onun belirsizlik ilkesine bakalım. Heisenberg 1927 yılında kendi adıyla anılan bir kuram geliştirir, esasında kuram klasik mekaniğin kütlexhız (yani momentum) ve konumla ilgilidir, bunu atom fiziğine uyarlamak ister ama sonuç o kadar göz alıcıdır ki, klasik fiziğin determinist yapısında bir darbe gibidir, artık fizikte kesinlik yok olasılıklar var, Heisenberg belirsizlik ilkesi kısaca yer/konum biliniyorsa hız bilinmez veya hız biliniyorsa konum bilinemez, bu enerji zamana da uyarlanabilir, bu durum deneysel olmayıp doğanın bu şekilde çalışıyor olmasından ileri gelir (burada birkaç şey daha eklemek istiyorum, o da Max Born ve Nobel Ödülü 1932 yılı Nobel'i açıklanınca bunun sadece Heisenberg'e verileceği söylenildi oysa matris mekaniğinin kurulmasında etkili olan kişi en başta Max Born'dur ve makalelerin birçoğu bu yöndedir ve onun çalışmalarıyla doludur, oysa Nobel komitesi bu durumu göz ardı eder ve ödülü yalnızca Heisenberg'e verileceğini söyler ve bu da bilim tarihine yine bir haksızlık olarak geçer, Max Born'a ödül verilmemesinin nedeni muhtemelen bir Nazi ideolojisine sahip olduğu düşüncesidir oysa değil Born Nazi destekçisi olmak, bu konuda sistemi dahi sertçe eleştirmekten geri kalmaz, birde Born'un çalışma arkadaşı vardı Pascual Jordan, muhtemelen ödülün verilmemesinin nedeni de bu isimdir, çünkü ikisinin çalışmaları ayırt edilemez durumdadır ve Jordan bir Nazi destekçisi olduğu için ödülde muhtemelen bu durumdan dolayı Born'a da verilmedi, tabi bu duruma içerleyen Born durumu daha sonra Einstein'a bildirecek ve şu sözleri aktaracaktır; Heisenberg kuramı ortaya attığında matrislerin henüz ne demek olduğunu bile bilmiyordu, Nobel'e giden yolda çalışmalarımız oldu, demiştir, bu duruma Heisenberg'te üzülür çünkü bu ödülü en çok hocası hak eder ve onunla aynı ödülü paylaşmakta onu ayrıca onura eder. Heisenberg 1932 yılı Nobeline aday gösterilir, bir yıl sonrada Schrödinger ve Dirac gösterilir (iki isim paylaşmıştır Nobel'i) ama tören aynı zamana denk düşürülür, o zaman bilim insanlarımız o kadar gençtir ki (30'lu yaşların başlangıcıdır) törene anneleriyle gelirler bu gurur verici durumu anneleriyle de paylaşmışlardır). Bilimin Öncüleri - Prof.Dr. Cemal Yıldırım (TÜBİTAK Yayınları - 1999) Erwin Schrödinger ve Kuantum Devrimi – John Gribbin (Çev: Prof.Dr.Bahattin Mehmet Baysal - Alfa Yayınları-2013) Uranyum Savaşları – Amir D.Aczel (Çev:Barış Gönülşen - Alfa Bilim Yayınları - 2012) Büyük Fizikçiler (Galile'den Yukava'ya) - İoan James (İş Bankası Yayınları - 2015)
  3. Köpeklerde Kalp Kurdu Hastalığı Dirofilaria immitisin neden olduğu hastalıktır. Hastalık genellikle 4-6 yaşlı, erkek cinsiyetten iri ırk köpeklerde ve evde yaşayanlarda görülür. Parazitin yaşam siklusu: Kan emen sivrisineklerin Dirofilaria immitis ile enfekte köpeklerden I. dönem larvaları almasıyla başlar. Larva sivrisinekte yaklaşık 1-2.5 haftalık süre içinde iki gömlek değiştirir ve III. dönem enfektif larvalar meydana gelir. Sivrisinek başka bir hayvanı ısırdığında III. dönem larva ısırık yarasında 2 hafta içinde IV. döneme ulaşır ve buradan 100 gün içinde deri altı ve damarların advensiya tabakasına ulaşır ve V. dönem larva haline gelir. V. dönem larva öncelikle akciğerlerin kaudal lobunda pulmoner arterlere yerleşir ve burada mikrofiller oluşturacak dişi parazit gelişir. Enfeksiyonun vücuda girişinden erişkin parazit oluşumuna kadar geçen süre 5-6 aydır. Bundan dolayı altı ayın altındaki genç hayvanlarda erişkin dirofilarianın bulunması mümkün değildir. Köpeklerde erişkin parazitin yaşama süresi 3-5 yıldır. Mikrofilerler hastaların %10-67'sinde görülmez. Bunun nedeni konakta gelişen immun reaksiyonlardır. Mikrofilerlerin görülmeye başlamasından sonraki 6 ayda kandaki yoğunluğu sürekli artar, sonra aylarca aynı düzeyde kalır ve yeni bir enfeksiyon olmazsa konsantrasyonu azalmaya başlar. Mikrofilerlerin yaşam süresi 1-2 yıldır. 25 kg canlı ağırlığındaki bir köpekte erişkin parazit 50'yi aştığında parazitlerin tamamı akciğerlerde pulmoner arterlerde yuvalanır. Parazitin sayısı 75'i aştığında parazitlerin bir kısmı akciğer damarlarından sağ atriuma geçer. Parazit sayısı 100'ü geçtiğinde hastalarda vena kava sendromu ortaya çıkar. Akciğerlerde tıkanma, pulmoner hipertansiyon, sağ ventriküller kan hacminde artış ve sağ kalp yetmezliği ortaya çıkar. Klinik Bulgular: Klinik bulguların şiddeti hastalardaki erişkin parazitin miktarı, enfeksiyonun süresi ve konağın parazite karşı geliştirdiği reaksiyona göre değişir. Akciğerlerle ilgili belirtiler ilk görülen semptomlardır. Hafif derecedeki hastalarda klinik muayene bulguları normal olabilir. Orta derecedeki hastalarda egzersiz sonrası solunum güçlüğü, halsizlik, senkop, akciğer kanaması, öksürük ve ağırlık kaybı belirlenir. Şiddetli derecede hastalarda kondüsyon kaybı, taşipne ve dispne, juguler nabız, juguler damar genişlemesi ve asites vardır. Pulmoner arter yapısı bozukluğu ve tromboembolizm durumunda epistaksis, hemoptiz, trombositopeni, hemoglobinüri ve DIC ortaya çıkar. Senkop şiddetli pulmoner bozukluklarda ortaya çıkar. Tanı: Tanıda dikkate alınabilecek bazı değerlendirmeler Kalp kurdu hastalığı altı aylıktan küçük köpeklerde görülmez. Radyografide ağır enfeste olgularda sağ ventriküler genişleme, pulmoner arterde düzensiz genişleme ve kaudal lober arterde değişiklik dikkati çeker. EKG'de ileri dönemde aritmi, P dalgasında uzama izlenir. Kan muayenesinde eozinofili, monositozis, bazofili ve hafif regeneratif anemi görülür. İlerlemiş olgularda DIC ile serum globulin düzeyinde ve karaciğer enzim aktivitelerinde hafif veya orta derecede artış belirlenir. Azotemili olguların %30unda proteinüri dikkati çeker. Mikrofilerlerin varlığı ELISA testi ile kesin olarak saptanır. Kedilerde Kalp Kurdu Hastalığı Akciğer paranşimi ve damarlarının yangısal hastalığıdır. Kedilerde mikrofiler üretimi nadir olduğundan sivrisinekler mikrofiler taşıyan köpekleri emdşkten sonra kedilere ulaştığında hastalığı bulaştırırlar. Klinik Bulgular: Hastalarda öksürük, aralıklı dispne, sporadik kusma, halsizlik, ağırlık kaybı, akciğer kanaması, sinirsel belirti ve ani ölüm ortaya çıkar. Radyografide akciğerlerle ilgili bulgular belirlenir. Eozinofili ve bazofili dikkati çeker. Tanı: Serolojik testlerle konur. Askarit Enfeksiyonu Askarit genç hayvanlarda sık görülen bir nematottur. Parazitin erişkini ince bağırsaklarda bulunur. Hastalarda karın ağrısı, inleme, karında genişleme, kıl örtüsünde matlaşma, büyümede gerileme ve ishal ortaya çıkar. Parazit genç köpeklerde bağırsakta tıkanma, invaginasyon ya da perforasyon ve pnömoni oluşturarak ölüme yol açar. Askarit enfeksiyonunda bulaşma prenatal, galaktojen, oral ve ara konakçıdan olmak üzere dört yolla olur. Yavru ve genç köpeklerde parazitin larvası karaciğer-akciğer göçü, bağırsak duvarına göç veya somatikgöç geçirir. Yaşlı köpeklerde parazitin larvası somatik göç ile kas, böbrek, göz ve beyin dokusuna gider. Enfekte gebelerde larva plasenta yoluyla fötüsü enfekte eder. Ayrıca meme dokusundan süte geçen larvalar süt emme sırasında neonatları enfekte eder. Kedilerde prenatal enfeksiyon bilinmemektedir. Kedilerde Toxocara cati enfeksiyonunun kaynağı fare ve kuştur. Kancalı Kurt Enfeksiyonu Köpeklerde kancalı kurt olarak isimlendirilen nematodlardan en önemlisi Ancylostoma caninum'dur ve kan emme özelliği vardır. Kedilere özgü kancalı kurt Ancylostoma tubeoforme'dir, köpeklerdeki gibi kan emici olmayıp dokuyla beslenir ve bu nedenle daha az patojendir. Köpeklerde görülen diğer kancalı kurtlar Uncinaria stenocephala ve Ancylostoma braziliense'dir, kedilerde de enfeksiyona yol açan bu parazitler kanla beslenmezler ve orta derecede patojendirler. Kancalı kurt enfeksiyonu parazit larvasının prenatal yol, süt, deri ve ara konaklar (fare, kuş ve böcek gibi) aracılığıyla alınması sonucu bulaşır. En sık görülen bulaşma yolu larvanın ağız yoluyla alınması veya derinin larva tarafından aktif olarak delinmesiyle olur. Ancylostoma caninum enfeksiyonunda süt yolu ile bulaşma sık oluşur. Deriyi delerek giren etken somatik göç ve dolaşım yoluyla önce akciğerlere sonra bağırsağa geçer. Etken ağızdan alındığında direkt bağırsağa geçer. Hastalarda ortaya çıkan başlıca semptomlar melena, mukozalarda solgunluk, halsizlik, zayıflama ve dehidrasyondur. Küçük köpeklerde ani gastroenterit ve ölüm meydana gelir. Yaşlılarda ve ölmeyen gençlerde demir eksikliği anemisi oluşur. Kamçılı Kurt Enfeksiyonu Trichuris vulpis köpeklerde direkt olarak kalın bağırsağa yerleşir. Trichuris companula kedi ve köpeklerde sekum ve kolona yerleşir. Kan ve dokuyla beslenir. Tifilite ve kronik karakterli ishale yol açar. İshal zaman zaman ortaya çıkar, dışkıda mukus ve bazen kan bulunur. Dışkılama tenesmus tarzındadır. Strongyloid Enfeksiyonu Köpek yavrularında önemli bir sorundur. İnce bağırsağın proksimalinde mukozaya yerleşir. Mukoza yıkımlanmasına ve hemorajik ishale neden olur. Vücuda ağız ve deriden girer. Larvaların akciğer göçü vardır. Hastalarda kusma, ishal, sıkıntılı solunum ve düşkünlük ortaya çıkar. Tenya Enfeksiyonu En yaygın tenya türlerinden Dipylidium caninum pire ve bit aracılığı ile bulaşır. Anal prurite neden olur. Sık görülen diğer tenyalar köpekte Taenia pisiformis, kedide Taenia taeniaeformis'dir. Etken enfekte arakonağın yenmesiyle alınır. Koksidiyozis Hastalığa İsospora spp. yol açar. Yaşı 6 aydan küçük olanlarda ve immun sistemi zayıflamış erişkinlerde ortaya çıkar. İnce ve kalın bağırsak tipi ishal görülür. Dışkı nadiren mukus veya kan içerir. Kusma, halsizlik, ağırlık kaybı ve dehidrasyon görülebilecek diğer belirtilerdir. Kriptosporidiyozis Kedilerde kronik ishale, köpek yavrularında akut ishale yol açar. Genellikle ince bağırsak ishali şeklindedir. Diğer enfeksiyöz hastalıklarla komplike bir şekilde ortaya çıkar. Zoonoz bir hastalıktır. Hastalık asemptomatik seyredebilir veya immun sistemin baskılandığı durumlarda görülür. Etken villus atrofisine bağlı malabsorbsiyona yol açar. Hastalarda bol sulu dışkılama dikkati çeker. Dışkıda kan ve mukus görülmez. Giardiozis Akut ve kronik seyirli ince bağırsak veya kalın bağırsak ishaline yol açar. Absorbsiyon bozukluğu ve protein kayıplı enteropati ile karaterizedir. Genç kedi ve köpeklerde kötü kokulu, açık parlak renkli sulu dışkılama ve kedilerde kusma görülür. Trikomoniyazis Kedilerde kalın bağırsak ishaline yol açar. İshal aralıklı olarak ortaya çıkar. Toksoplazmozis Kedilerde bağırsak epiteline yerleşir. Kedilerde ve diğer ara konaklarda sistematik enfeksiyona yol açar. Enfeksiyon enfekte küçük rodentlerin veya kistli sığır etinin çiğ olarak yenilmesiyle bulaşır. Transplasental ve transmamarik bulaşma da gerçekleşir. Genç ve immunosuprese hayvanlarda ortaya çıkar. Hastalık nadirdir. Kediler ataksi, halsizlik, dispne, taşipne, öksürük, optik nörit, koriyoretinit, ikterus, kusma, ateş, köpeklerde ise neosporozise benzer belirtiler gösterir. Hastaların serum immunoglobulin M ve G düzeylerinde artış olur. Tanı IFAT ve ELISA test sonuçları değerlenrilerek konur. Kaynakça: Yarsan, Ender.,Kedi ve Köpek Hekimliği.,Kardiyovasküler Sistem Bozuklukları.,2015.,2012-204. Yarsan,Ender.,Kedi ve Köpek Hekimliği.,Sindirim Sistemi Hastalıkları,.2015.,252-254. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır.
