Bilim Günlüğü
Bilişsel Psikoloji Nedir?

Bilişsel Psikoloji Nedir?

Bilişsel psikoloji zihnin bir bilgi işlemcisi olarak bilimsel olarak çalışılmasıdır. Peki detaylarında neler var?

Bilişsel psikoloji zihnin bir bilgi işlemcisi olarak bilimsel olarak çalışılmasıdır. Bilişsel psikologlar insanların zihnindeki algı, dikkat, dil, hafıza, düşünme ve bilinç süreçlerini kapsayan bilgiyi işleme sürecinin bilişsel modelini oluşturmaya çalışırlar.

Bilişsel psikoloji 1950'lerde büyük ivme kazandı. Buna sebep olan etmenleri şöyle listeleyebiliriz:

  • Davranışçılığın salt dış süreçleri vurgulayarak içsel süreçleri tamamen görmezden gelmesi,
  • Daha iyi deneysel yöntemlerin gelişmesi,
  • Bilgiyi işleme sürecinde insanlar ve bilgisayarlar arasında bağ kurulması.

Psikolojide odak psikanalitik kavramlardan ve koşullu davranışlardan katı ve titiz laboratuvar araştırmaları yoluyla insan bilgi işleme sürecinin anlaşılmasına kaymıştı.

  • Düşünce davranışı etkiler. Düşünce uyarıcı ve davranışçı tepki arasında bir arabuluculuk görevi yapar. Davranışçılar gözlemlenemediği ve objektif olarak ölçülemediği için zihinsel süreçleri çalışmayı reddettiler. Onların aksine bilişselciler organizmanın zihinsel süreçlerinin ve bunların davranışı nasıl etkilediğinin incelenmesi gerektiğine inanıyorlardı. Davranışçılığın bilinen uyarı-tepki bağının yerine organizmanın arabulucu işlevini anlamak önemlidir. Bu anlaşılmadan psikologlar davranışı tam olarak açıklayamazlar.
  • Psikoloji bir bilim olarak kabul edilmelidir. İnsanlarda bilgiyi işleme süreci bilgisayarlardaki gibidir: Bilgiyi aktarma, saklama ve hafızadan geri getirme. Hafıza ve dikkat gibi bilişsel sürecin bilgiyi işleme modeli zihinsel süreç belli bir sıra izler.– Girdi süreci uyarının analiziyle ilgilidir.– Saklama süreci beyinde uyarıcıya olan her şeyi ve uyarıcının yönlendirilip kodlanması sürecini kapsar.– Çıktı süreci uyarıcıya uygun bir tepki vermek sorumluluğundadır.

Bilişsel yaklaşım 1950'lerden 1960'lara kadar psikolojide bir devrim yaptı ve 1970'lere kadar psikolojinin baskın alanı oldu. Zihinsel süreçlere olan ilgi Piaget ve Tolman'ın çalışmalarıyla yükseldi.

Bilişsel psikolojiye asıl ihtiyacı olan metaforu ve terminolojiyi kazandıran bilgisayarlar oldu. Bilgisayarların kullanılmaya başlanmasıyla psikologlar insan bilişinin karmaşık sürecini daha iyi anlaşılan ve daha basit yapay bir sistem olan bilgisayarlara benzeterek basitleştirdiler.

Bilgiyi işleme süreci fikri insan düşünmesinin nasıl gerçekleştiğiyle ilgili bir kavram olarak bilişsel psikologlarca kabul edildi. Bu bilgiyi işleme süreci de aşağıdaki bazı temel varsayımlara dayanır:

  1. Çevreden gelen bilgi dikkat, algı, hafıza gibi bazı süreçlerle işlenir.
  2. Bu işleme süreci bilgiyi sistematik olarak değiştirir ve dönüştürür.
  3. Araştırmanın amacı bilişsel performansın altında yaşanan süreçleri ve yapıları belirlemeye çalışmaktır.
  4. İnsanlarda bilgiyi işleme süreci bilgisayarlarınkine benzer.

Davranışçı yakalaşım objektif olarak ölçülebilecek bir süreç olduğu için sadece davranışları (uyarıcı-tepkiyi) çalışır. Onlara göre insan zihninin içi görülmediği için bu alan objektif olarak ölçülemez de dolayısıyla çalışılamaz.

Bilişsel yaklaşım ise deneysel yöntemler kullanılarak iç zihinsel süreçlerin bilimsel olarak çalışılabileceğine inanırlar. Bilişsel psikoloji arabuluculuk görevinin uyarıcı/girdi ve tepki/çıktı arasında olduğunu varsayarlar.

