Jump to content

Trend Videolar

  1. Dünya giderek daha da ağırlaşıyor mu?  

    Bir cismin ağırlığı, dünyanın o cisme uyguladığı yerçekimi kuvvetidir. Bu nedenle dünyanın kendi ağırlığından bahsetmek biraz anlamsızdır. Dünyanın ağırlığı bir başka kuvvet tarafından çekildiğinde söz konusu olabilir. Bir cismin kütlesi ile ağırlığı arasındaki fark da buradadır. Dünyada bir kilogram ağırlığında olan bir cisim Ay'da tartıldığında altıda biri kadar gelir ama o cismin kütlesi her iki yerde de aynıdır.
    Bir cismin kütlesi mesafe ve kütlesi bilinen bir başka cisimle arasındaki çekme gücüne göre hesaplanabilir. Bu şekilde hesaplanan dünyanın kütlesi 5,98 sekstrilyon (yirmi bir sıfır) tondur.
    İnsan nüfusunun artmasının, yeni bitkilerin oluşmasının bu kütleye etkisi sıfırdır. Yeni canlılar dünyada zaten var olan atom ve moleküllerden yapıldıklarından yoktan var olmazlar (topraktan gelip toprağa gitmek).
    Dünyanın kütle değişimini etkileyecek iki ana unsur vardır. Uzaydan gelen göktaşları ile atmosferden uzaya kaçan bir takım hafif elementler. Dünyanın kütlesi en sağlıklı olarak Ay'ın yörüngesine göre hesaplanır. Ancak dünyaya gelen ve gidenler toplam kütle içinde Ay'ın yörüngesini etkileme açısından o kadar az yer tutarlar ki en hassas ölçümlerde bile dünya azaldığını mı yoksa arttığını mı söyleyebilmek mümkün olamaz.
    Araştırmacılar bu konuda ikiye ayrılmış durumdalar. Birinciler dünya yüzeyine her sene 10 bin ila 100 bin ton arası ve toz düştüğünü, bu nedenle her yıl dünyanın kütlesinin yanaşık 50 bin ton arttığını ileri sürüyorlar. Ne var ki dünyamıza seçmiş ömrü boyunca yani 4,5 milyar yıl süresince düşen göktaşı ve toz miktarının toplam 225 trilyon ton olan ağırlığı dünyanın kütlesinin 0,000004'ünü bile geçmiyor.
    İkinci görüşe göre atmosferimizde gaz molekülleri devamlı hareket halindedirler. 700 kilometre yükseklikten sonra başlayan 'exosphere' tabakasında yoğunluk o kadar düşüktür ki hidrojen ve helyum gibi çok hafif atomlar buradan uzaya kaçabilirler.
    Hidrojen atomları zaten zaman içinde uzaya kaçmışlardır. Sürekli olarak radyoaktif çürümelerle yeryüzünde üretilen helyum atomları ise atmosferin en üst tabakasından uzaya kaçmaya devam etmektedirler. Bunun yıllık miktarının 1,4 milyon ton olduğu ileri sürülüyor. Bu miktar gelen göktaşı ve toz miktarının yanında o kadar büyüktür ki dünya kütlesinin her yıl l ,4 milyon ton azaldığı söylenebilir.
    Her iki görüşün doğruluğu da sağlıklı ölçümlerle ispatlanamamıştır. Doğru oldukları kabul edilse bile Güneş ile birlikte 5 milyar yıl sonra ömrünü dolduracağı hesaplanan dünyamızın kütlesinin yanında hiçbir zaman kayda değer bir oran oluşturmayacaklardır.
     
     

Yeni Videolar

  1. Ramazzottius cinsine ait bir su ayısı  

    Ramazzottius cinsine ait bir su ayısı. Midesi ise sindirilmiş yeşil alglerden dolayı yeşil görünüyor.
     
  2. Evde çocuklarınızla yapabileceğiniz keyifli 25 deney  

    Geleceğimizin temsilcileri için evde kolayca bilimi aşılayabileceğiniz 25 deney yapılışını içeren video ile sizlerleyiz. Bu tarz videolara ağırlık vermeyi planlıyoruz, bilim yaşanarak öğrenilir, sevilir, öğretilir!
     