  4. Deri Skuamöz Hücre Karsinomu (Epidermoid Carcinoma) Skuamöz hücre karsinomu, köpeklerde en yaygın gözlenen kötü huylu deri tümörlerindendir. Kedilerde de yaygın olarak gözlenmektedir. Yaşlı hayvanlar (kedilerde ortalama 12 yaş, köpeklerde 8 yaş) daha çok etkilenmekle birlikte ırk predispozisyonu tam olarak bilinmemektedir. Bu tümörler genellikle vücudun kılsız bölgelerinde ve pigmentsiz veya pigmentli bölgelerinde gözlenir. Köpeklerde skuamöz hücre karcinomunun en fazla gözlendiği bölgeler, gövde, bacaklar, scrotum, dudaklar ve tırnak kökleridir. Kedilerde ise lezyon yaygın olarak baş bölgesinde şekillenmekte ve bu bölgede de burun ucu, kulak kepçesi, göz kapakları ve dudaklar etkilenmektedir. Klinik Bulgular: Skuamöz hücre karsinomunda ilk olarak hem proliferatif hem de erozif bir lezyon kendini belli eder. Proliferatif lezyonlar kırmızı sert bir plaktan çöğunlukla ülserleşen karnabahar benzeri bir lezyona kadar değişik biçimlerde gözlenebilir. Erozif lezyon kedilerde yaygındır, başlangıçta yüzeysel olan lezyon kabuklanır ve ileride derin bir ülser halini alabilir. Kedilerde fasial bölgede şekillenen skuamöz hücre karsinomları lokal olarak invaziv bir seyir izler ancak metastaz olayı oldukça geçtir. Tanı: Klinik olarak lezyonu tanımak mümkündür ancak kesin tanı için histopatolojik inceleme gereklidir. Sağaltım: Kedilerde fasial bölgede gözlenen skuamöz hücre karsinomları için birçok tedavi seçeneği mevcuttur. Kitlenin cerrahi olarak rezeksiyonu veya kirioşirurji tedavinin temelini oluşturmaktadır. Kulak kepçesi ve göz kapağı skuamöz hücre karsinomu bulunan 102 kedide agresif kirioşirurji uygulamasının neredeyse lezyonların %100’de etkili olduğu ancak burun ucu skuamöz hücre karsinomu bulunan olgularda ise %70 oranında başarı sağladığı bildirilmektedir. Bunlara ek olarak kemoterapi uygulamalarıda yapılabilmektedir. Deri Papillomatosisi Deri papillomu viral bir hastalıktır. Köpek ve kedilerde nadir olarak gözlenir. Köpeklerdeoral papillomatosis ise yaygın olarak gözlenmektedir. Bu tür lezyonlar genellikle bağışıklığın gelişmesine bağlı olarak regrese olurlar. Klinik Bulgular: Vücudun değişik yerlerinde papillomatosise rastlanılabilir. Hasta sahibi genellikle deri üzerinde şekillenen büyümeyi (tümörü) fark eder. Bu tip tümörler yavaş gelişirler, çoğunlukla ağrısızdırlar ve kolayca hareket ettirilebilirler. Papillomlar değişik büyüklüklerde, saplı veya sapsız karnabahar benzeri görünimde beyaz veya değişik renklerde olabilirler. Tanı: Klinik bulgulara göre tanı kolaydır. Diğer tümörlerden veya kitlelerden ayırt edilebilmesi için histopatolojik inceleme gereklidir. Sağaltım: Papillomlar bağışıklığın gelişmesi ile genelde 2-3 ay içerisinde regrese olurlar ancak bazılarının regrese olması 9 ay kadar sürebilir. Otogen aşı ve kemoterapi uygulamaları sağaltımda yararlı olmaktadır. Ancak otogen aşı bu tarz uygulamaların, uygulama bölgesinde malignant deri tümörlerine neden olduğu için önerilmemektedir. Cerrahi olarak papillomların eksizyonu yapılabilmektedir. Deri Melanomu Melanomlar pigment hücrelerinden köken alan tümörlerdir. Köpek ve kedilerde deri melanomları oldukça nadirdir. Köpeklerde bütün deri tümörlerinin yaklaşık %4-6’sı, kedilerde bütün deri tümörlerinin %1-2’sini melanomlar oluşturmaktadır. Köpeklerde en fazla deride, ağızda ve parmaklarda şekillenmektedir. Melanomlar daha çok yaşlı hayvanlarda görğlmekle birlikte Scotish Terrier, Boston Terrier, Airdale, Cooker Spaniel ve derisi aşırı pigmentasyon içeren köpek ırkları bu tip tümörlere predispozedir. Klinik Bulgular: Makroskopik olarak melanomlar düz, plak benzeri ve kabarık kitlelerdir. Melanomlar genellikle koyu kahverengi veya siyah renkte tamamen diğer dokulardan ayrılmış kitleler olarak gözükmektedir. Malign olan tümörler daha geniş alanlara yayılabilir, daha az pigment içerir ve ülserleşebilirler. Bazı melanomlar (amelanotik melanomlar) pembemsi renkte görülebilir. Tanı: Kesin tanı histopatolojik inceleme ile konulabilir. Tümör metastazın belirlenebilmesi için akciğer radyografisi ve abdominal ultrasonografi yararlı olmaktadır. Bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntüleme tümörün kapladığı alanın tam olarak saptanmasında ve uygun sağaltım seçeneğinin belirlenmesinde oldukça yararlı bilgiler vermektedir. Sağaltım: Benign melanomların sağaltımında geniş cerrahi eksizyon en iyi seçenektir ve oldukça başarılı bir tekniktir. Malign melanomlarda ise cerrahi eksizyonla birlikte radyoterapi veya kemoterapi uygulanmalıdır. Yalamaya Bağlı Granulomlam (Lick Granuloma) Devamlı yalamaya veya çiğnemeye bağlı olarak oluşan, acral lick dermatitis, acral proritik nodül, acropuritik granuloma, pisikojenik dermatos adıylada bilinen granulomlardır. Yaygın olarak carpus ve metacarpusun cranial ve medial yüzünde, tarsus ve metatarsusun cranial ve lateral yüzeyinde şekillenmelerine rağmen, genellikle tek veya unilateral olarak vücudun herhangi bir yerinde gelişebilirler. Büyük ırk, yaşlı erkek köpeklerde, özellikle Labrador Retrievers, Golden Retriever, Alman Çoban köpeği, Alman Shorthair Poainters, Great Danes, Saint Bernard ve Pit Bull gibi köpek ırklarında yaygın olarak gözlenmektedir. Yaraların, yabancı cisimlerin, enfeksiyonların ve muskoskeletal sistem ağrılarının lezyonun başlamasında etkili olduğu, çoğu lick granulomaların pisikojen (obsesif-kompulsif bozukluk) nedenlerden kaynaklandığı ve can sıkıntısı, inaktivite veya çevresel değişikliklerle ilgisi olduğuna inanılmaktadır. Klinik bulgular: Lezyon kıllardan yoksun, kalınlaşmış, katı, ülserli, eritromatoz ve hiperpigmente bir alan ile çevrelenmiştir. Sekonder olarak şekillenen furunkulosis ve apokrin adenitis lezyonun yaygınlaşmasına ve büyümesine eşlik edebilir. Yüzeysel doku aşınmış ve kemik açığa çıkmış olabilir. Lezyonun perostu mekanik olarak etkilemesi ile bazen topallık gözlenebilir. Tanı: Dermatolojik muayenede, deri kazıntısı alınmalı bununla birlikte mantar testi, biyopsi, radyografik inceleme ve alerji testleri yapılmalıdır. Bunun yanında tiroid fonksiyon testleri veya hipoallerjik diyet denemelerinin uygulanması gerekli olabilir. Sağaltım: İlk olarak yapılması gerelçken hayvanın bölgeyi yalamasını engellemektir. Bu amaçla bandaj uygulaması, yakalık takılması ve topikal yalamayı önleyen ajanların kullanılması önerilmektedir. Diğer taraftan radyoterapi, kirioşirurji, lezyonun cerrahi olarak uzaklaştırılması, davranışları kontrol altına alan ilaçların kullanılması, akupunktur tedavisi ve diğer medikasyonlat denenebilir. Göz Kapağı Tümörleri Göz kapağı kitleleri yangısal veya neoplastik olabilir. Köpeklerde göz kapağı neoplastik oluşumları oldukça yaygındır ancak fazla yayılım göstermezler ve uygun tedaviye olumlu yanıt verirler. Bu tümörlerin çoğunluğu iyi huyludur ve köpeklerde en sık rastlanılan tümör türü sebaceous adenomdur. Skuamöz hücre karsinomu, adenokarsinom, basal hücre karsinomu, hemangiosarkom veya fibrosarkom gibi kötü huylu tümörler nadir olarak (%10) gözlenirler. Klinik Bulgular: Köpeklerde göz kapağı tümörlerinin gözlendiği ortalama yaş 8 yaştır. Kitleler göz kapağı üzerinde, kenarında veya konjuktival yüzde gözle görülebilir ve palpe edilebilir. Bu kitleler pembe veya farklı pigmentasyonlarda ve çok loblu bir yapı şeklinde kolayca tanınır. Buna ek olarak konjuktivitis, blefaritis, epifora, konjuktival hiperemi, korneal vaskularizasyon veya pigmentasyon gözlenebilir. Tanı: Klinik tanı kolaydır. Metastazların değerlendirilmesi açısından torasik ve abdominal radyografi veya abdominal ultrasonografi gerçekleştirilebilir. Diğer taraftan yangısal olgular histopatolojik inceleme ile tümoral oluşumlardan ayırt edilmelidir. Sağaltım: Kemoterapi, radyoterapi veya immunoterapi bazı tümörler için tek başına ve birlikte yeterli olabilir. Ancak en radikal sağaltım seçeneği kitlenin cerrahi yolla uzaklaştırılmasıdır. Bu amaçla kirioşirurji veya lazer cerrahisinden yaralanılabilir. Kaynakça: Yarsan, Ender., Kedi ve Köpek Hekimliği.,Kanser ve Sağaltım Uygulamaları.,2015,.698-701. Kedi ve köpeklerde bulbus oküli tümörlerin yaygın şekillendiği bir bölge değildir. Orbita tümörleri, çoğunlukla yaşlı köpeklerde gözlenmekle birlikte primer ve kötü huyludurlar. Köpeklerde en sık karşılaşılan orbital tümör adenosarkomlardır. Bunun yanında adenom, malign melanom, mast hücre sarkomu, osteojenik sarkom, sarkom ve fibrom gibi tümörler gözlenebilmektedir. Kedilerde intraoküler tümörler arasında en sık gözlenen tümör tipi malign melanomlardır. Klinik Bulgular: Orbital tümörler yavaş gelişir. Çoğunlukla ekzoftalmus ve bulbar konum değişiklikleri gözlenir. Bazen tümörün yerleştiği göre enaftalmus görülebilir. Orbital tümörler başlangıçta ağrısızdırlar. Retrobulbar kitlelerin büyümesi neticesinde bulbus okuli dereceli olarak yer değiştirir ve bunun sonucunda strabismus şekillenir. Çoğu tümör varlığında bile görüş kaybolmayabilir. Ancak optik sinirden veya buraya ait dokulardan köken alan tümörlerde görüş kaybı şekillenir. Ultrasonografi ve oftalmaskopik muayenede bulbus okuli arka bölümünün corpus vitreuma doğru kabartı yaptığı izlenebilir. Tanı: Ekzoftalmus gözlenen olgularda pupilla dilate edilerek bulbus okülinin ayrıntılı bir oftalmaskopik muayenesi gerçekleştirilmelidir. Bunun yanında kafatası ve ağız boşluğunun tam muayenesi yapılmalıdır. Ultrasonografi intraoküler tümörlerin belirlenmesinde oldukça etkili bir tanı aracıdır. Kafatasının radyografik muayenesi ve bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme tanıda oldukça yararlıdır. Sağaltım: Metastazı bulunmayan ve sınırları belirgin olan tümörlerin cerrahi olarak uzaklaştırılması ve görüşün korunması mümkündür. Ancak bulbus oküli korunması mümkün olmadığı durumlarda bulbus okülinin total olarak uzaklaştırılması gerekir. Radyoterapi göze zarar verdiği için tavsiye edilmemektedir. Lenfoma hariç oküler tümörler için kemoterapi uygun değildir. Kulak Kepçesi ve Dış Kulak Yolu Tümörleri Köpek ve kedilerde dış kulak yolu tümörleri pek yaygın değildir. Ancak bunlar kulak yolunu oluşturan veya destekleyen yapılardan kaynaklanabilirler. Dış kulak yolunda en sık karşılaşılan tümör seruminöz gland adenomları veya adenokarsinomlardır. Bunun yanında skuamöz hücre karsinomu, bazal hücre tümörleri ve mast hücre tümörleri gözlenmektedir. İyi huylu olanlar ise yangısal polipler, papillomlar, histiositomlar ve seruminöz gland adenomlarıdır. Kulak tümörleri, köpeklere göre kedilerde daha agresiftir ve köpeklerde çoğu seruminözgland tümörü iyi huyludur. Ancak kedilerde bu tip tümörler genellikle kötü huyludur. Dış kulak yolu tümörlerinin çoğu birlikte seyreden bakteriyel ve maya enfeksiyonu ile ilişkilidir. Özellikle kronik otitislerin hiperplaziye neden olduğu ve bununda sonunda displazik veya neoplastik değişikliklere yol açabileceği öne sürülmektedir. Kedilerde kulak kepçesinde görülen en yaygın tümör skuamöz hücre karsinomudur. Bu tür tümörler genellikle beyaz ve yağlı kedilerde gözlenir. Kedi ve köpeklerde kulak kepçesinde gözlenen diğer tümörler melanom, fibrosarkom, basal hücre tümörü, fibrom, lipom, histiositom, papillom ve mast hücre tümörleridir. Klinik Bulgular: Dış kulak yolundan kaynaklanan bir tümör bulunan hayvanda, ilk olarak bakteriyel bir otitis eksterna tablosu düşünülmelidir. Dış kulak yolunda küçük, saplı kitlelerin varlığı seruminöz gland hiperplazisi veya adenomu, papillom ve yangısal polipleri akla getirmelidir. Skuamöz hücre karsinomu, genellikle kulak ucunda gözlenir ve lezyonlu bölgede küçük kıllar mevcuttur. Bailangıçta lezyon hiperemik bir deri gibi görülebilir. Lezyonlar ilerledikçe erozyon, ülserasyon, kabuklanma ve kalınlaşma izlenir. Kulak hafif bir travma ile kanayabilir. Tanı: Dış kulak yolu tümörlerinde kafatasının radyografisi alınmalı ve temporal kemikte lizis