Jump to content

Cenk Önsoy

Bilim Üyesi
  • İçerik sayısı

    51
  • Katılım

Topluluk Puanı

0 Standart Seviye

1 Takipçi

Güncel Profil Ziyaretleri

Güncel ziyaretçiler bloku aktif değil. Diğer kullanıcılar son ziyaretçilerinizi aktif edene kadar göremezler.

  1. Sineklerin konduklarında yaptıkları el ovuşturma hareketinin sebebi nedir? Sinekleri daha yakından gözlemlerseniz aslında sadece ayaklarını birbirine sürtmediklerini fark edeceksiniz.Sinekler aslında ayaklarını, proboscis adı verilen, ağızlarından bir uzantı şeklinde çıkan ve beslenme için kullandıkları hortumlarına sürterler. Bildiğimiz kadarıyla bunu yapmalarının iki amacı var. Birinci amaç, proboscis’e yapışmış olan polen tanelerini ayaklar yardımıyla temizlemek.ikincisi ise,sineklerin ayaklarından tat almalarıyla ilgili. Sinekler normalde kıvrık duran proboscisi uyarmak için ayaklarının üzerindeki duyarlı kılları kullanırlar.Ayakların sürtünme hareketi bu kılların hortumu yani proboscisi uyarmasını sağlar. Bu sayede sinekler,besin alımı sırasında enerji tasarrufu yapmış olurlar. (Sineklerin besini proboscis aracılığıyla aldıklarını hatırlatalım.) Ayaklarıyla tat alabildikleri için her seferinde,kıvrık durumdaki proboscisi açıp, besinin olup olmadığını kontrol etmelerine gerek kalmaz. Böylece, besinin olup olmadığını ayakları aracılığıyla anlayıp sadece gerektiği zaman proboscisi açmış olurlar. İlk bakışta sanki hayatının fırsatını bulmuş gibi bir görüntünün oluşmasını sağlayan sinek hareketidir.
  2. Ne şekilde olursa olsun, şu an karbondioksit yaymayı durdurmak mümkün değil. Yenilenebilir enerji kaynaklarında gerçekleşen önemli ilerlemelere rağmen, toplam enerji talebi artıyor ve karbondioksit yayımları yükseliyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2011 yılında yayınladığı bir rapor, eğer mevcut güzergahımızdan ayrılmazsak, o zaman 6°C daha sıcak olan bir Dünya’ya bakıyor olacağımızı belirtiyor. Paris Anlaşması’ndan sonra aslında şu anda bile yörünge aynı. Karbon salımlarında önce bir tepe noktası, ardından da darboğaz görmeden, yeni bir güzergahta olduğumuzu söylemek zor. Zaten görmekte olduğumuz yaklaşık 1°C’lik ısınma ile birlikte, gözlenen değişimler şimdiden rahatsız edici durumda.
  3. Kronik ve otoimmün hastalıklardan kurtulmanın ilk adımı beslenmeyi düzeltmek ancak çevresel toksinlerden, kimyasallardan kurtulmak da çok önemli. Temizlik ve hijyen takıntısı bizde çok yaygın. Hijyen önemli ancak takıntı haline gelmesi, mikroplardan arınmak için özellikle bol miktarda çamaşır suyu kullanılması çok yaygın. Bunun zararlarına dair pek çok gönderi paylaşmamıza karşın hala çamaşır suyu kullanmayalım mı soruları gelince bu konuya bir kez daha değinmek istedik. Dr. Mercola “Yaygın Olarak Kullanılan Temizlik Ürünleri Akciğer Hastalığı Riskini Artırabilir” başlıklı yazısında bu konuyu şöyle özetlemiş: Reklamlar ürünlerin bakterilere karşı % 99,9 etkili olduğunu, çamaşırlarınızın güzel kokacağını, armatürlerin parlayacağını vb ileri sürüyor. Ancak maalesef bu ürünlerin içinde sağlığı ciddi ölçüde bozacak kimyasallar bulunuyor. Bir araştırma, haftada bir kimyasal temizleyiciler kullanan sağlık personelinin, KOAH, amfizem, kronik bronşit gibi akciğer hastalıklarına yakalanma risklerinin arttığını gösteriyor. Çamaşır suyunun akciğer hastalığı, sinir sistemi hastalıkları, yanmalar ve kimyasal nedenlerle oluşan zatürre gibi hastalıklarla bağlantısı araştırmalarla ortaya konmuştur. Üstelik çamaşır suyunun başka bazı temizlik kimyasallarıyla karıştırılması öldürücü gazların oluşmasına neden olabiliyor. Ev temizliğinde, çamaşırda korkusuzca kullanılabilecek doğal alternatifler de vardır. Boraks, tuz, karbonat, sirke çeşitli miktar ve karışımlarda kullanılabilir.” Özet çeviri: Nurçin Çağlar | Sağlıklı Yaşıyoruz®