Davranışçı Model
Çevreden gelen uyarıcı Çalışılamayan siyah alan Tepki
Bilişsel Model
Çevreden gelen uyarıcı Arabulucu Süreç (Zihinsel Süreç) Çıktı

Arabulucu süreçler hafıza, algı, dikkat, problem çözme gibi işlemleri kapsar. Bunlar arabulucu süreçler olarak bilinirler, çünkü uyarıcı ve tepki arasında arabuluculuk yaparlar. Uyarıcıdan sonra tepkiden önce gelirler.

Özetle söylersek bilişsel psikologlara göre davranışı anlamak istiyorsanız, zihinsel süreçleri de anlamak zorundasınız.

Eleştiren Değerlendirme

B.F. Skinner sadece uyarıcı-tepki bağı bilimsel olarak çalışılabileceğini düşündüğünden bilişsel yaklaşımı eleştirmiştir. Yani arabulucu işlevler gözlemlenemez ve bu yüzden yokturlar. Skinner bilişsel araştırma yöntemlerinden iç gözlemi de taraflı ve bilime aykırı bulmuştur.

İnsancıl psikolog Carl Rogers da bilişsel yaklaşımı laboratuvar deneylerinin düşük ekolojik geçerliği ve değişkenler üzerindeki sıkı denetimi nedeniyle eleştirmiştir. Rogers'a göre davranışı anlamak için daha bütüncül bir yöntem kullanılmalıdır.

Bilişsel psikolojinin bilgiyi işleme süreci paradigması zihni bilgi işleyen bir bilgisayar gibi görür. İnsan zihninin ve bilgisayarın çalışması arasında  benzerlikler bulunsa da bu analoji birçokları tarafından eleştirilmiştir. Bu basitleştirme insanların duygularının ve motivasyonlarının etkisini gözardı ederek bunların davranışlarımızı nasıl etkilediğini de gösteremez.

Davranışçılık insanların boş bir zihinle (tabula rasa) doğduğunu kabul eder. İnsanlar şemalar, hafıza ve algı gibi bilişsel işlevlerle doğmazlar.

Bilişsel psikoloji de davranışın incelenmesinde her zaman fiziksel (biyolojik psikoloji) ve çevresel (davranışçılık) etmenleri göz önünde bulundurmaz.

Bilişsel psikoloji birçok alanı etkilemiş ve bir kısmıyla bütünleşmiştir. Örnek vermek gerekirse sosyal öğrenme kuramı, bilişsel nöropsikoloji, .

Bilişsel psikolojinin güçlü yönlerinden biri de gerçek yaşam uygulamalarının olmasıdır. Örneğin bilişsel davranışçı terapi depresyon tedavisinde oldukça etkili; anksiyete sorunlarında ise orta derecede etkilidir. Bilişsel davranışçı terapinin temeli bireyin düşüncelerini farklı şekilde işlemesini sağlayarak onları daha olumlu ve mantıklı yapmaktır.

Bilgiyi İşleme Süreci

Bilişsel psikolojinin en temelinde bilgiyi işleme süreci yatar. Bilişsel psikolojide birey tıpkı bir bilgisayar gibi girdiyi alır, programı aracılığıyla işler ve çıktı sunar.

Bilişsel psikoloji insan zihnini bilgisayar olarak görür ve uyarı-tepki arasındaki aracı içsel süreçleri çalışır.

Temel Varsayımlar

  1. Çevreden gelen bilgi dikkat, algı, hafıza gibi bazı süreçlerle işlenir.
  2. Bu işleme süreci bilgiyi sistematik olarak değiştirir ve dönüştürür.
  3. Araştırmanın amacı bilişsel performansın altında yaşanan süreçleri ve yapıları belirlemeye çalışmaktır.
  4. İnsanlarda bilgiyi işleme süreci bilgisayarlarınkine benzer.

Bilgisayar-Zihin Benzetmesi

1950'lerde ve 1960'larda bilgisayarların gelişimi psikolojiyi de etkiledi ve modern psikolojide davranışçılık yerine bilişsel psikolojinin baskın olması sağladı.

Bilgisayarlar psikologlara insan zihnine benzetebilecekleri bir metafor kazandırdı. İnsan zihninin nasıl işlediğini düşünmek için bilgisayarın bir araç olarak kullanılması bilgisayar analojisi olarak adlandırılır.

Temelde bir bilgisayarda bilgiyi alır, saklar, kullanır ve çıktı haline getirir. Bilgiyi işleme fikri de bu şekilde psikologların onu insan zihnine uyarlamasını sağladı. Örneğin gözler görsel bilgiyi alır, sinir sistemine kodlar ve böylece saklandığı ve kodlandığı beyne gider. Bu bilgi hafıza, algı ve dikkat gibi zihinsel süreçlerle zihnin diğer kısımları tarafından da kullanılabilir.

Böylece bilgiyi işleme yaklaşımı duyu organlarımız aracılığıyla alınan verinin girdi olarak kullanılması sürecini, ‘düşünmek' olarak tanımlar. Bilgi saklanabilir, geri çağrılabilir, sonucu davranışsal tepkiler olan zihinsel süreçlerle dönüştürülebilir.

