Jump to content

Önerilen İletiler

Hemen hemen her gün içtiğimiz kahvenin, yaklaşık 600 yıllık acı tatlı uzun bir geçmişi var. Kahvenin Habeşistan’da (Etiyopya) başlayan, Yemen, Mekke, Kahire, Şam’dan sonra İstanbul’a, İstanbul’dan da Avrupa ve dünyanın dört bir tarafına yayılmasının öyküsünü sizler için araştırdık. Bu “nefis öyküye” başlamadan önce, lütfen kendinize bol köpüklü orta bir Türk kahvesi yapın, bir taraftan ufak ufak kahvenizden yudumlarken artık bir taraftan da fincanınızdaki kahvenin 600 yıllık öyküsünü okumaya başlayabilirsiniz.

Screenshot_2.jpg

Kahvenin keşfi

En fazla anlatılan efsaneye göre, Habeşistan (Etiyopya) orijinli olan kahveyi ilk keşfeden canlılar “keçi”lerdir. Rivayete göre, keçi ve deve sürülerinin çobanları güttükleri hayvanların garip bir ağacın meyvelerini yedikten sonra, daha canlı, hareketli olduklarını görünce, ”bunda bir hikmet var” diyerek durumu dervişleri Şazili’ye bildirmişler. Bu meyvenin suyunu kaynatıp içen Şazili’nin kendisi de aynı canlılığı duymuş ve kahvenin meziyetleri böylece anlaşılmış. Cezayir kaynaklarına göre, kahveyi keşfedenler arasında Şazili’yle birlikte İdris adıda geçiyor. Hatta, ilk zamanlarda kahveye “Şazili” adı verilmiştir. Fakat kahve ağacının meyvalarının bugünkü anlamda sulu bir içecek haline dönüşmesi, ilk kez Yemen’de olmuş. İlk defa Sufiler kahve içmişler. İbadet ve zikir sırasında özellikle akşamları okurken uyanık kalabilmek için.

Adı nereden geliyor?

Değişik rivayetler var. Kahve, kelime olarak arapça “kahwa” dan geliyor. Vatanı Habeşistan(Etiyopya) olduğuna göre, akla yakın, oradaki kahve yetişen bir bölgenin eski adı
Kaffa’dan alınmış olmasıdır. Kahve, rayiha yani koku anlamına da gelmektedir.

1669 yılında Osmanlı’nın elçisi göreviyle Paris’e giden ve Fransız’lara kahveyi sevdiren Süleyman Ağa’ya göre kahve insana kuvvet verdiği için bu adı almıştır.

Yine Yemen çevresinde kahveye “bun” adı ve-rilmiştir. Kahvenin diğer bir adı moka’dır.Bu sözcük Kızıl Deniz’in doğusundaki Muha kasabasından alınmadır. Ancak dünyanın her köşesindeki ad, kahveye yakın bir sözcüktür. Fransızlar café, İngilizler coffee, Almanlar Kaffe, Macarlar kave, Türkler kahve ve Yunanlı’lar da kafes olarak isimlendirmişlerdir.

Kahvenin ilk vatanı ve yayılışı

Kahvenin ilk defa nereden çıktığı konusunda, eski kaynaklarda, birbirine yakın bilgiler mevcuttur. Bizler, öteden beri kahvenin anavatanını Yemen olarak biliriz. Fakat ilk kahve, Yemen’e Habeşistan’dan(Etiyopya) geldi ve orada üretildi.

Kahve 1000 yıllarında Habeşistan’da fidan boyundaki yeşil ağaçların meyvesi olarak bilinmekteydi. O tarihlerde kahve hamura karıştırılarak, ekmekle kullanıldı. Kahvenin karın doyurucu bir madde olarak ekmekle kullanılması beş asır kadar sürdü.

Horasan’ın Rey şehrinde doğan, (1450-1525) yılları arasında yaşayan Türk asıllı Ebubekir’in Arapça yazdığı tıp kitabında, 1420 yılında kahve kullanıldığını oradan Aden’e gönderildiğini kitabında belirtmektedir.

Paris Milli Kütüphanesi’ndeki eserler arasında bulunan Abd-el-Kadr’ın kitabına göre ise, kahve 1450 yıllarında Yemen’de tanındı ve yetiştirilmeye başlandı.