  4. Bilgilendirme için teşekkürler, imla ve noktalama düzeltmeleri için metine ufak müdahaleler yaptık, bilginiz olsun :)
  5. Stephen King’in efsaneleşmesini sağlayacak olan kıvılcımı yakan kişi bir kadındı. Üniversiteden mezun olduktan sonra iş arayışına çıkan Stephen, yerleşkesine yakın bir yer olan Hampden‘da İngilizce öğretmenliği yapmaya başlamıştı. Gündüzleri kasabadaki çocukları eğitirken geceleri de eşi Bayan Tabitha ile vakit geçiriyordu, pek tabii zihninden kağıt parçalarına dökülmek için can atan öykülere kısa da olsa ayıracak vakti vardı. İngilizce öğretmenliği Stephen için bir sorundu, çünkü yazmak için ayırması gereken vaktinin hep kısa olması kendisini huzursuz ediyordu. Okulda önceden yaşanılan bir olay hakkında kafasında oluşan fikir Stephen‘in Carrie‘yi kaleme almasına sebep oldu. Hikayenin ilk taslağının üç sayfasını hazırladı fakat okuduktan sonra tiksinmişti ve parçalara ayırıp çöpe attı. Bunun dört sebebini ”Yazma Sanatı” adlı kitabında açıklayan Stephen King şöyle anlatıyor: Ertesi günün akşamı okuldan eve döndüğünde; kendisini ellerinde tuttuğu, sigara külleriyle kirlenmiş, rengi parça parça grileşmiş, kırış kırış şekilde birleştirilmiş kağıt parçalarıyla bekleyen kişi Bayan Tabitha’ydı. Kendisinin tiksinerek yırttığı sayfaları Bayan Tabitha tek tek birleştirip okumuş ve hikayenin geri kalanını öğrenmek istediğini söylemişti. Stephen King‘in liseli kızlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum diye yakarmasına karşılık Bayan Tabitha, tebessümle King‘in gözlerine bakarak ona yardım edebileceğini söylemişti. Stephen King ve Tabitha King Bayan Tabitha‘nın ısrarı sonucunda yazmaya devam ettiği romanı “Carrie” 5 Nisan 1974 yılında yaklaşık 30.000 kopya olarak basıldı. 43 yaşında olan bu eserin son film uyarlaması ise 2013 yılındaydı ve dünya çapında $84 Milyon dolar hasılata ulaştı. Romanlarını kurgularken izlediği yol 2013 Yılında UMAS LOWELL‘da konferansa katılan Stephen King meslektaşı ve yakın bir arkadaşı olan John Irving‘in şu sözüne atıfta bulunuyor : “Bir kitabı yazmaya başladığımda, ilk önce o kitabın son cümlesini yazarım.” Umas Lowell konferansından bir kare. Ardından bunun kendisi için eğlenceyi tamamen mahvetmek anlamına geldiğini söylüyor. Kendi izlediği yolu ise şu şekilde anlatıyor: “Ben küçük fikirlerle başlıyorum, farklı yerlerden gelen küçük fikirler. Bazen kalıyorlar ve o fikirlerle farklı şeyler yapıyorsun. Bazen de uçup gidiyorlar. Ama asıl düşünce şu; bir fikirle yola çıkıp onunla başlangıç yapıyorsunuz, fikirlerinizin karakterlerdeki etkilerini gördüğünüzde ise yeni şeyler keşfederek bundan zevk almaya başlıyorsunuz.” Bildiğiniz üzere Stephen King romanlarını kaleme alırken aynı zamanda hikayenin gidişatını düşünüyor, heyecanını ve yazarkenki şevkini kaybetmemek için kendi kurguladığı hikayesine kapılar açıyor ve her birinden olmasa da bazılarından gelen davetleri değerlendirerek devam ediyor yolculuğuna, böylelikle akıcı olmanın kilit noktasını buluyor. Bangor Daily News‘a verdiği röportajda Korku Ağı romanını