Bilişsel psikoloji birçok yaklaşımı etkilemiş; sosyal öğrenme kuramı ve nöropsikoloji gibi alanlarla da bütünleşmiştir.

Bilgiyi İşleme ve Dikkat

Bir işle uğraşırken çoğunlukla diğer uyarıcıları görmezden geliriz; fakat bazen telefonun çalması gibi diğer şeyler dikkatimizi dağıtabilir.

Psikologlar neden bir şeyi diğerine tercih ettiğimizi (seçici dikkat), nasıl daha önce önemsemediğimiz bir şeyin önemli hale gelebileceğini ve aynı zamanda ne kadar çok şeye dikkat (dikkat kapasitesi) edebileceğimizi anlamaya çalışıyorlar.

Dikkat kavramını anlamanın yollarından biri de insanları aynı anda sınırlı sayıda işlem yapabilen bilgi işleyenler olarak görmektir. Broadbent ve diğerlerinin geliştirdiği sistemde insanların dış uyarıların sayısından bağımsız sınırlı sayıda işlem gerçekleştirebilen bilgi işleyenler olarak görülür.

 Uyarıcı →  Girdi →  Saklanma →  Çıktı →  Tepki

Bilgiyi işleme süreci yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi çeşitli basamaklardan oluşur. Bilgi soldan sağa doğru ilerler.

  • Girdi, uyarıcıdan gelen bilginin analizinin yapılması sürecidir.
  • Saklama, kodlama ve yönlendirme gibi, uyarıcıya beyinde olan her işlemi kapsar.
  • Çıktı, uyarıcıya uygun bir tepki verme sürecidir.

Bilgiyi işleme çatısı altında Broadbent'in (1958), Treisman'ın (1964) ve Deutsch'ün Geç Seçim Modeli gibi farklı modeller gelişti.

Farklı modellere rağmen bilgiyi işleme yaklaşımı çalışılırken akılda tutulması gereken bazı ortak noktalar vardır:

  1. Bilgiyi işleme modelleri uyarıcı girdisinin seri işlemini kapsar. Seri işlem, bir aşama tamamlanmadan diğer aşamaya geçilemeyeceğine vurgu yapar. Paralel işlem bazı ya da tüm bilişsel görevlerin aynı anda yapıldığını anlatır.Çift görev deneylerinin gösterdiği gibi paralel işlem gerçekleşebilir. Bir görevin seri işlemden mi yoksa paralel işlemden mi geçtiği kişinin görevdeki deneyimine dayanır. Kişinin alışkın olduğu durumlarda paralel işlem daha sık görülür. Örneğin bilgisayarda yazmaya alışkın biri sözcükleri birkaç harf önceden düşünerek yazarken yeni başlayan kişi tek tek yazar.
  2. Bilgiyi işleme yaklaşımının benimsediği insan zihni ve bilgisayar analojisi sınırlıdır.  Benzerlikleri şöyledir:i. Çeşitli arıcılara yanıt vermek için saklanan bilgilerden yararlanılır.ii. Bilgisayarların da insan dikkatinin sınırlı olması gibi belli bir işlem kapasitesi vardır.Farklılıkları şöyledir:i. İnsanların geniş paralel işlem kapasiteleri varken, bilgisayarlar genellikle dizi işlemleri kullanırlar.ii. İnsanların bilişsel kapasiteleri duygulardan ve motivasyondan etkilenir.
  3. Bilgiyi işleme yaklaşımının dikkat modellerinin/kuramlarının kanıtı genellikle kontrollü, bilimsel deney ortamlarına dayanır. Laboratuvar çalışmaları yapaydır ve ekolojik geçerliliği düşüktür.Günlük yaşamda bilişsel işlemler hedeflerle (örneğin dersi dinlersiniz çünkü sınavı geçmek istersiniz) ilişkilidir. Laboratuvar deneyleri ise genellikle motivasyonel ve bilişsel etkenlerden yalıtılmıştır. Laboratuvar deneyleri sonuçlarını yorumlamak kolay olsa da, sonuçlar gerçek yaşama uygulanamayabilir.Dikkat genellikle diğer bilişsel süreçlerden yalıtılmış olarak çalışılır. Buna rağmen algı ve hafızayla bir bütün olacak şekilde çalışır. Bir sonucu ne kadar yalıtılmış çalışırsak bize gerçek yaşama ilişkin bilgi sunma ihtimali de o kadar düşer.
  4. Broadbent ve Tresiman'ın modelleri tabandan tepeye ve uyarıcı yönelimlidir. Uyarıcı yönelimli bilginin önemli olduğu bir gerçekse de bireyin geçmiş yaşamı ve beklentileri de bir o kadar önemlidir.