  3. Metalin oksijende sürekli yanması  

    Sodyum, atmosferdeki oksijene maruz kaldığında kendiliğinden yanan yumuşak, yüksek derecede reaktif bir alkali metaldir. Bu, yanmanın ısısı metali eritmeden önce yuvarlak bir damlacık oluşturan bir beyaz sodyum oksit tabakası oluşturur. Metalin oksijende sürekli yanması sonunda katı sarı sodyum peroksit ve sodyum karbonat üretir.
    Metalin oksijende sürekli yanması.mp4
  4. Karanlık madde hakkında bilinmeyenler  

    Herkese açık bir havada gece kafanızı kaldırıp yukarı baktığınızda ne görüyorsunuz? Yıldızlar, ay ve koyu maviye kaçan, karanlık diye betimleyeceğimiz uzay boşluğu değil mi? İşte bugüne kadar insanların boşluğuna ve büyüklüğüne inanamadığı bu karanlık yapının gizemini ortaya çıkarmaya çalışacağız.
    Gözlemleyebildiğimiz evrenin %80 oranındaki bölümü bilim insanlarının doğrudan tanımlayamadığı ve gözlemleyemedikleri bir madde ile kaplı ve biz ona karanlık madde adini verdik. Onu anlatmadan önce bile adından dolayı bazı çıkarımlar yapabilirsiniz. Karanlık madde olarak tanımladığımız bu tuhaf dünya dışı madde, enerjiyi ve ışığı yaymaz. aymadığı için de onu gözlemleme şansımız yok.
    Peki o zaman bilim insanları var oldugunu kanıtlayamadığımız karanlık maddenin neden evrenin en büyük parçası olduğunu düşünüyor? Bu videodan önce Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi fizikçilerinden biri olan ve bu tarz şeylerin gündeme gelmesini sağlayan bilim insanı albert einstein’ın genel ve özel görelilik kuramını  işlediğimiz videomuzu mutlaka izleyin.
    izledikten sonra eminiz ki bu maddeyi daha iyi anlayacaksınız Öncelikle şunu unutmayın: Karanlık madde, astrofizikte, elektromanyetik dalgalarla etkileşime girmeyen, varlığı yalnız diğer maddeler üzerindeki kütle çekimsel etkisi ile belirlenebilen maddelere denir. Evrenimizdeki galaksilerin, yıldızların ve gezegenlerin harika uyumundan ve birbirleriyle girdikleri çekim kuvvetlerinin muazzam oranından daha önce bahsetmiştik.
    Bigbang teorisini kabul etmiş fizikçiler, bunca gök cisminin birbiriyle olan uyumunu olabildiğince açıklamaya çabalamıştır. İşte bu imkansız gibi görünen yörüngeler, başarılı dönüşler, o kadar kusursuzlardır ki, bilim insanları “hiç bir şey bu kadar kusursuz olamaz” diye düşünmek zorunda kalmışlardır. Bunu düşünürken de kendilerine sordukları ilk soru şu oluyor: “Gözlemlenebilir maddelerin yarattığı yerçekimi onları bir arada tutamaz. Bu sistemin mutlak bir şekilde parçalanması gerekir.”
    20. yüzyılın bilim dünyası, evrenin gözle görülebilenden daha fazla madde içerdiği varsayımını hep dile getirmiştir. Bunu daha fazla düşünmemizi sağlayan isimlerin başında gelen ise kesinlikle Albert Einstein'ın ta kendisidir. Elimizde gözle görülür, tespit edilmiş bir kanıt olmamasına rağmen, her geçen gün olasılıklar artıyor ve gerçekleşen güçlü deneyler, karanlık maddeyi bir fenomen olmaktan çıkarıp hayatımızın bir parçası yapmaya aday. Normal maddenin aksine, karanlık madde elektromanyetik kuvvetle etkileşime girmez. Bu ışığı emmediği, yansıtmadığı ve yaymadığı anlamına gelir.
    Bu da şu anki teknoloji altyapımızla onu doğrudan tespit etmemizi imkansız kılar. Fakat büyük araştırmalar, karanlık maddenin varlığını bir çok farklı şekilde ortaya çıkarmak için halen devam etmekte. Birincisi gökcisimlerinin, içinde bulundukları galaksilerin merkezleri etrafındaki dönme hızlarının galaksilerin merkezine olan mesafeye bağlı olarak değişiminin açıklanabilmesi için sadece ışıkla etkileşen madde miktarı yeterli olmuyor. bu şu demek Galaksinin merkezi, dış çeperinden daha hızlı dönüyor, Tıpkı karıştırdığınız çay bardağı gibi Ortada kaşığın döndüğü yer daha hızlı dönerken, sıvının bardağa değen dış çeperi daha yavaş döner. Kayıp kütle problemi olarak adlandırılan bu durumun sebebinin karanlık madde parçacıkları olduğu düşünülüyor.