değerlendirilmelidir. Buna ek olarak metastaz için akciğer radyografisi alınabilir. Kesin tanı için biyopsi örneği alınarak histopatolojik inceleme gereklidir. Sağaltım: Özellikle skuamöz hücre karsinomundan korunmak için kulağın pigmentsiz bölgelerine güneş ışınlarından koruyucu kremler veya losyonlar uygulanabilir. Krioşirurji ve radyoterapi kulak kepçesinin cerrahi olarak uzaklaştırılmasına bir alternatif olabilir. Krioşirurji küçük yüzeysel tümörler için tedavi edici olabilir ancak lokal olarak tümör nüksü yaygındır. Dış kulak yolu tümörleri için en radikal sağaltım dış kulak yolunun total ablasyonudur. Kulak kepçesi tümörlerinde bölgenin cerrahi rezeksiyonu, kirioşirurji ve fotodinamik terapi sağaltım seçenekleri arasındadır. Kedilerde ilerlemiş ve daha agresif olgularda sistemik kemoterapi uygulanabilir. Oral Tümörler Kedi ve köpeklerde oral kavite tümörlerin en yaygın gözlendiği dördüncü bölgedir. Oral tümörler bütün malignant tümörlerin köpeklerde %5, kedilerde ise %7’sini oluşturmaktadır. Malignant tümör gelişme riski dişi köpeklere göre erkek köpeklerde daha fazladır. Oral tümörler ağız mukozasından, dilden, peridontdan, odontogenik dokudan, mandibuladan, maksilladan, tonsillerden ve dudaklardan köken almakta ve köken aldığı dokudan başka diğer komşu dokulara yayılabilmektedir. Oral tümörlere predispoze olan ırklar Boxers, German Sheperds, Golden Retrievers, Cocker Spaniels, Poodles, German Shorthaired Pointers, Collies, Old English çoban köpekleri ve Weimaraners’dir. Oral tümörler genellikle orta yağlı ve daha yaşlı köpeklerde gözlenmektedir. Ancak oral papillomlar 1 yaş ve daha genç köpeklerde de görülebilmektedir. Köpeklerde en sık karşılaşılan oral malignant tümörler malignant melanoma, skuamöz hücre karsinomu ve fibrosarkomlardır. Skuamöz hücre karsinomu kedilerde en yaygın gözlenenboral malignant tümördür. Kedilerde benign oral tümörler epulislerdir. Malignant melanomalar köpeklerde en sık gözlenen malignant tümörlerdir, kedilerde ise nadir olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tip tümörler çabuk büyürler ve beyaz-gri veya kahverengi-siyah renginde katı ve vasküler yapıdadırlar. Genellikle gingivadan köken alırlar ve erken lolak invazyon göstermeleri ile karakterize edilirler. Olguların %80′ inde bölgesel lenf nodülü veya akciğer metastazı gözlenir. Skuamöz hücre karsinomu kedilerde en sık, köpeklerde ise ikinci yaygın gözlenen malignant oral tümördür. Bu tümörler gingiva, dudak, dil veya tonsillerde şekillenmektedir. Bu kitleler kırmızı, gevrek, damarlı ve bazen ülsere olabilirler. Orofarinksin önünde gözlenen çoğu tümör, lokal olarak invazivdir ve çoğunlukla kemik içine invaze olurlar. Metastaz özellikleri pek yoktur ancak orofarinksin kaudaline yerleşenler çok infiltratiftir ve çok hızlı metastaz yaparlar. Tonsillar skuamöz hücre karsinomları hızlı büyürler, lenf düğümü ve akciğer metastazı yapma olasılıkları oldukça yüksektir. Fibrosarkomalar primer olarak köpeklerde gözlenmektedir. Bu tümörler yaygın olarak maksilar gingiva ve sert damakta gözlenmektedir. Pembe- kırmızı renkte sert, düzgün çok loblu yapılar halinde ve çoğunlukla altta bulunan dokuya yapışık şekilde görülürler. Lokal olarak kemiği içeren infiltrasyon yaygındır ancak metastaz olayı pek gözlenmez. Epulisler oral kavite en yaygın gözlenen benign neoplazilerdir ve köpeklerde bütün oral neoplazilerin %30′ unu oluştururlar. Kedilerde ise nadir olarak gözlenirler. Bu tümörler peridontal ligamentten köken alan katı gingival kitlelerdir. Epulislerin 3 tipi vardır; fibromatöz, ossifiye ve akantamöz. Fibromatöz olanlar gingival sulkustan köken alan, noninvasiv, katı, düzgün ve pembe kitlelerdir. Bunlar tek veya birden fazla, saplı veya sapsız olabilirler. Ossifiye epulisler, fibromatöz olanlara benzer ve bunlardan farklı olarak peridontal ligamentin stroması içinde büyük miktarda osteid matrikse sahiptirler. Çok serttirler ve zor kesilirler. Akantamöz epulisler benign olarak klasifiye edilmelerine rağmen çoğunlukla lokal olarak agresiftirler ve bazen histolojik olarak skuamöz hücre karsinomundan ayırt edilmeleri zordur. Bunlar epulislerin en yaygın görülen tipidir ve sık olarak kemiğe infiltre olurlar ve kemiğin erimesine yol açarlar. Akantamöz epulisler çoğunlukla rostral ve mandibular kanin dişlerde şekillenirler. Ameloblastomlar dental laminadan köken alan iyi huylu tümörlerdir. Bu tümörler genellikle genç köpeklerde gözlenir ve rostral mandibulaya involve olurlar. Bu tip tümörler intraosseoz olarak gelişirler, lokal olarak invazivdirler ve metastaz yapmazlar. Odontomalar nadir gözlenen benign tümörlerdendir ve bu tümörler dental folikülden köken alırlar. Oral papillomlar genç köpeklerde papillomavirus veya papovavirusun neden olduğu iyi huylu tümörlerdir. Bunlar primer olarak bukkal ve gingival mukozada gelişirler ve multiple gri- beyaz saplı lezyonlar olarak görülürler. Oral papillomlar viral ajanlara karşı şekillenen bağışıklıktan dolayı, yaklaşık 2-3 ay içerisinde kendiliğinden regrese olurlar. Klinik Bulgular: Oral kavitede yer alan tümörler kolayca görülebilir. Ancak orofarengeal bölgedeki tümörlerin muayenesi için sedasyon veya anestezi gerekebilir. Büyüyen neoplazilerin yüzeyleri ülsere, enfekte ve nekrotik olabilir. Bunun yanında ağızdan kan gelmesi, yemede güçlük, ağızdan kötü koku gelmesi, anoreksi, ağırlık kaybı, dişlerde kayıp veya yerinden oynama, salivasyon, yüzeyde deformite ve burun akıntısı gözlenebilir. Tonsillar skuamöz hücre karsinomu bulunan olgularda ise orofaringeyal obstruksiyon ile ilgili bulgular en olarak lenf düğümü metastazına bağlı olarak ventral servikal şişkinlik gözlenmektedir. Tanı: Klinik bulgular ışığında tanı kolaydır. Ancak akciğer metastazı açısından en az iki yönlü akciğer radyografileri alınmalıdır. Kafatası radyografileri, bilgisayarlı tomografi ve manyetik resonans görüntüleme tanıda oldukça faydalıdır. Granulomlar, gingival hiperplazi, enfeksiyon ve eosinofilik granuloma kompleks gibi olgulardan ayırt etmek için histopatoloji kesinlikle yapılmalıdır. Sağaltım: Her şeyden önce tümörün sitolojik analizinin yapılması, prognoz ve sağaltım açısından oldukça önemlidir. Bu şekilde cerrahiden başka sağaltım seçenekleri tek başına ve kombine edilerek uygulanabilir. Tedavi seçenekleri arasında radyoterapi, hipertermi, kemoterapi, krioşirurji, immunoterapi ve fotodinamik terapi yer almaktadır. Skuamöz hücre karsinomları radyosensitivdir ve radyoterapi ile başarılı bir şekilde tedavi edilebilirler. Fibrosarkomlar ise radyoterapiye karşı dirençlidir. Papillomlar bazı hayvanlarda otogen aşılarla tedavi edilmektedir ancak bu tarz uygulamalar, uygulama bölgesinde malignant deri tümörlerine neden olduğu için önerilmemektedir. Epulisler geniş cerrahi eksizyonla veya radyoterapi ile kolayca tedavi edilebilmektedir. Cerrahi olarak tümörün uzaklaştırılması mümkündür. Ancak cerrahi sağaltım prosedürü tümörün tipine, bölgesine, kapladığı alana, aşamasına, hastanın yaşına ve sağlık durumuna bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Kaynakça: Yarsan, Ender,.Kedi ve Köpek Hastalıkları.,Kanser ve Sağaltım Uygulamaları.,2015.,702-706. Kolorektal Tümörler Kedi ve köpeklerde, gastrointestinal sistem tümörleri en yaygın olarak ağız boşluğunda daha sonra kolon ve rektumda görülür. Bu tümörler ortalama 6-9 yaş arasındaki hayvanlarda gözlenir. Sindirim sistemi tümörlerinden, köpeklerde %36-60’ını kedilerde ise %10-15’ini kolon ve rektum tümörleri oluşturur. Köpeklerde rektumda görülen en yaygın tümör çeşidi adenomatöz poliplerdir. Bunların %40’ı iyi huylu ve %60’ı kötü huylu tümörlerdir. Kolorektal tümörler Boxer, Alman Çoban Köpeği, Poodles, Great Danes ve Spaniels köpek ırklarında daha yaygın görülmektedir. Köpeklerde görülen en yaygın tümör tipi adenomlardır ve kalın bağırsak tümörlerinin %50’sini oluşturmaktadır. Adenomlar, genellikle saplı küçük tümörlerden, çoğunlukla da sapsız büyük lezyonlara kadar değişen çeşitli yapı ve büyüklüklerde neoplastik poliplerdir. Klinik Bulgular: Kolon tümörü olan kedi ve köpeklerde klinik bulgular kolitis veya kalın bağırsak obstrüksiyonundaki semptomlara benzemektedir. Hasta sahibinden alınan anamnezde rektumdan kan geldiği, ıkınma ve ishal olduğu öğrenilir. Çoğu kötü huylu tümörlerde görülen kronik hastalık tablosu ve zayıflama vardır. Spesifik bulgular tümörün lokalizayonu ve tipine göre değişmektedir. Adenokarsinomlar ıkınma ve az miktarda dışkı yapılmasına sebep olurlar. Adenokarsinomların infiltre olanlarında dışkı ince bir şerit şeklinde görülmesi oldukça yaygındır. Ülserli tümör tiplerinde dışkı kanlı olmaktadır. Rektal yerleşimli tümörlerde bağırsak alışkanlığında değişiklikle birlikte rektal dolgunluk, kanama ve ıkınma görülmektedir. Kolon ve rektumda polip bulunan köpeklerde, malign tümörlerin sebep olduğu zayıflama meydana gelmez. Bu hayvanlarda görülen bulgular, dışkılama sonrasında şekillenen ıkınma ve uzun süre tedaviye cevap vermeyen kanlı, mukoid bir ishal tablosudur. Çok şiddetli ıkınma olan hastalarda, tümörün bazen rektumdan çıktığı görülebilir. Tanı: Rektal muayene ile tümörler elle palpe edilebilir. Bunun yanında kolonoskopi ile bütün kolorektal tümörler kolayca tespit edilebilir. Teşhis için diğer tanı yöntemleri kullanılmış olsa bile baryumlu radyografiler oldukça yararlı bilgiler sunar. Bilgisayarlı tomografide kitleler kolayca belirlenebilir. Manyetik rezonans görüntüleme, karın anatomisinin solunum hareketlerinden etkilenmesi sebebiyle teşhisten çok soliter organ metastazlarının takibinde, pelvik bölgenin değerlendirilmesinde tercih edilmektedir. Sağaltım: Kolorektal kanserlerin tedavisinde cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi gibi sağaltım yöntemleri ayrı ayrı veya birlikte kullanılabilir. Kolorektal tümörlerde primer tedavi biçimi cerrahi rezeksiyondur. Lenfosarkomlar kemoterapiye yanıt verebilir. Rektal tubulopapillar polipler piroxicam tedavisine iyi yanıt verir. Radyoterapi 3 cm’den daha küçük ve rektumun distalinde ve anal kanal içinde kalan kitleler ile sınırlıdır. Meme Tümörleri Meme tümörleri kedilere göre köpeklerde daha fazla gözlenir. Dişi köpeklerde erkek köpeklere göre daha sık karşılaşılır. Köpeklerde görülen meme tümörlerinin %50’si, kedilerde gözlenen meme tümörlerinin %90’ı kötü huyludur. Genellikle lenfatik sistem ve kan damarları yoluyla bölgesel lenf nodüllerine ve akciğerlere yayılır. Nedenleri tam olarak bilinmemektedir ama erken yaşlarda ovaryohisterektomi yapılan bireylerde meme tümörü seyrek görülür. Bazı kötü huylu meme tümörleri cerrahi yöntemle uzaklaştırıldıktan sonra nüks etmez veya saçılmaz. Eğer tümör papillar ya da tubuler karsinom tarzında ise sert veya anaplastik karsinomlara göre daha iyi prognoza sahiptir. Klinik Bulgular: Tümörün boyutuna göre ağrı değişebilir. Hayvanda huzursuzluk vardır. Meme tümörü en çok poodle, Boston terrier, Fox terrier, Airdale terrier, Dachshund, Great Pyrenee, Samoyed, Pointer, Retriever, Seter ve Spaniel ırkı köpeklerde gözlenir. Hiç gebe kalmamış kedilerde daha yaygındır. Orta ve ileri yaşlarda oran artar. En sık tümör gözlenen yaş 10 yaş ve üzeridir. Kitlenin boyutu 2 mm’den 8cm’e kadar değişebilir. Çoğunlukla kaudal meme bezlerinde gözlenir. Tek veya her iki meme zincirinde de neoplazma oluşabilir. Özelliği bakımından sapsız-saplı, sert kistik, ülserli-üzeri kıl ve deri ile örtülmüş şeklindedir. Eğer meme dokusu yaygın bir şekilde ödemli ise yangısal karsinom veya mastitis akla gelmelidir. Yangısal meme tümörleri eninde sonunda ülserleşir. Bölgesel lenf yumrularında büyüme gözlenebilir. Hayvan kronik öksürük ve topallık varsa metastazdan endişe edilir. İlerlemiş olgularda genel durum bozukluğu ve meme bölgesinde ağrı bulgusu alınır. Tanı: Genellikle fiziksel muayene sırasında tesadüfen