Dikkat

Bir şişenin boğazı içindeki sıvının akışını yavaşlatır. Boğaz ne kadar darsa akış da o kadar yavaş olur. Broadbent, Treisman ve Deutsch&Deutsch'ün modelleri de tıpkı şişelerin boğazı gibidir. Onlara göre tüm duyusal girdiler her zaman işlenemezler.

Dikkatin sınırlı kapasitesi de böyle bir dar boğazdır. Bu modeller de bilginin bu dar boğazlardan geçerken nasıl seçildiğini açıklamaya çalışır.

Broadbent’in Filtre Modeli

Donald Broadbent savaş döneminde hava trafik kontrolörü olarak başladığı hayatında bilgiyi işleme yaklaşımına yaptığı önemli katkılarla tanınır. Gelen ve giden uçakların hepsinden yağan iletilerin hepsi dikkat gerektiriyordu.

Hava trafik kontrolörü aynı zamanda tek bir iletiyle ilgilenebileceği için her zaman en önceliklisini seçmek zorundadır. Broadbent kafamızın içinde dikkatin nasıl değiştiğini araştıran bir deney tasarladı.

Broadbent'e göre çevreden gelen tüm uyarıcılar önce duyusal kayıta alınıyordu. Sonra bu girdilerden birinin fiziksel özellikleri temel alınarak daha ileri işlemlere gidebilmesi için filtreden geçişine izin veriliyordu. Bilgiyi işlemede sınırlı kapasitemiz olduğu için bu filtre bilgi işleme sistemine fazla yükleme yapılmasına engel oluyordu.

Filtreden geçemeyen girdiler kısa süreliğine duyusal kayıtta kaldıktan sonra hızla yok oluyordu.

Broadbent insanların dikkatlerini nasıl odaklarını da (seçici dikkat) merak ediyordu. Bunu öğrenmek için deneklere bir sürü uyarıcıyı aynı anda veriler. Aynı anda daha çok sinyal, daha çok bilginin işlenmesi demekti.

Çalışmada katılımcıların iki kulağına da aynı anda farklı sayılar söylendi ve onlardan bu sayıları tekrarlamaları istendi. Bu çalışma çift kulaklı dinleme olarak da bilinir.

Broadbent insanların nasıl tekrar yapacaklarını da merak ediyordu. Duydukları sırayla mı söyleyeceklerdi yoksa sondan başa mı söyleyeceklerdi? Sonuçta insanların genellikle son duyduklarından başlayıp geriye gittiklerini ve böylece daha az hata yaptıklarını gördü.

Bu sonuçlar da Broadbent'in seçici dikkatin nasıl çalıştığını gösterdiği filtre modelini geliştirmesiyle yol açtı. Broadbent'e göre aynı anda tek kanala odaklanabiliriz. Yani bu model de tek kanallı modeldir.

Çift kulaklı dinlemede her kulak bir kanaldır. Ya sağ kuşağı dinleriz ya da sol kuşağı dinleriz. Broadbent ayrıca saniyede iki kereden fazla kanal değiştirmenin zor olduğunu da keşfetti.

Bir seferde yalnızca bir kulağınızdaki iletiyi duyabilirsiniz. Bu kucağınızdan birkaç iletiyi söyleyebilseniz de ileti kaybolur. Bunun sebebi kısa süreli hafızanızın odaklanmadığınız kulağınızdaki bilgiyi bir süreliğine tutabilmesidir.

Broadbent'e göre kanallardan birini seçen filtre bunu sadece fiziksel özellikleri göz önünde bulundurarak yapar. Örneğin gelen iletilerdeki sesin tonuna göre kanallardan biri seçilebilir.

Broadbent'e göre filtre iletilerin anlamını göz önünde bulundurmaz. Tüm anlamsal işlemler filtre seçimini yapıp bir kanal odaklanıldıktan sonra gerçekleşir. Yani dikkat verilmeyen kulağa söylenen şeyler anlaşılamazlar.

Bilgiyi işleme kapasitemizin sınırlı olmasından dolayı filtre bu sisteme aşırı yüklenme yapılmasını önlemeye çalışır.