yazarken işlerin nasıl değiştiğini şöyle anlatıyor: “O hikayeye başladığımda kendi kendime Dracula’daki gibi iyilerin kazanmasını düşlemedim. İyi adamlar kaybedecek, sonunda da herkes vampire dönüşecekti. Ancak böyle olmadı. Çünkü kitapla birlikte ilerliyorsunuz ve bu hikayeyi gitmek istemediğim daha karanlık yerlere götürdü. Hikaye büyük ve güçlü bir makineye dönüşebilir ve bunu fark edemezsiniz.” Kurgu hakkındaki en sevdiği tanım ise ABD’li Roman Yazarı Dr.Thomas Williams‘a aittir. “Williams roman yazmayı boş, karanlık bir ovada kamp ateşi yakmaya benzetir. Karakterlerse karanlığın içinden ellerinde odun yığınlarıyla teker teker çıkarlar ve bu odunları ateşe atarlar, ateş sönmeden önce kendilerini çok şanslı hissederler. Tüm karakterler ateşin etrafında ısınmak için dikilirler.” Kendisi için de roman yazmanın böyle bir şey olduğunu dile getiriyor. “Bu denli efsaneleşmesinin sebebi gerçekten sadece hikaye ile beraber gidip o anki fikirlerini yazıya dökmesi mi? Bu tamamen saçmalık.” Diyecek olanlarınız vardır elbette. Eğer bana soracak olursanız, kesinlikle buna katılmayacağımdan emin olabilirsiniz. Gariptir ki aynı şeyleri hissediyorum, şu şekilde açıklayayım: İnteraktif bir filmin içine atılmışsınız gibi düşünün, yaşayacağınız şeylerin tamamı filmi izleyen kişinin seçimleriyle gerçekleşecek. Bu sizi korkudan öldürebilir, heyecandan tir tir titretebilir. Fakat filmi izleyen ve seçimleri yapan kişinin tek düşüncesi sonraki adımda ne olacağıdır. Hikaye ile beraber yazmak işte tam olarak böyle bir şey, karakterlerinize kaleminizin ucundan sayfanıza düşen mürekkep ile can veriyorsunuz ve sonunun nereye gideceğini siz bile kestiremiyorsunuz. Kullanmış olduğu ve önerdiği teknikler 1. Gerçeği Anlat : Stephen King‘e göre gerçek hayatta yaşadığımız olaylardan alınan parçaların yazıya dökülmesi okuyucuyu etkilemek için yeterli olacaktır. (Carrie, Hayvan Mezarlığı, Kujo… gibi bir çok romanı yaşadığı olaylar üzerinden yazılan romanlardır.) 2. Kısa cümleler işe yararken uzun cümlelere ihtiyacımız var mı?: Tabiri caizse dallandırıp budaklandırmak. Gereksiz yerlerde fazla kelimeler israf ederek kurduğumuz cümleler. Stephen King bu konu için, ”Ev hayvanınıza akşam kıyafetleri giydirmek gibi’‘ benzetmesini yakıştırıyor. 3. Tek cümlelik paragraflar kurun: Stephen King kurgunun amacının dil bilgisi doğruluğundan ziyade okuyucunun hoşuna gideceği bir hikaye sunmak olduğunu düşünüyor, bu da akıcı olmayı beraberinde getiriyor. King‘e göre tek cümlelik paragraf kurmak yazmaktan çok konuşmaya benziyor ve bunun iyi bir şey olduğunu söylüyor. “Yazmak baştan çıkarıcıdır, iyi konuşmak ise baştan çıkarmanın bir parçasıdır. Eğer öyle değilse neden birçok çift akşam yemeğinden sonra soluğu yatakta alıyor?.” Sanırım bu soruya cevap veremeyeceğiz Bay King teşekkürler… 4. İdeal okuyucularınız için yaz: İdeal okuyucularınız için kalemi elinize alın: Bu noktada Stephen King bir şeylerini yazarken ideal okuyucularını düşündüğünü söylüyor, “Bu bölümü okuduğunda ne düşünecek?” diye merak ettiğini söylüyor. Kendi ideal okuyucusu Bayan Tabitha imiş… 5. Çok çok ve çok oku: Stephen King‘in söylemine göre yazacak bir şeyiniz yoksa hiçbir şey okumuyorsunuzdur. Kendisi uzun bekleme odalarında, tiyatro lobilerinde, sıkış tepiş sıra kuyruklarında kitap okuduğunu anlatıyor. 