tanı konabilir. Hasta sahibi memelerde anormal kabartılar veya akıntıların geldiği şikayetinde bulunur. Görüntüleme (göğüs filmi, BT, CT, US) yöntemleri ile tümörün saçılıp saçılmadığı tespit edilir. Tam kan analizi, biyokimyasal değerler ve idrar analizi ile histopatolojik inceleme sonucunda tümörün iyi huylu veya kötü huylu olduğuna karar verilir. Sağaltım: Sağaltımda kitlenin şirurjikal yöntemle uzaklaştırılması en etkin seçenektir. Nasal Tümörler Burun boşluğu ve paransal sinüslerde görülen tümörlere denir. Burun boşluğu ve paranazal sinüs tümörleri seyrek gözlenen kitlelerdir. Köpeklerde kedilere göre daha fazla gözlenir. Epitel, non-epitel veya diğer kökenli olabilir. Epitel kökenliler diğerlerine göre daha yaygındır. Köpeklerde adenokarsinomlar en sık karşılaşılan olgulardır. Epitel-olmayan ve iskeletten köken alanlar kondrosarkom ve osteosarkomlardır. Nazal tümörlerin metastaz oranı oldukça düşüktür ve lokalize kalırlar. Sinonazal kitleler ise yayılmaya yaktındır. Estesyonöroblastom olguları köpeklerde rapor edilmiştir. Bu tümörler olfaktor nöroepitelden kaynaklanır ve sinonazal bölgenin malign tümörüdür. Biyolojik özelliği bakımından agresif bir davranış sergiler, sık lokal nüks, atipik uzak metastaz ve uzun dönem kötü prognoz ile karaterizedir. Estesyonöroblastomların mutlaka beyin dokusuna saçılma eğilimi vardır. Erkek kedi ve köpeklerde sinonazal tümörler dişilere göre daha yaygındır. Buna karşın burun boşluğunda oluşan tümörler yaşlı köpeklerde dikkat çeker. Burun boşluğunun yumuşak dokularında oluşan tümörler 1 yaşında bile gözlenir. Klinik Bulgular: Kliniğe getirilen köpeklerde burun akıntısı, epistaksis mevcuttur. Şiddetli hapşırmaya bağlı kanamalar da dikkati çeker. Burun uçlarında kuruma ve kabuklanmalar oluşabilir. Tümör odağı irileştikçe klinik şikayetleride şiddeti ve sıklığıda artar. Yüz bölgesinde ödem ve ekzoftalmus, göz akıntısı, soluma güçlüğü vardır. Estesyonöroblastom olgularında nöbetler yaygındır. Tanı: Metastaz varlığını teyit etmek için mutlaka göğüs filmi çekilmelidir. Burun radyografisi kitlenin yerleşim yeri ve boyutu hakkında doyurucu bilgi verebilir. Rhinoskopi ile tanı güçlendirilir. Burun boşluğu lavajı ve biyopsi tavsiye edilir. Eğer tümör erken dönemde ise radyografide görülmesi zordur ve uzmanlık ister. Çoğunlukla yangı belirtilerini andırır görüntü verir. Eğer kemik dokuda hasar varsa bunun anlamı o lokasyonda kitle varlığını gösterir. Kemik dokusunda opasite artışı hem tğmörlerde hem de yangısal hastalıklarda gözlenir. Bilgisayarlı tomografi ve MRI hastalığın yayılması, boyutu ve karakteri hakkında da yardımcı olur. Endoskopi yardımıyla konka ve burun boşluğunun önünde yerleşen tümörlerin muayenesi yapılabilir. Rinoskopi ile kitlenin lokasyonu belirlenir ancak vakaların çoğunda burun akıntısı ve kanama olduğundan sağlıklı görsel bulgu almak zahmetlidir. Laboratuvar analizlerinde dikkat çekecek bir değişiklik gözlenmeyebilir. Şiddetli olgularda kronik epistaksis neticesinde anemi ve hipoalbuminemi gelişir, çoğunlukla. Sağaltım: Burun boşluğu tümörlerinin sağaltımında amaç lokal kitlelerin kontrol altına alınmasıdır. Tek başına cerrahi işlemle debukling, cerrahi işlemle debulking ile radyoterapi birlikte, sadece radyoterapi, kemoterapi, immunoterapi , krioşirurji, fotodinamik terapi denenebilir. En çok kullanılan seçenek ise radyoterapidir. Kaynakça: Yarsan, Ender.,Kedi ve Köpek Hekimliği.,Kanser ve Sağaltım Uygulamaları.,2015., syf 709,710,711,712,717,718. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır.
  5. Tanımlama: Sentral sinir sisteminde yangıya neden olan (encephalomyelitis) bir virus (neurotrop) tarafından köpek, kedi, yabani karnivor, ruminantlar ve insan dahil memelilerde görülen %100 ölüm ile sonuçlanan zoonoz niteliğinde bir hastalıktır. Yarasalarda mevcut kuduz virusu doğal bir varyant olup, insan ve hayvanlar için patojendir. Virüs bütün memelileri enfekte eder ve encephalitis’e bağlı davranış bozuklukları, saldırganlık gibi semptomlarla ölümle sonuçlanır. Yabani karnivorlar arasındaki siklusu yönünden yabani kuduz (sylviatic rabies), evcil karnivorlar arasındaki siklusu yönünden evcil hayvan kuduzu (urban rabies) ve yarasa kuduzu (paralitik rabies) olarak üçe ayrılır. Etiyoloji: Kuduz virusu “Rhabdoviridae” familyasının “Lyssavirus” genusundan, sentral sinir sistemine affinite gösteren (neurotrop) bir virustur. Mermi görünüşündedir. Fakat üreme ortamlarındaki şekli CDV’na ve diğer morbilli viruslara benzer. Bu genus üç tipe veya serotipe ayrılır. Bunlardan bir tanesi bütün saha çalışmalarından izole edilir ve laboratuvarda kuduz virusu (sokak suşu-stres virus) olarak kulkanılır. Diğer iki tanesi ( yabani virus-wild ve yarasa virusu) kuduz ile ilişkili virus olarak kabul edilir. Saha virusu Pastör tarafından “sokak suşu” olarak isimlendirilmiş ve farelere intrakranial yolla verilerek üretilmiştir. Farelerde intraserebral letal doz (M..İ.C.L.D50) standart olarak kabul edilmiştir. 3 aydan küçük köpek ve kedi yavrularında ısırık sonrası belli bir inkubasyon periyodu gerektiğinden mantıksal olarak kuduz gelemeyeceği gibi, yavrular maternal nötralizan antikorlar tarafından da kuduza karşı korunur. Salya, idrar ve süt en fazla virus içeren sekretlerdir. Kuduz virusunun dış ortamda canlı kalma süresi ısı, güneş ışığı ve rutubet ile doğrudan ilişkilidir. Antiseptik, dezenfektan ve sabuna duyarlı olduğundan kısa süre ile canlı kalabilirken, kurumuş sekretlerde ve hayvan kadavralarında bir hafta süre ile canlı kalır. Bulaşma: Virus bütün ekskret ve sekretlerde bulunursa da, özellikle salyada mevcuttur. Bu nedenle ısırık esas bulaşma yolu olarak kabul edilir. Ancak çok ender de olsa dolaylı bulaşma (yaraların salya ile bulaşması, kuduz köpek ile temas, çiğ süt içilmesi gibi) söz konusudur. Bu nedenlerle kuduz hastalığı çok önemsenilmesi gereken bir hastalıktır. Klinik semptomlar ortaya çıkmadan 14 gün önce salyada virus mevcuttur. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü kuduzdan enfekte ülke ve bölgelerde klinik olarak sağlıklı köpek ısırıklarını enfekte olarak kabul etmiş ve endemik enfeksiyonun görüldüğü bölgelerdeki evcil ve yabani hayvan ısırık olgularında köpeklerin 10 gün karantinada tutulmasını, köpeğin enfekte olup olmadığını anlamak için zorunlu kabul edilmektedir. Deri ile temas, ağız-farenks boşluğu mukozası, göz konjunktivası, yara, ülser ile temas sonucunda da dolaylı yoldan virus organizmaya girer. Sağlam deri ve mukoza bariyerini aşmadığı kabul kabul edilen virusun sindirim sistemi mukozasındaki sıyrık, yara ve ülserlerden organizmaya girdiği kabul edilmektedir. Kuduz virusunun esas konakçıları olan yabani karnivorlar, sokak köpek ve kedileri ile yarasalar Dünyada kuduz enfeksiyon zincirini devam ettirmektedir. Patogenez: Son yıllara kadar kuduz virusunun girdiği yerdeki duyarlı sinirlere 5 saat içinde ve komple ısırık yarasına 10 saat içinde girdiği, periferik sinirler yolu ile medulla spinalis’i izleyerek beyin dokuya ulaştığı kabul edilirdi. Bu mekanizma iki nedenden dolayı geçersiz kılınmıştır. İnkubasyon periyodu virusun beyine periferal sinirlerden m.spinalise oradan da beyin dokuya ulaşma zamanı olarak kabul edilmiştir. Bu fikirler aşağıdaki iki nedenden değişmiştir. Bunlardan ilki virus alındıktan sonraki aşılama hastalığın oluşumunu engellemekte ve virusla karşılaşmamış bireylerde antikorlar kan-beyin bariyerini geçememektedir. Uzunca bir süre virus inokulasyon bölgesinde kalmasına ve kas hücreleri içinde replike olmasına rağmen, immun yanıtı uyaracak antijenik yetenekte değildir. Bunun yanında ek antijen aşı şeklinde verilirse virus periferal sinirlere girmeden yeterli immun yanıt ortaya çıkabilir. Virus lenf ve kan damarlarında bulunmaz. Sentral sinir sisteminde virusun çoğalması (replikasyonu) nöronların içinde olur. Virusun periferal organlara doğru aksonlar yolu ile pasif olarak yayıldığı, birçok organı enfekte ettiği kabul edilmektedir. Bu organların en önde geleni tükürük bezleridir. Burada virus hücre yüzeyinde plazma membranındadır. Nöronlarda olduğu gibi hücre içi membranlarda değildir. Bu ise virusun direkt olarak bezin kanallarına geçmesini sağlar ve böylecedesalyada virus bulunur. Virusun oral ya da nazal yolla alınmasından sonraki patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Patoloji: Kuduz lezyonları klinik semptomlar ile ilişkili olmayacak derecede farklıdır. Kuduz hastalığı medulla spinalis, beyin kökü (özellikle pons, medulla, C.amonis) ve bazal ganglia’da lenfoid hücrelerin perivasküler olarak toplanması ile karakterizedir. Ek olarak mikroglialara infiltrasyon sonucunda nöronal dejenerasyon şekillenir. “Negri cisimcikleri” kuduz hastalığı için karakteristik inkulizyon cisimleridir. Virus nükleokapsidlerinin beyin dokudaki nöron sitoplazmalarında ( özellikle hipocampus ve serebellar Purkinje hücrelerinde) toplanması sonucunda Negri cisimleri meydana gelir. Ayrıca önemsiz derecede yangısal reaksiyon şekillenir. Kuduz hastalığından ölen hayvanların otopsisinde makroskopik değişikliklere rastlanmaz. Ağız boşluğu ile midede gıda niteliğinde olmayan maddeler bulunabilir. Semptomlar: Prodromal dönem: Birçok kuduz olgusunda ilk olarak davranış değişiklikleri meydana gelir. Prodromal faz olarak isimlendirilen bu dönemde genellikle vücut ısısı biraz artar. Bu dönem köpeklerde 2-3 gün sürer. Köpek çevresi ile ilişkili ancak tek başına kalmak, saklanmak ister. Bu dönemde salya açırı miktarda virus içerir. Prodromal fazda köpek yürütülecek olursa belden aşağısının salınarak hareket ettiği deneyimli bir hekim tatafından saptanabilir. Bu dönemde araştırılması gereken diğer bir husus da pupillada asimetredir. Eksitasyon dönemi (furious phase): Davranış değişikliklerindeç kısa bir süre sonra (1-2 gün) eksitasyon dönemi başlar. Eksitasyon fazı 1-7 gün sürer. Köpek kudurmuş şekilde olup, huzursuz, aşırı derecede uyarılmış ve her şeyi ısırmaya çalışır. Kuduz hastalığında ses değişiklikleri anormal uluma ve havlama tarzındadır. Felç başladıktan sonra ses kısılır. Paresis belirtisi olarak ekstremitelerde ve kurukta zayıflık, yutkunmada zorluk, çene ve göz lçkapaklarında düşme görülür. Hasta köpeklerde yutma güçlüğü gelişir ve suyu içemez. Bu durum “hidrofobi” olarak isimlendirilir. N.trigeminus felcine bağlı olarak alt çene düşer, dil sarkar ve salivasyon görülür. Çene felcini takip eden günlerde felç hali ekstremitelere yayılır ve en son interkostal kas paralizisinden en geç 10 gün içinde ölüm şekillenir. Paralizis dönemi (dumb phase): Hastalığın bütün formlarında hayvan yan tarafı üzerine yatarak koma ve solunum kasları paralizisinden en geç 10 gün içinde ölür. Bütün kuduz köpekler her zaman sakin ve saldırgan değildir. Kendi etrafında dönme, körlük veya ataksi gibi sinirsel belirtiler gösterirler. Ses değişikliği çok belirgindir. Seksuel istek artmıştır. Hastalığın süresi kuduz belirtileri ortaya çıktıktan ölüme kadar geçen süre maksimum 10 gündür. Aşağıdaki videoda kuduz olan bir köpeğin videosu verilmiştir. Tanı: Şayet hayvan ölmüş veya öldürülmüş ise, kafası özel eğitilmiş kişiler tarafından kesilerek sızdırmaz teneke kutu içinde spesifik tanı laboratuvarına gönderilir. Bu durum kuduzdan şüpheli ruminant kafatası gönderilmesi açısından çok önemlidir. Çünkü küçük boy hayvanları kuduz tanı laboratuvarına ulaştırmak mümkün iken ruminantların mutlaka kafatası gönderilmek zorundadır. Laboratuvarda beyin çıkaran kişi eldiven ve özel giysi ile korunarak çivili tahta üzerinde kafatasını açar ve beyin dokusunun muayene edilecek kısmı olan cornue amınis bölgesini yapılacak muayeneler için laboratuvara ulaştırır. Kaynak: Bilal, Tarık.,Sığır Hastalıkları.,Sentral Sinir Sistemi Hastalıkları.,2013.,268-274. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır.