Broadbent’in Modelinin Eleştirel Değerlendirmesi

  1. Broadbent'in çift kulaklı dinleme modeli bazı yönlerden eleştirilmiştir:– Erken çalışmalara katılanlar dinleyip tekrarlama görevine aşina insanlar değillerdi. Bu yüzden Eysenck & Keane (1990) sonuçların katılımcıların dikkatlerinden ziyade göreve olan mesafeleri nedeniyle ortaya çıktığını söylediler.– Katılımcılar tüm iletiler sonlandıktan sonra tekrar yapıyorlardı. Bu süre içinde dikkat verilmeyen kulaktaki ileti incelenmiş fakat katılımcı tarafından unutulmuş olabilir.– Dikkat verilmeyen kulaktaki ileti bilinç seviyesinin aşağısında kalabilir. Bir araştırmada katılımcılara önce bir sözcük eşliğinde hafif elektrik şoku verildi. İlerleyen süreçte dikkatlerini vermedikleri kulaklarına bu sözcük tekrarlandığında katılımcılarda duygusal yükselme olduğu gözlemlendi.– Daha yakın bir araştırma yukarıdaki hipotezlerin önemli olduklarını gösterdi. Moray (1959) deneyimin deneyi nasıl etkilediğini çalıştı. Sıradan katılımcılar iletide görülen hanelerin %8'ini belirtebilirken, deneyimli katılımcıların iletinin %67'sini belirtebildiği ortaya çıktı.
  2. Broadbent'in kuramına göre eğer dikkat etmiyorsanız adınızın söylendiğini duyamazsınız. Çünkü dikkat edilmeyen iletiler anlamı incelenmeden yok olurlar.

Treisman’ın Zayıflama Modeli

Seçici dikkatte gelen uyarıcılar filtrelenir ve böylece dikkat verilmiş olur. Broadbent'in modeli de bu filtrenin anlamsal incelemeden önce yapıldığını savunur.

Treisman'a göre bu erken filtrelemenin uyarıcının fiziksel özelliklerine göre yapılır. Broadbent ve Treisman arasındaki fark Tresiman'ın modelinde dikkat verilmeyen uyarıcılar zayıflatılır. Bu azaltma tıpkı telefonun sesini duyabilmek için televizyonun sesini kısmak gibidir.

Sonuç hemen hemen aynıdır: Dikkat edilmeyen uyarıcılar kaybolur. Ama dikkat verilmeyen bir iletişim kanalında isminiz geçerse yine de onu duyabilirsiniz. Bunun sebebi içeriğin hemen kaybolmamış olmasıdır.

Treisman'ın Broadbent'in şişkin ağzı fikrine katılmakla birlikte yeri konusunda başka bir düşüncesi vardı. Treisman katılımcıların bir kulaklarına bir şey okunurken diğer kulaklarına gelen uyarıcıyı tekrarladıkları konuşma gölgeleme yöntemiyle deneyler yaptı.

Deneylerin birinde katılımcılara aralarında hafif bir zaman farkıyla benzer iletiler dinletildi. Aradaki gecikme artınca katılımcılar aynı iletinin gönderildiğini fark edemediler.

İletiler arasındaki fark 2 saniyeyken katılımcılar aynı iletinin tekrarlandığını fark ettiler. Dikkat verilmeyen iletinin geçici kayıt bölgesinde tutulduğu kabul edilirse, duyusal kayıttaki iletilerin süresi 2 saniyedir.

İki dil bilen katılımcıların olduğu bir deneyde Treisman katılımcıların bir kulaklarına İngilizce bir metin diğerine ise bunun Fransızca çevirisini dinletti. Gecikme arasındaki fark azaldığında katılımcılar iki iletinin aynı mesajı taşıdığını fark edebildiler.

Bu bulgulara göre gelen iletilere dikkat verilmese de anlamlarına göre bir değerlendirme yapıldığı görülebiliyor. Yani, iletinin sadece fiziksel özelliklerine göre filtrelendiğini söyleyen Broadbent'in filtre modeli bu durumu açıklayamaz. Kanıtlara baktığımızda bu modelin tek başına yeterli olmadığı ve anlamı tamamen göz ardı ettiğini görüyoruz.

Treisman'ın zayıflama modelinde ise dikkat verilmeyen ileti dikkat edilene göre sistemin kapasitesine de bağlı olarak çok daha zayıf işlenir.

Treisman iletilerin sistematik olarak işlendiğini düşünüyordu: Fiziksel özelliklerin incelenmesi, heceler, sözcükler, gramatik yapı ve anlam.

Genellikle tüm iletilerin incelenmesi için yeterli işleme kapasitesi olmaması yüzünden uyarıcıların tam bir incelemesi yapılmaz. Bu kuram da genellikle incelemenin sadece fiziksel özelliklere dayanılarak yapıldığını söyler.

İncelenebilmesi için uyarıcıların belli bir yoğunluğa ulaşabilmeleri gerekir. Tüm dikkat edilen uyarıcılar bu yoğunluğa ulaşırken, dikkat verilmeyenlerin sadece bir kısmı bu yoğunluğa ulaşabilir.