    Karanlık maddenin varlığına işaret eden bir diğer gözlemsel olgu, ışığın uzayda bükülmesi ile ilgili. Genel görelilik kuramı kütlenin uzayı eğdiğini söyler. Işık ışınlarının uzayın eğriliğinden etkilenmesi, bazı gökcisimlerinin olduğundan daha büyük görünmesine neden olur. Merceklerin nesneleri olduğundan daha büyük göstermesine benzediği için , kütleçekimsel mercekleme olarak adlandırılan bu olgu sayesinde bir sistemin sadece geometrisini inceleyerek içerdiği kütle miktarı hesaplanabilir.
    galaksilerle ile ilgili gözlemler de karanlık maddenin varlığına işaret ediyor. Örneğin Abell 2009 gökada  kümesindeki karanlık madde miktarının Güneşin kütlesinin 1014 katından daha fazla olduğu hesaplanıyor. Karanlık madde elle tutulur gözle görülür bir şey olmadığı için teorik ve astro fizikçilerin anlatmakta ve kanıtlamakta zorlandığı bir madde olmuştur. Ve bu yüzdendir ki 1932 ve 1933 yılında Fritz Zweicky tarafından öne sürüldüğünde tüm dünya bunun bir saçmalık olduğunu düşünmüştü.
    1970 yılında Vera Rubin de “sarmal galaksi eğilimleri tezini” kanıt olarak sunmuş fakat onu da, fikirlerini de, kimse ciddiye alınmamıştır. Onlarca yıl sonra, bugün hemen hemen tüm astrofizikçiler karanlık maddenin varlığını kabul ederler. Ağustos 2006'da yayınlanan, 150 milyon yıl önce gerçekleşmiş olan iki galaksi kümesinin çarpışmasına dair gözlem, karanlık maddelerin varlığına dair daha somut bir kanıt oluşturmuştur. Çarpışma sırasında sıcak gazlar arasında bir etkileşim olmuş ve daha sonra merkeze yaklaşmışlardır. Gökadalar ve karanlık madde etkileşime girmemiş ve merkezden uzak kalmışlardır.
    Karanlık maddenin, evrenin en derinliklerine kadar yayılan ve görünmeyen bir madde olması onu daha da gizemli hale getiriyor. Peki bu karanlık maddeye tahmini olarak benzeyen hiçbir madde dünyamızda bulunmuyor mu? Bilim insanlarının evrende yakından tanığımız baryonik maddeye benzettikleri birkaç nokta bulunmaktadır. Aslında evren modellerimiz, şimdiye kadar gözlemlediğimizle kıyaslandığında, iki kat daha fazla normal maddenin var olması gerektiğini de gösteriyor. Yani karanlık madde ve karanlık enerji gizemlerinin yanı sıra, bir de kayıp normal madde gizemi söz konusu.
    Şimdi ise, bu kayıp maddenin tam olarak modeller üzerinden tahmin edildiği yerde, komşu galaksiler arasında köprü kuran kozmik dokunun hassas noktalarında saklı olduğuna dair ilk somut delile sahibiz. Birbirlerinden bağımsız olarak araştırmalarını sürdüren iki ayrı bilim ekibi tarafından, galaksileri birbirlerine bağlayan parçacıkların varlığına ilişkin kanıta ulaşıldı. 2015 yılında Avrupa Uzay Ajansı’nın Planck uydusu, gözlemlenebilir evren boyunca bu büyük etkinin bir kısmını haritalandırmıştı. Galaksiler arasındaki gaz filamanları çok hafif olduğundan, ürettikleri loş parçalar Planck’ın haritasında direkt olarak görünmüyordu.
    Fakat gelişen teknoloji ve yeni tekniklerle artık onları görebiliyoruz. Bu önemli buluş karanlık madde’nin var olduğunu savunanlar için oldukça sevindirici bir haber olsa da daha yapılacak ve araştırılacak çok şey var. Ne kadar karanlık enerji olduğunu biliyoruz, çünkü bunun evrenin genişlemesini nasıl etkilediğini biliyoruz. Bunun dışında tam bir gizem. Ama bu önemli bir gizem.
    Evrenin kabaca %68'inin karanlık enerji olduğu ortaya çıkıyor. Karanlık madde yaklaşık %27'dir. Geri kalanı - Dünyadaki her şey, tüm enstrümanlarımızla gözlemlenen her şey, tüm normal madde - evrenin% 5'inden daha azı eder. Aslında belki de "normal" maddeye normal dememeliyiz, çünkü evrenin çok küçük bir kısmını   oluşturmaktadır. Büyük Patlama'nın ardından evren dışa doğru genişlemeye başlamıştır.
    Bilim insanları başta bu enerjinin tükenip yer çekiminin nesneleri kendine çekmesi gibi yavaş yavaş kendi içine çekileceğini düşünmüşlerdi. Fakat süpernovalar üzerine yapılan araştırmalar gösterdi ki evren, sanılanın aksine, geçmiştekinden daha hızlı genişlemektedir. Evrenin kütle çekiminin üstesinden gelebilmesinin tek ihtimali ondan daha büyük bir enerjiye sahip olmasıdır. Bu da karanlık enerjidir.
    Daha fazlası için ne yazık ki beklemek gerek. Karanlık maddeyi buluna kadar bilimle kalın!