  6. Deli inek hastalığı – Bovin süngerimsi ensefalopati İlerleyici nitelikte, öldürücü, nörolojik belirtilerle nitelendirilen koyunların scrapie hastalığına benzeyen erişkin sığır hastalığıdır. İlk kez 1986 yılında İngiltere’de ortaya konmuş olup, Kuzey İrlanda, Kanada, Danimarka, Almanya, İsviçre, Fransa ve İrlanda Cumhuriyetinde saptanmıştır. Hastalığın şu ana kadar Türkiye’de varlığını bildiren bir çalışma yoktur. Deneysel olarak domuz, koyun, keçi, sığır, mink ve Macaque maymunlarına nakledilmiştir. İngiltere’deki salgın döneminde hayvanat bahçelerindeki felidae (puma, aslan, kaplan, çakal), bizon ve ankole ineğinde, Norveç’te bir kedide ortaya konmuştur. Kedilerin enfekte sığır ürünleri ile hastalandıkları kabul edilmektedir. Spongioform encephalopatie’lerin etiyolojisi: İnsan ve hayvanlarda spongioform encephalopathie’ye neden olan hastalıklar klinik ve patolojik bulgulara göre süngerimsi beyin hastalıkları olarak isimlendirilir ve her zaman ölümle sonuçlanan sentral sinir sisteminin dejeneratif hastalıklarıdır. Bu hastalıklarda şekillenen sentral sinir sistemi semptomları hücrelerde ve hücreler arasını dolduran dokuda vakuol oluşumu, sinir hücrelerinin ölümü, destekleyici hücrelerde artış, büyüme ve plaklar halinde protein nitelikte maddenin birikmesidir. İnsanların Kuru hastalığı ile koyunların Scrapie hastalığının birbirine benzediği çok eskiden beri bilinmektedir. Sığırlarda BSE yeni saptanan bir encephalopathie olarak kabul edilmektedir. CWD ve TME ilgili hayvan türlerinin scrapie’si olarak kabul edilir. Creutzfeld- Jacob disease, Kuru ve Gerstmann-Straussler sendromu uzun süreli inkubasyon periyoduna sahip, dementia (bunama), tremor ve körlük ile nitelendirilen insan hastalıklarıdır. Bu hastalıklar genetik ve enfeksiyöz nitelikte olup, kornea nakli gibi operasyonlarla nakledilebilmektedir. Kuru ise, Papua Yeni Gine’de kanibalismus (yamyamlık)’a bağlı olarak insanlarda meydana gelen bir hastalıktır. Kuru hastalığının CJD’nin sporadik formu olduğu kabul edilmektedir. Gerstmann-Straussler sendromu ise otosomal ressesiv bir gen tarafından nakledilen kalıtsal bir hastalıktır. Etiyoloji: BSE ilk kez 1986 yılında sığırlarda saptanan, birkaç yıl içinde İngiltere’de ekonomik kayıplara sebep olan ve sığırcılığı tetid eden bir hastalıktır. 1986 yılında İngiltere’de sentral sinir sistemi semptomları ile nitelendirilen sığır hastalığı ortaya çıkmış ve yapılan histopatolojik muayenelerde bu hastalığa spongioform encephalopatie’nin neden olduğu ortaya konmuştur. İngilizce kaynaklarda hastalık “Mad Cow Disease” olarak isimlendirilmektedir. Sığırların deli inek hastalığı ile benzer histopatolojik değişikliklere neden olan koyun ve keçilerin Scrapie hastalığı bu hastalıktan önce bilinmekteydi. Scrapie etiyolojisi üzerinde 1988 yılında yapılan çalışmalarda sorumlu ajanların bovine spongioform encephalopatieye neden oldukları ortaya kondu. Scrapie ile enfekte koyun ve keçilerin et ve kemik unlarından hazırlanan sığır yemlerinin hastalığı bulaştırdıkları saptandı. Diğer taraftan BSE benzeri scraie hastalığı antilop ve kedilerde de ortaya konmuştur. Enfekte sığırların etlerini tüketen insanlarda BSE’ye benzer Creutzfeld -Jacon disease meydana geldiği için önem arz etmektedir. Hastalık aynı zamanda diğer ülke sığır populasyonları için risk teşkil eder. BSE’nin ilk klinik belirtilerine 1986 yılında rastlanmış, izleyen yıllarda ayda ortalama 250 adet hayvanın hastalandığı görülmüştür. Yapılan çalışmalarda scrapie ile enfekte koyunların karkaslarının et, et-kemik unu şeklinde konsantre yem olarak sığır beslemede kullanıldıkları ortaya konarak hastalığın bu yolla süt ineklerine geçtiği ortaya konmuştur. Özellikle yüksek süt verimli ineklerde ve yavrularında aşırı miktarda et, et-kemik unu kullanılan işletmelerde hastalığın yaygın olarak görülmesi bu savı doğrulayan dağılıma sebep olmuştur. BSE’de ırka bağlı dağılım farklılığı mevcut değildir. Hastalığın 3-4 yıl gibi uzun inkubasyon periyoduna sahip olması erişkin sığırlarda görülme nedenidir. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda inkubasyon periyodu 2.5 yaşa kadar düşmüştür inkubasyon süreleri göz önüne alındığında İngiltere’de ortaya çıkan deli inek hastalığının 1980’li yıllarda başlamış olması gerekir. Scrapie’li koyunların kadavralarından hazırlanan et ve et-kemik ununun antiloplarda kullanılması sonucunda da BSE meydana gelmiştir. Nitekim enfekte sığırların beyin dokuları ile beslenen farelerde hastalık deneysel olarak meydana getirilmiştir. BSE’de önemli olan husus hastalığın endemik nitelikte olup olmadığıdır. Bu hastalık koyunlarda yüksek enfeksiyözite oranına sahip olduğu gibi, horizontal olarak sürü içinde bulaşır. Enfekte koyunların sentral sinir sisteminde (beyin, omurilik, periferik sinirler) ve lenforetiküler sisteminde (dalak, lenf düğümleri ve thymus) enfeksiyon titresi yüksektir. Bu nedenle 1988’den beri ruminantların scrapie’li koyun ve keçilerden elde edilen et, et-kemik unları ile beslenmesi ve İngiltere’den benzer ürünlerin ithalatı yasaklandı. Sadece 6 aydan küçük hayvanlarda risk olmadığı bildirilmektedir. Bulaşma: Hasta hayvanlardan elde edilen et-kemik unu ve hayvansal kökenli yem katkı maddeleri ile beslenmeye dayalı olarak hastalık meydana gelmektedir. Biyolojik mekanizması tam olarak açıklanmamakla beraber hasta ineklerden doğan yavruların risk teşkil ettiği, kolostrum ve süt ile bulaşmadığı kabul edilmektedir. Direkt temas yoluyla hastalık bulaşmaz. Ancak bulaşıcı etken olan ve sentral sinir sisteminden izole edilmiş bulunan, “prion” olarak isimlendirilen, Dna ve RNA içermeyen, protein karakterli maddenin hastalığı bulaştırdığı bilim adamları tarafından kabul edilmiştir. Çalışmalar sonucunda; prion proteininin PrPn geni tarafından kodlandığı ve normal memeli, kanatlı, balık ve mayalarda da bulunduğu bildirilmektedir. İşlevi henüz tartışmalı olmakla beraber bu proteinlerin omurgalıların sinir hücrelerinde sinaps işlemlerinde rol alan, reseptör özelliğinde bir glikoprotein olduğu anlaşılmaktadır. Normal hücrelerdeki şekli PrPC (kromozomal) olarak isimlendirilen bu proteinin hastalıkta PrPSC (scrapieyle ilgili) olarak isimlendirilen formu şekillenmektedir. İki proteininde kimyasal olarak benzer olduğu, PrPC’de yüksek düzeyde alfa-heliks bulunurken, beta kalıntılı plak halindeki peptid formunun ender olduğu bildirilmektedir. Bu form proteinaz enzimleri tarafındanvsindirilirken, PrPSc alfa sarmaldan fakir, beta katlantılı aminoasit dizisinden zengin olduğundan proteinazlar tarafından sindirilemedikleri ortaya konmuştur. PrPC hücrelerde endoplazmik retikulum ve Golgi aparatı sürecini geçirerek hücre membranına ulaşmakta vevişlemini yaptıktan sonra yıkıma uğramaktadır. PrPSc ise yapısal farklılık nedeniyle yıkıma maruz kalmamakta, intra ve ekstrasellüler olarak birikmektedir. Bulaşmanın sindirim sistemi yoluyla olduğu, prionun tonsillere, dalağa, bağırsaklardaki lenfatik dokuya uğradıktan sonra splanik sinirlerle omurilik ve beyin dokuya ulaştığı bildirilmektedir. Semptomlar: BSE yavaş seyirli, ancak 2-3 ay içinde ölüme neden olan ve erişkin sığırlarda görülen bir hastalıktır. İnkubasyon periyodu hakkında değişik görüşler mevcuttur. Daha önceki yayınlarda 5 yaşından büyük ruminantlarda hastalık görüldüğü bildirilmekteydi. Bu süre günümüzde 22 (24) aya kadar düşmüştür. Hastalığın uzun bir inkubasyon periyoduna sahip olması ve bu süre içinde oluşan klinik semptomların yavaş yavaş gelişmesi semptomları tam olarak izleme olanağını maskelemektedir. Şekillenen semptomların bir hayvanda aynı belirginlikte olmaması nedeniyle yanılgılar ortaya çıkabilir. Yürüyüş, duruş ve dayranış bozuklukları, karakterde değişim, ürkeklik, sinirlilik, ön ayakları ile yeri kazma, sese, gürültüye ve kendisine yaklaşanlara karşı reaksiyon, bazen saldırganlık, canlı ağırlık kaybı, diş gıcırdatma gibi semptomlar görülür. Vücut ısısı normal sınırlar içindedir. Sentral sinir sisteminde meydana gelen patolojik değişiklikler sensibl ve motorik sinirlerde işlev bozukluklarına sebep olarak klinik semptomları şekillendirir. BSE’de esas semptom korku ve saldırganlığın egemen olduğu klinik görünümdür. Genel hiperestezi hali ve sese karşı duyarlılık mevcuttur. Devamlı ekstremitelerde ataksi, kendiliğinden bükülmeler meydana gelir. Anormal bacak tutulmaları, ayağa kalkarken ve yatarken güçlük çeker. BSE hastalığının seyri esnasında hiçbir dönemde ateş yoktur. Tanı: Klinik semptomlar dışında BSE’nin tanısı serolojik veya etken identifikasyonu yapılarak konamaz. Çünkü hastalığın seyri esnasında bağışıklık yanıtı gelişmemektedir. BSE olgularında antikor şekillenmediğindenserolojik testler negatif sonuç verir. Tanı için klinik semptomlar yeterli değildir. Beyin dokudan histopatolojik, immunohistokimyasal ve elektron mikroskopik yöntemlerle scrapie associated fibrillerin ve anormal PrP’nin saptanması esasına dayanır. 2 spesifik ELISA yöntemi ve Western immunoblot metotları sığırlarda uygulanmaktadır. Ayırıcı tanı: Kuduzun saldırganlık dönemi deli inek hastalığına benzer. Fakat BSE çok daha uzun sürelidir. Listerial encephalitis, hipomagnezemik tetani, kurşun zehirlenmesi, downer cow sendromu, ketosisin nervöz formu, intrakranial apse, tümör oluşumu veya travmalar ile karışır. Sağaltım: Sağaltım yoktur. Risk nedeniyle yasal yasaklama getirilmiştir. Korunma: BSE’li ve BSE’den şüpheli sığırların sürüden ayrılarak itlafı. Sığır yemlerine hayvansal kökenli proteinli maddeler katılmamalı. Hastalığın görüldüğü ülke ve bölgelerden hayvan yemi, protein katkıları maddeleri ithal edşlmemeli. Rendering tesisleri güvenilir bir şekilde çalıştırılmalı. Pastörizasyon ve sterilizasyon işlemlerinin prion yıkımına neden olmadığı gözden uzak tutulmamalıdır. Ruminantların protein gereksinimi bitkisel protein kaynaklarından sağlanmalıdır. BSE hastalığı insan ve hayvan sağlığı açısından önemli bir hastalık olması sebebiyle ihbarı mecburi hastalıklar listesine alınmış, sığır ve koyunların her türlü artıkları ile et-kemik unlarının hayvan yemlerinde kullanılması yasaklanmıştır. Kaynakça: Bilal, Tarık., Sığır Hastalıkları., Sentral Sinir Sistemi Hastalıkları., 2013.,285-291. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır.