Ahmet Raşit’in Yemen ve San’a Tarihi adlı kitabında, kahveyi Habeşistan’dan Yemen’e getiren kişinin Özdemir Paşa olduğu ve orada üretilerek Yemen kahvesi olarak ün yaptığı kayıtlıdır.

Kahve Yemen’den sonra Mekke’ye ve Mısır’a tanıtıldı. Kahire’de ilk kahvehane 1521 yılında açıldı. 1573-1578 yılları arasında Orta Doğu memleketlerinde yaşamış olan Doktor Rauvvolf, bu ülkelerde kahve içtiğini yazmaktadır.

Aynı yıllarda Halep, Şam, Bağdat ve Tahran’da kahvehaneler açıldı. Kahve, o zaman ki Osmanlı İmparatorluğu ülkesi içerisinde bulunan Kahire, Şam ve Halep’ten sonra İstanbul’a geldi. Kahvenin Türkiye’ye ilk kez, Hükm ve Şems isimli iki Suriyeli tarafından 1555’de getirildiği rivayet edilir. Diğer bazı kaynaklarda ise Kanunî Sultan Süleyman zamanında (1520-1566) Habeşistan Valisi Özdemir Paşa tarafından geti-rildiği kaydedilir.

16. yüzyılda, Kanuni Sultan Süleymen döneminde İstanbul’a gelen kahvenin tadına hayran kalan Kanuni’nin sayesinde bu sihirli içecek kısa sürede Osmanlı sınırlarını içinde yayıldı. Saray mutfağında özel olarak yetiştirilen Kahvecibaşının yaptığı kahve o kadar lezzetliymiş ki… 1554 yılında, Tahtakale’de bir kahvehane açılmış.

Avrupa’da nasıl yayılmış?

Osmanlı tacirler tarafından ilk önce İtalya’ya götürülmüş. Ama VIII. Papa Clement 1600’li yılların başında kahve içilebilir diye fetva verene kadar çok fazla yayılamamış. Avrupa’da ilk kahve dükkanı 1645 yılında İtalya’da açılmış; yani İstanbul’dakinden yaklaşık 90 yıl sonra. Kahve dükkanları ile ünlü bir şehir olan Viyena’da ilk kahve dükkanı ise 1683 yılında açılmış. Osmanlı ordusunun yenildiği ikinci Viyena kuşatmasından sonra ele geçirilen çuvallar dolusu kahveyi alan Viyenalilar, ona köpüklü süt ve şeker katarak kendi kahve usullerini geliştirmişler.

Diğer ülkelere nasıl gitmiş kahve çekirdeği?

Osmanlı ve Avrupa’dan sonra ilk kez uzak doğu Asya’ya gitmiş. 1600’lu yılların sonunda bir Hollanda’lı tarafından kahve tohumları o zamanlar bir Hollanda sömürgesi olan Java adasında (şimdiki Endonezya’da) yetiştirilmeye başlanmış. Atlas okyanusuna gitme hikayesi de ilginç. 1714 yılında Amsterdam valisi zamanın Fransa kralı 14. Lui’ ye genç bir kahve ağacı hediye etmiş. Bu ağaç kralın emri ile Paris’te kraliyet botanık bahçesine ekilmiş. Bu ağaçtan alınan tohumlar 1723 yılında Fransa sömürgesi olan Karayibler’deki Martinik adasına ekilmiş. Bu arada sana küçük bir ek bilgi. Hani Hollandalılar lale bahçeleri ile övünürler ya; o da Türklerden gitme. Kahve çekirdeğinin ilk bilimsel tanımını yapan Hollandalı botanıkçı Carolus Clusius, aynı zamanda ilk lale soğanını Osmanlı’dan Avrupa’ya götüren kişi.

Ya Brezilya?

Kahve tohumlarının Brezilya’ya ulaşmasının hikayesi de ilginç: 1727 yılında Brezilya imparatoru genç subaylarından birini kahve tohumlarından alması için Fransız Guanası’na yollar. Ancak Fransız yetkililer bu kişiye kahve tohumu vermeyi redederler. Çok yakışıklı olan subay valinin karısını çok etkiler. Ülkesine dönerken valinin karısı kendisine bir buket gül verir. Kadın buketin içine adamın istediği kahve tohumlarını da yerleştirmiştir. Ama kahvenin Brezilya’da yaygınlaşması ancak 1800’lu yılların başında olmuş.