6. Her seferinde tek kelime yaz: Bir röportajında sunucu Stephen King‘e nasıl yazdığını sormuş. Cevabı ise “Her seferinde bir kelime.” olan Stephen King‘in şaka yapıp yapmadığını anlamaya çalışıp uzun süre cevapsız kalan bu sunucuyu anlatırken Bay King, şaka yapmadığını söylüyor. 7. Her gün yaz: Stephen King‘in bu önerisini dikkate almak gerekli diye düşünüyorum, kendisi gerçek anlamda yazma bağımlısı bir kişilik. Her sabah birkaç saat yazı yazdığını söylüyor. Bu bir atletin uzun bir maratona hazırlanması gibi bir şey. Kendinizi sürekli denemezseniz her yazınız yarıda kalacaktır demeye getiriyor olabilir. Kısaca gelişimini izle ve yazmadan durma. 8. Eğlenmek için yaz: Kendisi sıkılarak, heyecan duymayarak yazdığımız hiçbir şeyin sevileceği kanaatinde değil ve son derece haklı eğer ki bir Tabitha‘nız yoksa… (Hatırlarsanız ”Carrie” içine sinmeyen tiksinip yırttığı bir hikayeye sahipti) Stephen King’in başarılı olmak için 5 kuralı 1. HER GÜN PRATİK YAP 2. Deneyim, en iyi öğretmendir. 3.Profesyonel bir yazar olmak istiyorsanız, yazdıklarınızla ilgili geri dönüş yapan bir iş bulun. 4. Her zaman başka bir alternatif için de çalışın. 5. Okumaktan vazgeçme: “Eğer okumak için vaktim yok diyorsan, yazmak için de vaktin yoktur.” –Stephen King. BONUS: REDDEDİLMEKTEN KORKMA (Stanley Kubrick, The Shining isimli kitabının filme uyarlanması için yazılan senaryoyu reddetmiştir.) İşte Stephen King’in nasıl efsaneleştiği verdiği cevapların arkasında saklı… “Bence dünyanın en aşağılık yaratığı, kadınları döven bir erkektir,” ”O”, sayfa 240. AHMET ŞAHİN AYTUN tarafından blog bölümünde kaleme alınmıştır.
  6. Şüphesiz hepimiz koalaları sevimlilikleri, tembellikleri ve ağaçlara sarılı yaşamları ile tanıyoruz. Hatta son zamanlarda viral olan, arkadaşları onu ağaçtan attığı için ağlayan koala videosunu da es geçmeyelim. Koalaların yaşam alanları Avusturalya ormanlarıdır. Maalesef ki insanları çok sevmiyorlar ve yaşam alanlarından oldukça memnunlar. Yani onları evcilleştirmek çok zor. Onları yaşam alanından ayırıp hayvanat bahçesine almaksa, koalalara sadece acı veriyor. Önceden Avusturalya’ya yerleşen insanlar yumuşak tüylü kürkü için onları avlıyordu. Oldukça tembel ve hareketsiz olmaları nedeniyle de avlanmaları çok kolay oluyordu. Bu durumda insanları sevmemeleri gayet tabii. Koalalar tıpkı kangurulargibi keseli hayvanlardır. Onlarla ilgili diğer ilginç bilgi ise hamilelik süreçleri. Çok kısa bir hamilelik geçiren koalalar, yalnızca 35 gün yavrularını karnında taşıyorlar. 3- 5 cm doğan yavrular annelerinin keselerine giriyor ve burada büyüyüp gelişmeye devam ediyor. Kese hayatları ise 6 ay sürüyor. Fakat bitmiyor, bu defa da annelerinin sırtında yaşamaya devam ediyorlar. 2- 3 yıl kadar da annelerinin sırtında büyüyp hayatı öğrenmeye çalışıyor yavru koalalar. Anne koalalar ise yavrusuna bakarken bile uykusundan ödün vermiyor. Yaklaşık günde 18 saat uyuyan koalalar uykusundan asla vazgeçmiyor. KOlalar yalnızca okaliptüs yaprakları yerler. Birçok hayvan gibi insanlar için de son derece zehirli olan bu yaprakları sindiren özel bakteriler bulunmakta. Evrimsel süreçte bu bakteriler ile koalalar mutualist bir ilişki içindedirler. Yaşam alanları ise elbette okaliptüs ağaçları. Oldukça tembel oldukları için tüm hayatları bu ağaçta geçiyor. Su içmeye bile vakit ayırmıyorlar. Zaten su aramak istese bile en fazla kat edebileceklerii mesafe 3- 5 metre. Çünkü günde yalnızca 4 dakika kadar hareket edebilecek enerjiye sahipler. Ağaçtan damlayan suları içiyor, hatta