  7. AIDS (Aquired Immune Deficiency Syndrome)’in ilk tanımlanması, ABD’de 1981 yılında, hikâyesinde bilinen bir hastalığı olmayan bir grup eşcinsel erkekle olmuştur. Hastalık etkeninin bir virüs olduğu ise, 1983-84 yıllarında anlaşılmıştır. Hastalık temel olarak, bağışıklık sistemi hücreleri olan CD4 hücrelerini yok ederek, immün sistemimizi zayıflatmaktadır. Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Sendromu (yani AIDS), HIV virüsünün neden olduğu bir hastalıktır. HIV, Human Immunodeficiency Virus’un (İnsan Bağışıklık Yetersizliği Virüsü) kısa halidir. Bulaşan kişinin bağışıklık sistemi zayıfladığı için, vücudu ağır enfeksiyonlara ve kansere karşı oldukça savunmasız hale gelir. Sonuç olarak, kişi “AIDS’ten değil, geçirdiği diğer bir hastalık etkeninden dolayı” ölür. Peki, en başa dönelim… Bu virüs insana nasıl geçti? İnsan HIV’in doğal konağı değildir, fakat primatlar SIV’in doğal konağıdır. Yani, SIV doğal konağında normal seyrederken, başka bir primat türüne bulaştığında immün yetmezlik semptomlarına neden olmaktadır. Sonuçta, maymunlarda herhangi bir hastalık yapmazken, insanda ciddi imüün hastalığa sebebiyet vermektedir. HIV-1 bulaşı ilk kez Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Ekvator Ginesi, Kamerun ve Gabon’da gerçekleşmiştir. HIV-2 ise SIVsm virüsü taşıyan kurumlu mangabeylerle insanın en az 4 kez temasıyla ortaya çıkmıştır. SIV virüsünün insana bulaşmasında çeşitli senaryolar mevcuttur. (Detayları, kaynak 4’teki linkten okumanızı tavsiye ederim.) Bulaşması nasıl gerçekleşir? Bu virüsü taşıyan kişilerin vücut sıvıları ile bulaştırması sonucu yayılım gerçekleşir Bulaşma Durumları; Cinsel ilişki: Sperm, vajina, rektum, anüs salgı ve mukozaları Kan bulaşması: Virüs bulaşmış şırınganın damara girmesi, ortak şırıngayla damar içi uyuşturucu madde kullanımı Anneden bebeğe bulaşma: Anne sütü (en büyük oran), hamilelik döneminde plasentadan geçiş veya doğum işlemi esnasında. Enfekte organ ve doku nakli ile: Göz, ağız, burun mukozaları ve derideki kesik ve çatlaklar. Aşağıdaki durumlarda ise herhangi bir bulaşma olmaz: Öksürme Tükürük, gözyaşı, dışkı gibi vücut artıkları Tokalaşma, sarılma, deriye dokunma Aynı kaptan yeme-içme Aynı ortamı kullanma (banyo, havuz, sauna, deniz) Böcek sokmaları (Yani sağlam bir deriye sahipseniz, endişe etmeniz için hiç bir sebep yok.) Bulaşma olduğu Nasıl Anlaşılır? Yıllarca hiçbir belirti vermeyebilir. Ancak, bulaşma şekli hastalığın ilerlemesi konusunda değişiklik yapabilir. Ayrıca, bulaştıran kişideki hastalık durumu, önlem alınıp-alınmaması, kanama olup-olma durumu gibi etkenler de seyri değiştirebilir. HIV Testi Yapılması Gereken Durumlar Korunmasız cinsel ilişki HIV-pozitif kişinin cinsel partneri olmak Damar içi ilaç bağımlılığı ve ortak şırınga kullanımı HIV’in görülme oranı yüksek olan ülkeden olmak HIV’in yüksek oranda görüldüğü bölgelere seyahat etmiş ya da orada yaşamış olmak Temas öyküsü Evlilik öncesi (gönüllülük esasına dayanmalı) Gebeler (en erken dönemde) Cinsel saldırıya maruz kalma Tüberküloz, cinsel yolla bulaşan infeksiyon tanısı konmuş kişiler Kişinin isteği Teşhis Nasıl Konulur? Hastalığa neden olan virüse karşı vücutta gelişen antikorları veya virüsün parçası olan antijenleri araştıran kan testleriyle konulur. İmmün sistem, 3-8 hafta sonra virüse karşı antikor üretmeye başlar. Hastaların %97’sinde ilk 3 ayda antikolar oluşur. Nadiren 6 ayı bulabilir. İlk yapılacak test ELISA testidir. Test negatif çıkarsa ve kişide riskli bir durum yoksa, negatif sonuç verilir. Riskli durumlarda test 2-4 hafta sonra tekrarlanabilir, bu da negatifse sonuç “enfeksiyon yok” olarak verilir. Kesin sonu için test 3.ayda tekrar edilmesi gerekir. ELISA testinin pozitif olması durumunda, aynı serum örneği kullanılarak (herhangi bir hata olma ihtimali düşünülerek) test tekrar edilir. Yine pozitiflik olursa, doğrulama testi (Western blot) uygulanır. Doğrulama testi de pozitif saptanırsa HIV/AIDS tanısı konulur. WHO 2017 verilerine göre 36,9 milyon insan bu virüsle yaşıyor. (Tavsiye ettiğim bir diğer link de WHO verileridir.) avert.org/professionals/history-hiv-aids/origin
  8. Bu günlerde sosyal medyada hızla yayılan kaçırılan çocukların korkutularak ve şeytani ritüellerde işkenceler edilerek kanlarından "adrenochrome" adlı bir maddenin hasat edildiği ve bunun elit zenginlerce uzun yaşam ve yaşlılığın önlenmesinde kullanıldığı haberleri üzerine: Yapılan kısa kontrolde aşağıdaki açıklamalar bulundu. Kaynaklara göre: "Ana tıbbi kullanımı, açık yaralarda pıhtılaşmayı teşvik ederek kan kaybını yavaşlatmaktır. Harika bir adı ve bazı tıbbi kullanımları var, ancak genel olarak çok heyecan verici bir bileşik değildir." deniyor. Bu madde halüsinojenik değil. Yani uyuşturucu maddeler gibi hayal görmenizi sağlamıyor. Ayrıca yine aşağıdaki kaynaklara göre komploların temeli 1998 yapımı Fear and Loathing'e dayanıyor. Yani bir takım aklı evveller bir filmde gördükleri şeyi dünyaya yayıyorlar. Kimse gerçeği kontrol etme çabasına girmediğinden bu haber bugünlerde dalga dalga yayılıyor. * Tabii bu durum çocukların kaçırılmasının önlenmesi gerekliliğini değiştirmez. https://thespinoff.co.nz/society/07-04-2020/explainer-adrenochrome-the-drug-that-doesnt-exist https://spectator.us/fear-adrenochrome-conspiracy-theory-drug Via Dialectic
  9. Dünya ısındıkça suyu temiz tutmak zorlaşacak. Nedeni "algler"... Cincinnati Üniversitesi'nden bilim insanları her bahar alglerin yol açtığı, suyu kirleten ve normal yöntemler ile temizlenemeyen zehirleyici molekülleri hızla tespit eden bir sensör geliştirdi. Sensör göllerimizi, barajlarımızı bu moleküllerden kurtarmak için kimyasal arıtma yöntemlerini devreye alma tepki süremizi hızlandırıyor, kirlenmiş suyun hanelere ulaşmasını önlüyor. Kaynak: https://www.nsf.gov/news/mmg/mmg_disp.jsp?med_id=186556 via Dialectic
  10. Bir İngiliz araştırmasına göre bazı siber zorbalar TSSB* belirtileri göstermektedir: Siber zorbaların dörtte birinden fazlası travma sonrası stres bozukluğu semptomlarından muzdariptir. Siber zorbalığın kurbanlarının %35'i TSSB belirtileri eşiğinin üzerinde puan alırken, siber zorbalığı yapan gençlerin %29'u TSSB belirtileri sergiliyor. * Travma Sonrası Stres Bozukluğu, genellikle savaş gazilerinde görülür. kaynak: https://adc.bmj.com/content/early/2020/04/15/archdischild-2019-318716 via Dialectic
  11. Bu konuda sadece hayır demek yetiyor mu Nurcan hanım, herhangi bir platformda bir imza, bir kampanya veya uygulama mevcut mu?