Treisman’ın Modelinin Eleştirel Değerlendirmesi

  • Treisman'ın modeli, Broadbent'in modelindeki anlam gibi bazı sorunların üstesinden gelir.
  • Treisman'ın modeli anlamsal işlemenin nasıl yapıldığına dair bir fikir beyaz etmemiştir.
  • Zayıflama sürecinin doğası tam olarak incelenmemiştir.
  • Çift kulaklı dinleme deneyleriyle ilgili bir sorun olarak katılımcıların dikkat vermedikleri iletilere gerçekten dikkat edip etmediklerinden emin olmanın bir yolu yoktur.

Görsel Algı

Çevremizden bilgi alabilmek için göz, kulak, burun gibi duyu organlarıyla donatılmışızdır. Her duyu organı çevreden duyusal iletileri alıp beyne ileten duyu sisteminin parçasıdır.

Bu alanın psikologlar için özel bir zorluğu da duyu organlarıyla alınan fiziksel enerjinin algısal bir tecrübeye nasıl dönüştüğüdür.

Psikologların anlaşmaya varamadığı bir diğer konu algının ne derecede uyarıdan kaynaklandığıdır. Kimileri algının doğrudan olmadığını ve kişinin deneyimleri ve önceki bilgilerinden etkilendiğini düşünüyor.

Bu konuda Gibson (1966) algının doğrudan kuramı aşağıdan yukarıyı (bottom-up) öne sürerken, Gregory (1970) algının yapısalcı (doğrudan olmayan) kuramı yukarıdan aşağıyı (top-down) öne sürdü.

Psikologlar da algı konusunda iki ayrım yapıyorlar: Aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağı.

Aşağıdan yukarı işlemede algı uyarıcının kendisiyle başlar. İşleme retinadan görsel kortekse tek yönlü ilerler ve ilerlediği her aşamada girdinin daha detaylı bir incelemesi yapılır.

Yukarıdan aşağı işleme ise yapı tanınmasında bağlamsal bilginin kullanılmasıdır. Yani karmaşık bir el yazısını okurken tek tek harflere veya sözcüklere odaklanmak yerine cümleye bakmak daha iyidir. Çünkü cümledeki sözcükler diğerlerinin anlaşılmasında da rol oynarlar.

Gregory (1970) ve Yukarıdan Aşağı İşleme Kuramı

Richard Gregory'ye (1970) göre algı yukarıdan aşağı işlemeye dayanan yapıcı bir süreçtir.

Çevremizden gelen uyarıcı bilgi anlamlandırmak için genellikle belirsizdir. Algıladığımız şeyden ne anlam çıkaracağımızı bulabilmek için ya daha önceden var olan bilgilerimizi ya da geçmiş yaşantılarımızı kullanırız. Helmholtz buna ‘olasılık prensibi' der.

Gregory için algı önceki bilgilere dayanan bir hipotezdir. Bu şekilde var olan bilgilerimize ve çevremize dayanarak gerçekliğin algısını kendimiz oluşturuyoruz.

Özet

  • Göze birçok bilgi ulaşır, fakat bunların çoğunluğu beyne ulaşamadan kaybolur. Gregory bu bilgilerin %90'ının kaybolduğunu tahmin ediyor.
  • Bu yüzden beyin geçmiş yaşantılara dayanarak bireyin ne gördüğünü anlamaya çalışır.
  • Richard Gregory duyu organlarımıza gelen bilgileri anlamlandırabilmek için algı sürecinin birçok hipotez sınamasını içerdiğini öne sürdü.
  • Dünya algımız geçmiş yaşantılarımıza ve var olan bilgilerimize dayalı hipotezlerden oluşur.
  • Duyu alıcıları çevreden bilgi alır. Sonra geçmiş deneyimlerimizde edindiğimiz bilgilerle harmanlanır.
  • Yanlış hipotezlerin oluşturulması algı yanılsamalarına yol açar.

Gregory’nin Kuramını Destekleyen Kanıtlar

Sıradışı nesneler sıradan nesnelerle karıştırılır. Gregory bunu maskelerle yaptığı bir deneyde gösterdi. Maskenin arka tarafında görülen burun aslında içeri doğrudur; fakat böyle bir şey olasılık dışı olduğundan biz onu dışarı doğru olarak algılarız. Zihnimizde surat yeniden yapılandırılır. Helmholtz'un ‘bilinçdışı müdahale' dediği şey budur.

Algı muğlak olabilir.

Necker kübü bunun güzel bir örneğidir. Küpteki köşelere baktığınızda kübün yönü değişir. Tek bir fiziksel öge iki farklı algı yaratır ve değişken olmaya başlar.Gregory'ye göre kübün sürekli yön değiştirmesinin sebebi beynin iki seçeceği de eşit derecede olası bulması ve bu yüzden karar verememesidir. Algı değişse de duyusal girdide bir değişiklik yoktur. Görüntünün değişimi aşağıdan yukarı işleme nedeniyle olamaz. Yakın ve uzak olanla ilgili algısal hipotezler yukarıdan aşağı oluşturulur.