Öne Çıkan Videolar

  1. Mavi balina, tek sürü saldırısında, 500 kg kril yutabilir.  

    Bir mavi balina, yoğun bir sürüye saldırırsa, 500 kg kril yutabilir. Bu tek bir ağızda yenen 457.000 kalori demektir. Bahsi geçen miktar, bu harika devin yeme aksiyonunu gerçekleştirmek için harcadığı enerjinin neredeyse 200 katıdır.
    Kaynak:
    Nationalgeographic.com
    https://on.natgeo.com/2S8YLlq
    Gif: (Slater Moore)
    https://www.instagram.com/slatermoorephotography/
     
  2. Güneşimizin 10 yıllık mazisi  

    Nasa yine en iyi bildiği işi yaparak bizleri heyecanlandırmış görünüyor.
    Güneşimizin aktivitesini 10 yıl boyunca kayıt altına alan Nasa çalışanları, 61 dakikalık keyifli bir video ile bizlere şahane bir görsel şölen aktardılar. İlham verici bu görüntüler, Solar Dynamics Observatory (SDO) uzay aracı tarafından 10 yıldan fazla süreyle kaydedildi. 
    Heyecan verici olan ise, her bir saniyenin, Güneş sistemimizin merkezinde bir güne denk geliyor olmasıdır.
    Buyrun birlikte izleyelim!
  3. HBC 672 yıldızının özel şovunu izleyin.  

    Bu çok özel oluşumun yeni doğmuş bir yıldızın daha önce görülmeyen, gezegen oluşturan bir disk olduğu düşünülüyor. Daha önce “Gölge hareket ediyor. Bir kuşun kanatları gibi kanat çırpıyor!” şeklinde şaşkınlıkla ifade edilen gözlem, animasyonun sonunda göreceğiniz gibi neticelendi.
    Kredi: ESA/Hubble, Digitized Sky Survey, L. Calçada, Nick Risinger (skysurvey.org)
    https://www.nasa.gov/feature/goddard/2020/hubble-sees-cosmic-flapping-bat-shadow/

Hakkımızda

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel bilim haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Bilim Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız buradan iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...