  12. NASA, Ay'a gitmekte ciddi.. Bunlar NASA'nın yeni 'Ay' araçları.. Kimileri hâlen 1969'da Ay'a gidilip gidilmediğini sorgulaya dursun.. (ki NASA da bu tartışmayı bitirmek isterdi ancak detaylı iniş görüntüleri kaza eseri yok oldu. -3.- Sadece hepimizin bildiği kesitler var.) ..NASA, Ay'daki uranyum, altın gibi kaynakları ülkesi için toplamayı nasıl yapacağını iyice planladı. İniş, Ay'ın güney kutbuna yapılacak -2-. Videoda göreceğiniz; insanların hareketini kolaylaştıran, kolay giyilebilen yeni uzay kıyafeti, Ay arabası gibi araçlar da yörüngeden tespit edilen materyalleri doğrulamada yüzeydeki personele yardımcı olacak. Kaynaklar: 1. https://solarsystem.nasa.gov/…/10-things-what-we-learn-abo…/ 2. Yeni görevin iniş alanı: https://www.nasa.gov/…/moon-s-south-pole-in-nasa-s-landing…/ 3. https://www.reuters.com/…/moon-landing-tapes-got-erased-nas…
  13. Seks, Dünyada hakkında en çok içerik yapılan, konuşulan konuların başında gelir. Hatta öyle ki internet dünyasının %40’ı cinsel içerikli paylaşımlar tarafından işgal edilmiştir. Her ne kadar dikkat çekici bir konu olsa da, insan, ergenliğe kadar seks konusunda bilgisizdir. Bunun en büyük nedenleri, gelenekler, coğrafyanın kültürü ve insanların bu konuyu tabu olarak görmesidir. Bizim gibi bu konunun toplum önünde konuşulmasını istemeyen toplumların bile seksi kitaplardan, çekilen filmlerden öğrenmeye çalışmaları da bir o kadar acıdır. Bu hafta, hayatımızın devamı için büyük bir öneme sahip ve yaşamın temel içgüdülerinden seks konusunu inceliyoruz. Grinin elli tonu gibi erotik kitapların meşhur olduğu bir dönemde böyle bir video yapmak ne kadar doğru bilmiyoruz ama anlatmak istediğimiz çok şey var!  Bilimin ışığında seks nedir? İnsanların seks yapmadan birbirini tanıma süreçleri nelerdir? Yaparken düşünmediğiniz ama farkında olduğunuzda hayatınızı değiştirecek olan gerçekler nedir ve seks sırasında vücudumuzda ne gibi etkiler olur? Cinsel ilişki sonrası partnerinizle ilişkimizde ne gibi değişimler olur? Hepsini bu videoda anlatmaya çalışıyoruz. Seks, sadece bedeninizi değil aynı zamanda duygusal durumunuzu da ilgilendirdiği için, bilimden uzak veya tam olarak anlaşılamayan bir sürü dezenformasyonla doludur. Bir gerçek var ki şimdiki yaşadığımız dünyayı ve bu kadar çok insanın bir araya gelip birlikte ahenkle yaşamasını seks yapmaya borçluyuz. Gelin en başından başlayalım, sokakta yürürken, beğendiğiniz bir insanı görünce aklınızdan geçenleri kontrol edelim. İlginiz ve beğenileriniz ölçüsünde bir yabancıya bakışınız aslında insan ilişkilerinde atılan ilk adımdır. İlk temas adı verilen bu olgu kendini daha sonra pekiştirecek ve ilginizi anlatma yollarını arayacağınız bir sürece girecektir. Bu sürece de tanışma yollarını arama diyebiliriz. İyi sonucu düşünelim ve bu yolların mutlu sonla bittiğini ve ilginizi çeken insanla artık tanıştığınızı düşünelim. Bu noktada iki taraf da gözle görülmeyen bir sosyal kontrat imzalarlar. Bu süreci sağlıklı bir şekilde atlatan çiftler, birbirlerini daha yakından tanıma süreci yaşar ve kendi hayat görüşlerine göre hoşlandığı insanın hayatının detayları öğrenmek ve benimsemek için zaman geçirirler. Bu süreç, bilimsel olarak seksten daha zor bir süreç olarak kabul edilir. Çünkü İnsanların duygu ve düşünceleri birbirinden ayrı olmakla beraber, hayatlarına alacakları insanları tanıma evresi son derece sancılı olabilir. Bu aşamayı da geçenler için, ilk temas olarak sayabileceğimiz elele tutuşma ve öpüşmek gibi sevgi ve sahiplenme duyguları devreye girecektir. Artık her şey duygusal birliktelikten cinsel bir ilişki ve tatmin evresine doğru gitmektedir. Burada unutulan veya aşırı istekler yüzünden üstünden hızlı geçilen evre, partnerinin vücudunu tanıma evresidir. Bu dönemde hareketler değişkenlik gösterebilir. Sağlıklı bir cinsel ilişki ve partnerinin isteklerini ve bedenini tanımayan çiftler için gelecek aşamalar oldukça sıkıntılı olabilir. Her insanın sevdiği ve sevmediği istek ve arzular olabileceği unutulmamalıdır. Bunun ışığında çiftlerin birbirlerinin vücudunu keşfetmesi süreci olabildiğince uzun tutulmalıdır. Bu evre insan dürtülerinin kontrol edilmesinin zor olduğu bir evre olduğu için çiftler, eğer akıllarında bir soru işareti var ise geride bıraktıkları aşamalara tekrar dönmek isteyeceklerdir. Yeniden tanımanın çok daha sağlıklı olduğunu düşünenler için cinsellik ilişki yaşama daha uzun sürebilir. Fakat duygusal bütünlüğünü yakalamış ve bedenini hazır hisseden çiftler için artık cinsellik evresi başlar. Cinsel ilişkinin bir sürü duygusal değişkeni olsa da değişmeyen ve tüm odağının toplandığı iki organ vardır.  Erkekte penis, kadında ise vajina. Erkeğin erekte olmuş hali yani penisinin sertleşmesi hali, kadının vajinasının ıslanması ile vücutları cinsel birlikteliğe hazırlanır. Bundan sonraki süreç tamamen penisin vajinaya içine girmesini kapsayan cinsel zevk ya da üreme amaçlı bedensel bir ilişkidir. Tüm bu aşamaların bir anlamı ve bunları bize yaptıran bir şey olmalı. Peki aklımız ve vücudumuz bu birliktelikten önce ve sonra nasıl çalışır? Öncelikle, şekil olarak kadın ve erkek cinsel organları fiziksel olarak benzemiyor gibi görünse de, yapısal olarak bir çok benzerlik gösterir. Vajinada bulunan klitoris ve penis olarak konuyu ele alırsak: Her ikisi de aynı sinir hücrelerine sahiptir. Cinsel ilişki öncesi normal insan bedeninin tüm fonksiyonları olduğu gibi çalışırken, uyarılan beyinle birlikte nöronlar ve hızlanan kan akışıyla vücudu kendini bu duruma hazırlar. Beyinden aldığı uyarı ile hızlanan kan akışı, cinsel organlara ulaşır. Daha önce “Beyin nasıl çalışır” videomuzda da işlediğimiz gibi, insan hayatını kontrol eden, hareket ve duygularımıza yön veren organımız yine sahneye çıkar. Peki beynimiz, tüm bedenimizi yöneten bu yapı seks esnasında ne durumda? Yapılan araştırmalarda, beynimizin sağ tarafının, yani sezgilerimizi, duyularımızı ve gerçek üstü hayalleri yöneten kısmın geçici olarak kendini kısıtladığı görülmüştür. Bu etkileşim insanın seks sırasında daha cesur olmasına sebep olur. Orbitofrontal korteks, beynin karar verme ve değer yargılarından sorumlu olan kısmıdır. Beynin bu kısmı da kendini deaktive eder, korku ve endişede azalma yaşanır. Seks esnasında insanın daha kararlı ve umursamaz tavır edinmesine ve rahatsız edilmeye karşı çok hassas olmasına sebep olan şey budur. Cinsel ilişki sırasında belki de en çok çalışan talamus ise, daha önce yaşamış olduğunu cinsel anıları ve fantezileri entegre etmekle meşguldür. Uzmanların size sıkça seks tavsiye etmelerindeki sebep budur. Çünkü seks esnasında kan dolaşımı artar, kalp damar sisteminiz ve beyniniz çok daha faal haldedir. Çok çalışkan olan beynimizin görevinin bittiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Her cinsel ilişkinin sonunda, -ki buna masturbasyon yapmak da dahil- yaşanan orgazm sırasında, beyninizin bir dizi farklı nörokimyasal üretmek için fazla mesai yaptığını unutmayın! Bunlardan biri zevk, arzu ve motivasyon duygularından sorumlu olan hormon olan dopamindir. Dopamin beynin zevk kimyasalıdır. Eksikliği Parkinson hastalığının en büyük nedenlerinden biri olan bu hormon, fazla olmasıyla da şizofreniyi tetiklemesiyle bilinir. Beynimizin salgıladığı bir başka hormon ise kadınların erkeklere göre daha fazla salgıladığı oksitosindir. Hipofiz bezi tarafından salgılanan ve hipotalamusta salınan bu hormon, bizi başkalarına, yani o andaki partnerlerimize yakın hissettirir ve sevgiyi teşvik eder. Cinsellik sırasında sevecen, ardından ciddi olmamızın sebebi de budur. Oksitosin, bağlanma hormonu olarak bilinir. çünkü kadınların emzirme döneminde de salınır ve sevgi ve bağlanma duygusunu kolaylaştırdığı bilinir. Bir başka hormon ile devam edelim: Prolaktin. Bu hormon da oksitosin gibi yine kadınlarda daha fazla salgılanır. Orgazma eşlik eden bu hormon memnuniyet duygusundan sorumludur. Ayrıca yine hamileliği takiben kadınların süt üretiminden sorumlu olan ana hormondur. Tabii ki, hem seks sırasında hem de emzirme sırasında oksitosin ve prolaktin salınımı, bir kişinin her iki durumda da aynı hisleri yaşadığı anlamına gelmez. Bu hormonlar vücudumuzda farklı roller oynayabilir ve beynin sosyal bağlantılarımızı güçlendirme yolunun bir parçasıdır. Fakat bir gerçek vardır ki: bu hormonlar sayesinde cinsellik, insan için zevkli bir deneyim haline gelmektedir. Şaşırtıcı bir şekilde beyin, cinsel birliktelik ve diğer keyif veren deneyimler arasında çok fazla ayrım yapmaz. Beyninizin tatlıya düşkün olması veya kumarda kazandıktan sonra kendini iyi hissetmesi gibi, orgazm sırasında da harekete geçen nöronların aydınlanması aynıdır. Beyin tıpkı yasak olan kuralları çiğnemek gibi, seks sırasında da zevkli olanı yani farklı deneyimleri yaşayarak, bunun ödülü olan orgazmı sağlar. Bu bilimsel ödülü, hormonal mutluluk olarak tanımlarız. Uyuşturucu, alkol ve kumar gibi zararlı alışkanlıklardan kurduğunuz etkileşim hazzı neyse, seks de vücuda aynısını sağlar!. Öncesi sonrası ile seksi bilimin gözünden anlattık. Cinselliğe dair her şeyi burada anlatmayacağız çünkü bu sizin hayatınız ve bizler de ilişki terapisti değiliz. Bu yüzden insanın kendini bulması ve sorularının cevaplarını kendi içinde keşfedeceğini söyleyerek, bizi cinselliği iten bazı tanımlara geçelim istiyoruz. İnsanın var oluşundan bu yana bizleri bugüne kadar getiren seks olgusu tabii ki konuşulmaya değer. Örneğin genç arkadaşlarımızın ergenlik zamanı çok kullandığı oldukça popüler kelime olan libido kelimesi ile devam  edelim. Libido, Sigmund Freud’a göre, insanoğlunun ana sorun kaynağı olarak görünen, bastırılmış duyguları insan benliğinde ateşleyen terimdir. Yani Freud bunun pek de sağlıklı bir şekilde insanı geliştirmediğini düşünenlerden. Libido, Türkçemize kelime anlamı olarak insana yaşam gücünü veren enerji olarak geçmiştir. Bu tanım, zamanla cinsel dürtü ve cinsel aktivite istediğini tanımlamak için kullanılmaya dönüşmüştür. Libido hem kadın, hem de erkek için kullanılır ve doğrudan androjen hormonları yani testosteron ile bağlantılır. Androjen, böbrek üstü bezlerimiz kabuk kısmınca salgılanan bir hormondur. Androjen, erkeklerde penis ve meni yollarında gelişim, kılların çıkışı, sesin kalınlaşması ve kadınlarda klitoris ve vajina dış dudağının genişlemesine ana etken madde olarak biliriz. Gelelim bir başka şehir efsanesine: Afrodizyak’dan bahsediyoruz. Afrodizyak kelimesi bizzat zevkin, tenin ve ruhani aşkın simgesi Yunan tanrıçası Afrodit’ten geliyor. Hikâyeye göre Afrodit bir istiridye kabuğundan doğuyor. Takdir edersiniz ki, şehvetin tanrıçasının doğum yerinin dünyanın en çok bilinen afrodizyaklarından biri olması çok da tesadüf sayılmaz. Özellikle roma, yunan ve mısır kültüründe, reçeteler ve tedavilerde bitki, tohum, meyve, sebze ve deniz ürünlerinin oluşturduğu geniş bir yiyecek yelpazesinden yapılan özel diyetleri görüyoruz. Yani neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir afrodizyak kültürümüz var. Yine de, ironik olarak, şu ana kadar kesinlikle kanıtlanmış bir afrodizyak yiyecek yok. Bütün bu bilgilerin ışığında Bilim’in bizi daha istekli hale getirip, cinsel hayatımıza katkıda bulunabileceğini düşünür müsünüz? Sağlıklı ilişkiler ve sağlıklı bir cinsel hayat dileğiyle!