Algı, davranışın genellikle algılanmayan nesne özelliklerine uygun olmasını sağlar.
Örneğin uzun dar bir dikdörtgen gibi nesneleri çoğunlukla kapı olarak algılarız. Şu ana kadar gördüklerimiz aldığımız bilgiden ne anlam çıkaracağımızı belirler. Yani bilgi yukarıdan aşağı incelenir.
Gregory'nin Kuramının Eleştirel Değerlendirmesi

1. Algısal Hipotezlerin Doğası

Eğer algılar hipotezlerin sınanmasından oluşuyorsa bahsedilen hipotezler ne tarz hipotezlerdir? Bilim insanları hipotezleri buldukları kanıtlara göre değiştirirler. Algılayanlar olarak biz de algısal hipotezlerimizi değiştiriyor muyuz? Bazı durumlarda yanıt evettir. Örneğin aşağıdaki figüre bakın.

Siyah şekillerin rastgele dağılımı gibi görünüyor. Aslında gizli bir yüz var; görebiliyor musunuz? Bir kere suratı gördüğünüzde hızlı bir algısal öğrenme gerçekleşir ve artık resme her baktığınızda onu görebilirsiniz. Uyarıcıyı farklı bir şekilde algılamayı öğrenmişizdir.

Bu belirsiz yüz resminde olduğu gibi bazı durumlarda hipotezi değiştirme ve algı arasında doğrudan bir bağlantı varken başka durumlarda bu bağ o kadar açık değildir. Örneğin açıklamasını bilsek de illüzyonlar görülmeye devam edilir. Örneğin maskenin arkasında görülen biçime dokunup burnun içeri doğru olduğunu algılasak da hipotezimiz değişmez. Güncel hipotez sınama kuramları öğrenme ve algı arasındaki ilişkinin kopukluğunu açıklayamıyor.

2. Algısal Gelişim

Algının özünde yukarıdan aşağı bir süreç olduğunu savunan yapısalcılar için şöyle bir sorun var: “Yeni doğmuş bebek ilk başta nasıl algılayabilir?” Eğer dünyamızı kendi geçmiş yaşantılarımız üzerine kuruyorsak neden algılarımız bu kadar benzer? Algıyı bireyin oluşturduğu fikrini temel almak onu değişken ve kişisel yapar.

Yapısalcı yaklaşım algıda bilginin rolünü vurgular ve böylece algı gelişimine doğuştancı yaklaşıma karşıdır. Ayrıca elimizde azımsanamayacak kadar doğuştancı yaklaşımı destekleyen kanıtlar da var. Yenidoğanlar şekil değişmezliğini anlıyor (Slater & Morison, 1985), annelerinin seslerini diğerlerine tercih ediyorlar (De Casper & Fifer, 1980) ve doğuştan beş dakika sonra bile normal şeyleri alışılmadık şeylere tercih ediyorlar.

3. Duyusal Kanıt

Belki de yapısalcıların en büyük sorunu  gerçek dünyadaki alıcılara gelen zengin duyusal kanıtları fark edememiş olmalarıdır. Çünkü yapısalcılar genellikle sadece laboratuvar deneylerini kullanmışlardır.

Gregory gibi yapısalcılar hipotezlerini desteklemek için genellikle boyut değişmezliğini kullanmıştır. Örneğin, nesne uzaklaştıkça retinadaki görüntüsü küçülse de nesnenin gerçek boyutunu kestirebiliriz. Onlara göre bunun olabilmesi için çevreden gelen diğer duyusal kanıtlar var olmalıdır.

Gerçek dünyadaki nesneler laboratuvar ortamında oldukları gibi nadiren çevreden yalıtılmış halde bulunurlar. Nesneler, arkaplan ve hareket gibi birçok duyusal kanıt vardır. Zengin duyusal bilgi Gibson tarafından sunulan algı açıklamasında önemli bir yere sahiptir.

Gibson algının yukarıdan aşağı bir süreç olduğu fikrini sertçe eleştirdi ve Gregory'nin yalıtılmış görüntülerinin yapay ve gerçek hayatla ilişkisinin olmadığını söyledi.

Gibson (1966) ve Aşağıdan Yukarı İşleme Kuramı

Gibson'ın aşağıdan yukarı kuramı algının evrimsel olarak doğuştan kullanılabilir geldiğini ve herhangi bir öğrenmeye gerek olmadığını savunur. Hayatta kalabilmek için algı gereklidir. Algı olmasaydı çok tehlikeli bir çevrede yaşıyor olurduk. Atalarımızın saldırgan yırtıcılardan kaçabilmeleri için algıya ihtiyaçları vardı; bu da algıyı evrimsel yapar.