bazen hiç su içmiyorlar. Peki koalalar neden bu kadar çok uyuyor (günde 18-22 saat) ve çok az hareket ediyorlar? Bunun sebebiyse okaliptüs yaprakları! Tek yedikleri besin olan okaliptüs yaprakları onlara gerekli enerjiyi sağlayamıyor ve vücutları hep uyku istiyor. Ayrıca ormanda yaşamaları, bol oksijen de uykuya bir sebebiyet tabi. Fakat en büyük sebep yeterli beslenmemeleri. Peki bu sevimli mi sevimli canlılar saldırganlar mı? Maalesef ki evet. O tatlı görüntüleri yanıltıcı. Grubun kendi içerisindeki kavgalar oldukça sakin geçiyor fakat köpekler ve insanlar konusunda biraz agresif olabildikleri biliniyor. Avustralya’da 2014 Aralık dolaylarında bir kadın, köpekleri ile birlikte koaladan kurtulmaya çalışırken, kendisini ısırdığını ifade etmiş (!). Kadının bacağını ısıran koala hiç de kolay bırakmamış. Kadın çırpınışlar sonucu koalanın dişlerinden kurtulabilmiş. ERİCA CARNEA tarafından blog bölümünde kaleme alınmıştır.
  7. “Evlenme çağına gelmiş kızları işaretlerler” tabirine kadar giden bir rivayet zinciridir, tüm bilinmeyen gizemli olaylarda olduğu gibi kılıfı hemen hazırlanmıştır. Ancak siz siz olun, rivayetlere göre hareket etmeyin, biraz sorgulayıcı olmakta fayda görüyoruz. Tinea nigra, derinin üst katmanlarına saldıran bir enfeksiyondur. Hortaea weneckii isimli mantar türü tarafından gerçekleştirilir. Halk arasında uyurken kına yakılmış, cinler periler işaretlemiş gibi efsane “efsaneler” dolaşıyor olsa da, Phaeoannellomyces werneckii, Exophiala werneckii, ve Cladosporium werneckii isimleriyle farklı vakalarda yer almış bu arkadaşlarımız derinizin üstünde renklenme yaratarak biz buradayız diyebiliyorlar. Bu deri renklenmesi ve enfeksiyon için direk mantar türüyle temas gereklidir. Yani sizde bu durum var ise, farkında olmadan mutlaka bir temas gerçekleşmiş ve istemeden konak durumuna düşmüşsünüz demektir. Ancak lezyonlardan bahsetmiyoruz, buradaki ince çizgiyi kaçırmayın; mantarın kendisiyle temas olması gereklidir. Yani bir el sıkışarak “temas ettim, kınalandım” tribine girmenize gerek yoktur; bu hamle durumun bulaşmasını yüksek ihtimalle sağlamayacaktır. Deri lezyonları mantarın yerleşmesiyle birlikte ortalama 2-7 hafta içerisinde görülmeye başlar. Genelde 20 yaş altı bayanlarda sıklıkla görülen bir enfeksiyondur.
  8. Gün içerisinde işlerimizde telefon artık vazgeçilemez oldu. Yatarken bile, hemen yanımızda yatağımızın baş ucunda bulunduruyoruz . Maalesef, bu sağlımıza çok zararlı olsa da, ben bugün başka bir soruna değineceğim. Telefon artık çok yaygınlaştığı için, şarjın hemen bitmesi, hiç dayanmaması bir sorun haline geldi , Powerbank markasıyla hepimizin hayatında yer alan yedek batarya uygulamalarıyla geçici çözüm bulunmasına rağmen, araştırmacılar kesin çözüm için araştırmalar gerçekleştiriyordu ve Washington Üniversitesinden bu sorunu bir çözüm taslağı geldi. Gücünü batarya yerine radyo sinyalleri ve ışıktan alıyor, çünkü sadece 3,5 microwatt enerji ile çalışıyor. İlk denemelerde 50 fit uzaklıktaki biriyle iletişim kurmayı başarıldı ve ilk Skype görüşmesi gerçekleştirildi. Bu oluşturulan prototipte öncelikli amaç şarjsız telefonu bulmak olduğu için, görüntü olarak daha, iyi bir seviyede değil. Öncelikle görsel görüntü için üstüne çalışılıyor. Ne zaman satışa çıkacağını söylemek şu an için çok erken, fakat tam olarak tamamlandıktan sonra gerçekten bir devrim niteliğinde yenilik olacağı düşünülüyor.
  9. Cenk Önsoy