  14. Einstein, Darwin ve Galileo... Hepsinin hikayesi farklı olsa da, ortak noktaları, herkesin onlara deli gözüyle bakmasıdır. Ufkumuzu aydınlatan bilim insanlarından, bu haftaki konuğumuz Galileo Galilei! İtalya’da büyük bir gerçeğin peşine düşen ve etrafındaki insanların deli muamelesi yapıp, güç sahiplerinin sansür uygulamasından ve tüm hayatını bu savını savunma ve kanıtlama ihtiyacından dolayı harcamış olan isme yakından bakıcaz. Bu Yol onun sonu olacak olsa da gözlemsel astronominin babası gibi bir unvana nasıl ulaştığına birlikte şahit olacağız. Yıl 1564 İtalya'nın en parlak yıllarında dünyaya gelen astronom fizikçi bunların yanında Mühendislik felsefe ve matematik alanlarında dünyaya sayısız katkısı olan Galileo nun 15 ve 16 Yüzyıl'ı sonradan Rönesans olarak alınacak aydınlanma çağıdır. Bu zamanda İtalya’da sanat, bilim, felsefe ve mimarlık alanında sayısız kaynak ve bilgi üretilip paylaşılıyordu. Bu dönem aynı zamanda sosyolojik olarak da İtalya’nın Antik Yunan ile arasındaki kopan bağlarının yeniden tamiri ve yunan kaynaklarından gelen bilgilerin yeniden güncellemesinden kaynaklı bir gelişim çağıydı. Bilim ve sanat insanlarının çalışmalar yaptığı, deneysel düşüncenin canlandığı ve hümanizmin temellerinin, matbaanın da bulunmasıyla geniş kitlelere kolayca aktarıldığı yıllardı. Fakat hemen öyle kafanızdan pembe hayaller kurmayın! Tabii ki insanın olduğu yerde iyilikler de var kötülükler de! Avrupa kültürü bu dönemde şekillenirken çağdaş, özgürlükçü ve bilimselliğin yanında bir de kilise gibi diktatör ve her şeyin en iyisini ben bilirim diyen bir kurum da vardı! İnsanların inancını yaşatması ve inandıkları dini doğru öğrenmelerini sağlaması dışında hiç bir işlevi olmamasını beklediğimiz kurum, tam tersine, insanların hayatlarına karışmayı, ne yazıp ne yazamayacakalarına karar verip sansürlüyor, insanların üstünde egemen ve dokunulmaz bir güç olarak kalmaya çalışıyordu.. Galileo’yu ondan önce yaşamış diğer bilim insanlarından ayırt edebileceğimiz özelliği teorisyen olmamasıdır. Ya da şans eseri bir takım buluşlara imza atmamıştır. Gözlemleri, deneyleri ve tüm deney aletlerini kendisinin üretmesi onu üst düzey bir bilim insanı yapmaya yeter de artar. Normalde Galileo gençlik yıllarında kilise eğitimi alıp rahip olmayı kafasına koymuşsa da babası onu Pisa Üniversitesine Tıp okumaya göndermişti. Sorunsuz bir eğitimin ardından döneminin yükselişinden faydalanmıştır. Fakat kendi isteğiyle daha eğlenceli bulduğu matematik ve doğa felsefesi okuması için babasını ikna etmiş ve bölüm değiştirmiştir. “Matematikte olasılık ve zar oyunları üzerine düşünceler” yazısını yazmasıyla, olasılık bilimine katkısı ile, bilim yaşamı resmen başlamış oldu. Hızını alamayan isim, termometrenin atası olan termoskopu keşfetmiş ve 1586'da kendi icat ettiği hidrostatik bir denge hakkında bir kitap yazarak bilim dünyasının dikkatini çekmiştir. Galileo’nun astronomiye olan düşkünlüğü, matematik, geometri ve mühendislik yeteneğiyle oluşturduğu altyapısıyla daha da arttı. Bu esnada, Hollanda’da 1608 yılında teleskop Hans Lippershey tarafından icat edilmiş olsa da, patent bekleyen bu icadın içeriğine ulaşan Galileo, bu teleskobu daha da geliştirerek kendi araştırmaları kullandı. Bu teleskop ve yaptığı araştırmalar, ileride “astronomi biliminin babası” olarak anılmasını sağlayacaktı. Muhtemelen bugün satın alabileceğiniz ucuz amatör bir teleskoptan daha iyi olmamasına rağmen Galileo'nun teleskobu onun inanılmaz keşifler yapmasını sağladı. Keşifleri öylesine heyecan vericiydi ki bilim dünyasını alt üst etti. Teleskobunu geceleri gökyüzüne odaklayan Galileo büyük bir şaşkınlığa düştü. Örneğin samanyolu adı verilen devasa ‘bulutsu’ nun aslında daha önce kimsenin görmediği sayısız yıldızdan meydana geldiğini gördü. Gözlemlerinden yola çıkarak yıldızların herkesin sandığı gibi sabit olmadıklarını, tam tersine sürekli hareket ettiklerini fark etti. Hatta bazı yıldızların gökyüzünde meydana getirdikleri şekillerin, yani takım yıldızlarının haritalarını bile çıkarmıştı. 1610 yılında Jüpiter’i yakın takibine aldı. Jüpiter’in etrafında dolaşan ve açıklanamayacak bir şekilde hareket ettiğini düşündüğü objeler gördü. Bunlar yıllar sonra daha modern teleskoplarla incelenip Jüpiter’in en büyük uyduları olduğu anlaşılacak, Galileo'nun şerefine Galileo uyduları olarak literatüre geçecek ve adları da: Io, Europa, Ganymede ve Callisto konulacaktı. Galileo güneş lekelerini gözlemleyen ilk Avrupalıydı. Ondan önce Kepler bilmeden de olsa görmüş fakat bunu güneşe en yakın gezegen olan Merkür sanmıştı. Galileo, 1613 yılında Güneş’in üzerindeki bulut gibi görünen şeylerin lekeler olduğunu açıklayan çalışmasını yayınlamış ve bu çalışmaya papazlar şiddetle karşı çıkmıştır. Kilise tarafından yargılanan ve kurul tarafından zorla doğru bildiği düşüncelerini reddetmek zorunda kalan Galileo, inandığı şeylerden vazgeçmese de, böyle yapmak zorunda bırakıldı. Sonradan yayınladığı “İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar” adlı kitabı tekrar infial yaratmış, Kilise tarafından yargılanmasına sebep olmuş ve mahkeme onu 1633 yılında ömür boyu hapse mahkum etmiştir. Bu kitapta Kopernik’in düşüncelerine, yani “dünya günde bir kez kendi etrafında, yılda bir kez de güneş etrafında dönüyor” tartışmalarına yer vermiştir. Fakat bu kilise öğretisine tersti. Bu süreçte çalışmaları ve kitapları yasaklandı, gözleri görme yetisini kaybetmiş durumdaydı. Bilimin sadece kilisenin gücüyle yapıldığını, tüm yeniliklerin, tüm kainatın tek bilgi kaynağının dini kitaplarda olduğu düşüncesine karşı çıkıyordu. 78 yaşında, sanki bu dünyada değilmiş, sanki tüm o astronomi, matematik ve fizik alanında dünyaya büyük şeyler katmamış gibi öldü. Din adamlarının oluşturduğu mahkeme bir bilim insanını yargılıyordu ve doğru olan düşünceyi idam etmekten geri kalmıyordu. Bu videoyu, 400 yıl evvelinden bunları düşünen, bu şartlarla 400 yıl boyunca bilimle uğraşan ve kendini sadece dünyayı daha aydınlatmak, geliştirmek için uğraşan tüm bilim insanlarına adıyoruz.
  15. Pandemi süreciyle birlikte fazlasıyla ismini duyduğumuz Covid19 virüsü ile ilgili sonradan öğrendiğimiz dört farklı bulgu ve sonuçlarını sizlerle paylaşmak isterim. 1. Koronavirüs pıhtılaşma faktörünü etkiliyor Bir çok inflamatuvar hastalık ve enfeksiyon unsurlarında pıhtılaşma oranları değişir, ancak Covid-19 diğer türevlerden çok daha fazla pıhtılaşmayı etkiliyor gibi görünüyor. Eğer damarlarınızda oluşan pıhtı yeterince büyükse kan geçişini engeller ve damarın devamında oksijen bekleyen ünitelerin oksijensiz kalıp ölümüne sebep olur. Eğer bu pıhtı koroner arter içerisinde oluşursa kalp krizine sebep olur, akciğerlerinizde oluşursa pulmoner embolizme neden olur. Eğer beyinde gerçekleşirse felç gerçekleşir, bir çok Covid-19 mağduru bireyde görülenler de olduğu gibi maalesef. 2. Koronavirüs enfeksiyonu ile koku alma duyunuzu kaybedersiniz. Bir çok viral enfeksiyonda olduğu gibi, Covid-19 sizi yakaladıysa, anozmiya, yani koku duyusunun kaybı yaşanıyor. Covid19 ile enfekte olan hastaların bir bölümü ani bir koku duyusunun kaybını ifade etmişlerdir. Yani böyle bir sorun yaşıyorsanız, bulgular listenize ekleyip bir uzmana danışmanızda fayda var. Yüksek ihtimalle virüsün hücrelere giriş sonrasında burun içerisindeki localarda yerleşmesi ve ACE2 reseptörlerine müdahale etmesiyle bu durum gerçekleşiyor olabilir. Ek olarak koku duyusunun kaybının arkasına tat alma duyusunun da Covid19 sonrasında kaybolduğu raporlanmıştır. 3. Çocuklarda ciddi inflamatuvar hastalıkları tetikleyebiliyor. Solunum yolları enfeksiyonlarına ek olarak maalesef Covid19 çocuklarda, bir çok hastalığı da tetikliyor. Avrupa ve Birleşik Krallıkta doktorların belirttiğine göre, beklenmedik ancak ciddi inflamatuvar koşulların çocuklarda izlendiği raporlandı. Bu durum multi-sistem inflamatuvar sendrom olarak (MIS-C - multisystem inflammatory syndrome in children) belirtiliyor. 4. Koronavirüs insandan hayvana geçebilir ancak sonra maalesef döngüsel olarak tekrar geri dönüş yapabiliyor. Sars (Sars-Cov-2) virüsüyle pandemi sürecinin başlamasıyla sıkı takibe alınan virüsün hayvanlarda öncelikli yayıldığını sonra insana geçtiğini biliyorduk. Ancak virüsün tekrar hayvanlara dönüşünü ve evcil hayvanlarımızı etkilediğinden emin değildik. Ancak Covid19 sürecinde yapılan incelemeler, insanların bu süreci döngüsel olarak işlettiğini, kedi, köpek gibi evcil hayvanlarımızı hatta kaplanları bile ağı altına alabildiğini gösteriyor. Hollanda'da, birden fazla vizon (ingilizce:mink) dostumuzun çalışan bir işçi aracılığıyla koronavirüs ile enfekte olduğu belirlenmiş. Hasta olan vizonlar yüzünden tekrar enfekte olan iki farklı insan raporlandı, bu da sürecin dökümente edilmiş örneği olarak Çin'den bildirildi.
  16. Gerçekten arada sırada bu tarz videolarla kendimizi, bulunduğumuz konumu, evreni ve hayatı sorgulamak için bir kaç dakika ayırmamız gerektiğini düşündüren bir video, biraz felsefik bir yaklaşım oldu ancak durum özeti bu gibi geliyor.
  17. Gerçekten heyecan verici. Genel süreç ve tüm aşı gelişmeleri için şu gönderiyi de buraya bırakayım, takip açısından yönlendirici olsun.
  18. Nasa yine en iyi bildiği işi yaparak bizleri heyecanlandırmış görünüyor. Güneşimizin aktivitesini 10 yıl boyunca kayıt altına alan Nasa çalışanları, 61 dakikalık keyifli bir video ile bizlere şahane bir görsel şölen aktardılar. İlham verici bu görüntüler, Solar Dynamics Observatory (SDO) uzay aracı tarafından 10 yıldan fazla süreyle kaydedildi. Heyecan verici olan ise, her bir saniyenin, Güneş sistemimizin merkezinde bir güne denk geliyor olmasıdır. Buyrun birlikte izleyelim!
  19. Daha Korona Covid19 virüsüyle alakalı çalışmalar henüz Faz 3 aşamasına bile erişememiş iken, şimdi de tavşanları hedef alan ölümcül bir tavşan hemorajik hastalik virüsü (RHDV2) ile başı belada görünüyor. Güneybatı'da yer alan yedi eyaleti etkisi altına alan ve binlerce tavşanın ölümüne sebep olan oldukça bulaşıcı bu hastalık için bilim insanları kolları sıvadı. Konu tavşanlar ile ilgili görünüyor, ancak maalesef çok daha fazlası var. Tavşan virüsü form, şekil veya hiçbir yönden Ebola'ya benzemiyor olmasına karşın, ciddi kanama, organ çökmesi, insan ve primatlarda ölümlere sebep olduğu için bu şekilde isimlendiriliyor. Çalışma detayları ve kaynak: Sciencealert, https://www.bilimgunlugu.com/szpu
  20. Bilim Forum

    Covid19 ve Aşı Çalışmaları

    Sosyal platformlarda duyuru olarak paylaşıldı, diğer arkadaşlarımız da eminim bir kaç cümle veri girişi yaparak gönderiye katkı sağlayacaktır.
  21. Sabitlenmiş olarak sürekli güncelleme gayreti göstereceğimiz Covid19 başlığımızda, aşı çalışmaları ve spekülasyonlar hakkındaki son durumu aktarmaya çalışacağız. Sizler de gördüğünüz, duyduğunuz, okuduğunuz tüm materyalleri kendi süzgecinizden geçirdikten sonra konu altına ekleyebilir, bilgi sahibi olmamızı sağlayabilirsiniz. Şimdiden emeğiniz için teşekkürler!
  22. Muhteşem mesajınız için teşekkürler.. İlk mesaj gayretiniz için ayrıca tebrikler ^.^
  23. Kesinlikle ılımlı bakış açısı tavsiyesini destekliyorum. Ancak erişilmeye çalışılan, eleştirilen anlatım sanırım insanların analiz ve anlayış yetisinin hiçe sayılarak hiçbir sayısal veri paylaşımı olmadan basma kalıp sonuçların duyurulması durumudur. Yani biraz daha net bilgi, fayda sağlayabilirdi.
  24. Çin'li araştırmacılar yeni bir domuz gribi türünün maalesef Pandemik Potansiyel içerdiğini Pazartesi gübü US Science Journal "PNAS" üzerinde yayınladıkları çalışmalarında duyurdular. G4 isimli, genetik olaran 2009 yılında pandemiye sebep olan H1N1 dizgisi üzerinden kaynaklandığını belirtiyorlar. 2011 yılından 2018 yılına kadar, araştırmacılar 30.000 nazal sürüntü alarak kesimhane ve veteriner hastaneleri bölgelerinden çalışmalarını tamamladılar ve 179 domuz virüsü izole ettiler. Kaynak ve detaylar: Sciencealert, https://www.bilimgunlugu.com/e8jt
  25. Biyolojik yollar ile beynin toksik atıklardan kendini arındırdığını zaten biliyorduk. Ancak bu kaydedilmiş görüntü, ilk defa beynin ölü nöronlardan nasıl kendini arındırdığını bize ifade ediyor. Laboratuvar ortamında fareler üzerinden yapılmış çalışmada bu görüntü kaydedilmiş. kaynak: Sciencealert, https://www.bilimgunlugu.com/po6o

Hakkımızda

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel bilim haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Bilim Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız buradan iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...