James Gibson'a göre (1966) algı doğrudandır, Gregory'nin söylediği gibi hipotezler sınanmaz. Çevremizde gördüklerimizi anlamlandırabilmemiz için yeterince bilgi vardır. Bu kurama bazen ‘Ekolojik Kuram' da denir; çünkü her şey çevresiyle ilişkili ele alınır.

Gibson için duyumsama algılamadır. Aldığımız bilgiyi boyut, şekil uzaklık gibi yönlerden işlemeye gerek yoktur. Çevreyle doğrudan etkileşimde bulunabilmemiz için zaten yeterince detaylıdır.

Gibson'a (1972) göre algı aşağıdan yukarıyadır. Yani duyusal bilgi tek yönde incelenir. Ham duyusal verinin basit incelemesinden başlayarak görsel sistem aracılığıyla sürekli artan bir incelemeye gidilir.

Gibson’ın Kuramının Özellikleri

Optik Array

Gibson'ın kuramı optik array olarak bilinen ve etraftaki tüm bilgiyi içeren ışığın göze ulaşmasıyla başlar.

Göze gelen ışık etraftaki nesnelerin belli bir düzenini bilgi olarak sunar. Işıklar nesnelerin yüzeyinden yansır ve korneaya gelir. Algının görevi de az işlemeyle veya hiç işlemeden gelen zengin bilgileri doğrudan ‘almak'tır.

Hareket ve farklı yoğunluktaki ışınlar sebebiyle bu sürekli değişen bir duyusal bilgidir. Yani hareket ettiğinizde optik arrayin yapısı da değişir.

Gibson'a göre bu değişken duyusal girdiyi anlamlandırabilecek bir mekanizmaya sahibiz. Böylelikle etrafımızın sürekli ve anlamlı bir görüntüsünü elde edebiliyoruz.

Optik arrayin yapısındaki değişikler bize hareketin ne yönde olduğunu gösterir. Işınlar ya bir noktadan gelir ya da bir noktaya doğru giderler.

Sabit Özellikler

Optik array gözlemci hareket etse de değişmeyen sabit özellikler barındırır. Sabitler çevrenin değişmeyen görünüşüdür. Bize önemli bilgiler sağlarlar. Sabitlerin iki iyi örneği aşağıdaki doku eğimi ve çizgilerdir:

Doku eğimi, derinlik hissi verir.

Doğrusal Perspektif: Tren yolundaki gibi paralel çizgiler uzaklaştıkça birbirlerine yaklaşıyorlar gibi görünür.

  • Optik Array: Çevreden göze gelen ışıkların düzenidir.
  • Göreceli Aydınlık: Aydınlık nesneler, net görüntüler daha yakın olarak algılanır.
  • Doku Eğimi: Dokunun yapısındaki elementler uzaklaştıkça küçülür. Bu da yüzeyin uzaklaştığı hissini verir.
  • Göreceli Boyut: Gözden uzaklaşan nesne küçük görünür. Görüntüsü küçük olan nesneler de daha uzakta algılanır.
  • Bindirme: Görüntüdeki nesnelerden biri diğerinin görüntüsünü engelleyorsa göze daha yakın algılanır.
  • Görsel Alandaki Yükseklik: Uzaktaki nesneler genellikte görsel alan içinde daha yukarıda algılanır.

Gibson’ın Doğrudan Kuramının Eleştirel Değerlendirmesi

Gibson'ın doğrudan kuramı algıyı yeniden gerçek dünyayla buluşturduğu için ekolojik olarak oldukça geçerlidir. Kuramdaki uygulamaların birçoğu gözlemlenebilirdir.

Kuramı algıyı sadece çevre boyutunda ele aldığı için indirgemecidir. Fakat beynin ve uzun dönem hafızanın algıyı etkilediğine dair güçlü kanıtlar vardır. Bu durumda Gregory'nin fikri çok daha mantıklıdır.

Gibson'ın kuramı genetik ve çevre tartışmasında sadece genetiği destekliyor görünüyor. Burada da Gregory'nin kuramı sadece gözlerimizle aldığımız bilgilerin değil zihnimizde sakladığımız bilgilerin de önemini vurguladığından daha mantıklı bir yaklaşımdır.

Aşağıdan Yukarı mı Yukarıdan Aşağı mı?

Ne doğrudan ne de yapısalcı algı kuramı algıyı tamamen ve her zaman açıklayamaz. Gibson'ın kuramı alıcıların ideal görsel durumlarına yani uyarıcıların zengin ve uzun süreli olmasına dayanır. Gregory'ninki gibi yapısalcı kuramlarsa genel olarak idealden çok daha az durumlardaki çalışmaları ele almışlardır.

Tulving'in araştırmaları hem uyarıcı girdinin netliğinin hem de algısal içeriğin etkisinin sözcük tanıma görevini etkilediğini bulmuştur. Uyarıcının netliği ve içeriğin miktarı arttığında, doğru tanılama da artar.