    Anunnakiler Gerçek midir?

    Konu dışı: İmla ve cümle düzenine, en azından bir kaç standart noktalama işareti kullanarak lütfen biraz daha özen gösterelim mi :)
  10. Cenk Önsoy

    Hayvanlar ile ilgili ilginç bilgiler

    Bu tarz "muhteşem" derleme bilgiler için güvenilirlik açısından birkaç kaynak ekleyip de bilginin nereden geldiğini belirtmemizde fayda var; en hızlı koşan vahşi hayvan hipopotam değil evet; ancak neden çita diye sorulduğunda, veriyi teyit edebilmeliyiz ;)
  11. Cenk Önsoy

    Dinsel bağnazlık ile bilim neden bağdaşmaz?

    Çok daha fazla ortak noktası olduğunu düşünüyorum, güzel yazı ancak geliştirilebilir.
  12. Küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişikliği sebebiyle günümüzde severek tüketilen birçok yiyeceği önümüzdeki yıllarda bulamayabiliriz. İşte iklim değişikliğinin önüne geçmek için elimizden geleni yapmazsak, yakın gelecekte mahrum kalacağımız o besinlerden bazıları.. Çikolata Çikolatanın ham maddesi olan kakaonun toplam üretiminin yüzde 70’i Afrika’da gerçekleşiyor. Sıcaklıkların giderek artması, Afrika’da yetiştirilen kakao ağaçlarının verimini düşürüp yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Dünyanın en büyük çikolata üreticisinin geçen yıl yaptığı açıklamaya göre önümüzdeki senelerde dünyada çikolata olmayacak. Bal Arılar iklim değişikliğinden en fazla etkilenen türlerin başında geliyor. Günümüzde bile ulaşması çok zor olan doğal bal, yakın zaman içinde vedalaşmak zorunda kalacağımız besinlerden biri olarak gösteriliyor. Buğday ve Pirinç Bu iki tahıl, dünyanın neredeyse tamamının beslenmesini sağlıyor. Ancak hava sıcaklıklarındaki dalgalanmalar ve yağışların öngörülemezliği nedeniyle bu ürünlerin üretildiği bölgeler hızla değişiyor. 2050’de buğday ve pirinç talebinin yüzde 33 artacağını da düşünürsek, gelecek nesiller açlıkla mücadele etmek zorunda kalabilir. Kahve Güney Amerika’da yetiştirilen kahve ağaçlarının da iklim değişikliğinden oldukça etkileneceği öngörülüyor. Bu nedenle en çok tercih edilen, en kaliteli kahve cinsi olarak bilinen arabika kahvelerinin üretim sıkıntısına gireceği, ham maddenin giderek azalmasıyla kahve tüketiminin bir lükse dönüşeceği düşünülüyor. Öte yandan artan hava sıcaklıkları da tozlaşmada büyük önemi olan arıları daha serin bölgelere göçe zorlayacağından kahve iki türlü tehdit altında. Charles Luciano, kaynak
  13. Genel kanının aksine atlar sadece ayakta uyumazlar, gerektiğinde anatomik yapıları yere uzanabilmelerini sağlayacak şekildedir. Ancak ayakta uyuyan atlar, uyku esnasında yere düşmezler. Çünkü bacak kemikleri kilitlenir ve bu sayede at yere düşmez. İşte bu kemik anatomisi sayesinde tüm atlar gerektiğinde ayakta uyuyabilirler ve yere düşmezler. Aslında yabani hayatta her zaman gerçekleşmeyen ayakta uyuma özelliği atlarda içgüdüsel bir olaydır. Atlar kendilerini güvende hissetmedikleri zaman ayakta uyumayı tercih ederler, yani sürekli tetikte olurlar. Bu ayakta uyuma hali sıklıkla evcilleştirilmiş atlarda görülür. Çünkü yabani atlar sürüler halinde yaşar ve uyurken sürüdeki diğer atlara güvenirler. Evcil atlar da zaman geçtikçe bulunduğu ortama alışır ve kendilerini güvende hissederek rahat bir dinlenme pozisyonunda uyumayı tercih edebilirler. https://wonderopolis.org/wonder/do-horses-sleep-standing-up
  14. Dünyadaki en küçük motor: İnsan saçının çapından yaklaşık 100.000 kat daha küçük inşa edilen motor, sadece 16 atomdan oluşuyor. Özetle bir nanometreden daha küçük.. Motor da sadece 4 atomdan oluşan bir stator ve sadece altı paladyum ile altı galyum atomundan oluşan bir rotor var. Yani bir sabit ve bir hareketli parçadan oluşuyor. Enerji çevreden hasat edilir ve bu hem elektrik enerjisi hem de ısı enerjisi olabilir. Araştırmacılar, -256°C'de dahi dönme tespit ettiler. çalışma: https://www.eurekalert.org/pub_releases/2020-06/sflf-tsm061620.php Via Dialectic
  15. Kuantum dolanıklık teorisi nedir? Eşleştirilen kuantum seviyesindeki parçacıkların, birbirlerinden ayrıldıklarında dahi, aynı davrandıkları teorisidir ki; yıldızlar arası bir testle de onaylanmıştır. (1) Aralarında kilometrelerce mesafe bulunan parçacıklardan biri, bir yönde dönmeye zorlansa diğeri de aynı anda kendiliğinden ters yönde dönmeye başlar. Peki, bu bize ne kazandırıyor? Bir iletişim sistemi.. İlk akla gelen şey ‘hack’lenemeyecek bir internet erişimi oluşturmak olsa da böyle bir iletişim sisteminin daha büyük kazançları olacak. Örneğin, geleceğin yıldızlar arası seyahat eden, ışık yılları uzaklıktaki uzay gemilerinin, gezegenimizle anlık iletişim sistemi gibi.. Günümüz teknolojisi ile kendi Güneş sistemimizdeki gezegen Saturn yörüngesinde bulunan bir uzay aracı ile Dünya arasındaki iletişim 78 dakika gecikmeli olarak yapılıyor. Çünkü radyo sinyalleri ile gönderilen komutların ışık hızı ile yaptığı seyahat, ancak bu kadar zamanda bitebiliyor. (2) Ancak kuantum dolanıklığı ile çalışan bir iletişim sistemimiz olsaydı bu haberleşme anlık olarak gerçekleşecekti. Peki, kuantum dolanıklığı neden ‘ışınlanma’ ile bağdaştırılıyor? Bu yöntem ile (teoride) örneğin bir eşyanın tüm parçacıkları başka çiftleri ile eşleştirilecek, ardından o eşya başka bir yerde yeniden yapılandırılacak ve orijinal madde de yok edilecek. Her ne kadar ışınlanma olarak adlandırılsa da aslında bu yöntem bir ışınlama değil.. Neden mi? Çünkü bizim ‘ışınlanma’ kelimesine atfettiğimiz anlam maddenin bir yerden, bir yere hızla aktarılması. Bu yöntemde ise maddenin kusursuz bir kopyası, klonu inşa ediliyor. (teoride) Alıntı ve atıflar; 1. https://www.livescience.com/52811-spooky-action-is-real.html 2. https://www.space.com/36630-cassini-saturn-spacecraft-survives-grand-finale-dive.html Diğer bazı bilgiler: https://www.theguardian.com/science/2017/jul/12/scotty-can-you-beam-me-up-scientists-teleport-photons-300-miles-into-space İçerik: https://www.facebook.com/AktuelBilim/posts/1431987633663938

Hakkımızda

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel bilim haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Bilim Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız buradan iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...