Kahve yasaklanmıştı!

Mekke’den Kahire’ye yayılan kahve bol bol içiliyordu. 1532 yılında bu şehrin ünlü din bilgini Ahmet Sunbati kahvenin haram olduğuna dair fetva verdi.

Öğrencilerini tahrik eden bu fetva üzerine, kahvehaneler basıldı, kahve içenlere karşı bir kızgınlık başgöstermişti. Karşı görüşte olan din adamları, kahve içenlere karşı takınılan tavrı kınadılar. Kahve yüzünden din bilginlerinin arası gerginleşti. Sonunda,, Kadı Mahmut İlyas Hanefi birçok alimlerin bu konudaki görüşlerini aldı. Bunları özleştirerek, kahveyi mübah ilan ederek, içilebileceğini bildirdi.

Memluk Sultanı Kansu Gavri tarafından, 1511 yılında Mekke inzibat amirliğine tayin edilen Hair Bey, fıkıh alimlerini bir araya toplayarak kahvenin haram olduğuna dair fetva aldırmıştı. Ancak, Mekke Müftüsü buna katılmamak cesaretini gösterdi. Hair Bey ise, fetvaya dayanarak kahvenin içilmesini ve satılmasını yasak etmiş, satıcıları cezalara çarptırmıştı.

Fakat, Sultan Kansu Gavri’nin çıkardığı bir emirnamede, kahvenin mutlak olarak haram sayılmaması tiryakilerin gönlünü rahatlattı.

Kahve Papa tarafından da kendi din görüşlerine aykırı bulunmuştu. Ayrıca Marsilya’ya 17. asır ortalarında giren kahve, evvela Ait Fakiltei’nin doktorları tarafından sağlık yönünden yasaklanarak kahveye karşı çıktılar.

İlk zamanlarda İngiltere’de kral da kahveleri kapattı. Prusya Kralı Büyük Frederik, 1732 yılında ülkesinde kahveyi yasakladı.

Kahve, ilk defa Osmanlılarda Kanuni Sultan Süleyman devrinde yasaklandı. İkinci kez yasaklanışı, Sultan Murat III devrine rastlar. Bu yasak da uzun sürmedi. Karşı koyan din bilginleri ile kalem sahiplerinin ricası üzerine padişah 1587 yılında kahve yasağını kaldırdı. Galatalı Meşhure adlı eserin yazarı Halid Efendi’ye göre, kahve yasağının kaldırılmasına Şeyhülislam Bostanzade fetva verdi.

Kahve, Sultan Ahmet I zamanında (1606-1611) yılları arasında üçüncü defa yasaklandı. Kahvenin son defa yasaklanması ise Sultan IV Murat zamanında olmuştur. 1633 yılında kahveyle birlikte tütün de yasaklandı. Gerekçe olarak İstanbul’daki büyük yangınlara kahvehanelerin sebep olması gösterildi. Avcı Sultan Mehmet IV kahvenin serbesliğini sağladı.

Kahve’nin yasaklanmasında yukarıda değindiğimiz değişik sebepler rol oynamıştır. Ancak kahvelerin kapatılmasında tembelliği arttırması ve camilere devamı azaltmasının asıl sebepler olduğu görüşü dile getirilmiştir .

Nasıl pişirilmeli?

Türk kahvesinin çekirdek durumundan pişirilme ve sunulma aşamasına kadar kullanılan araç ve gereçleri gerçek bir müze oluşturacak zenginliktedir. Bakır ve pirinçten yapılan su ibriği, cezve fincan zarfları ve pişmiş kahveyi taşımak için kullanılan kahve askılarının karakteristik özellikleri vardı. Bunlar bazen gümüş ve altından da olabiliyordu. Fincanlar tamamen Türk zevkine uygun biçim ve motiflerle gerek ülke içindeki İznik ve Kütahya atölyelerinde gerekse Avrupa’nın ünlü porselen merkezlerinde imal ediliyordu.

Daha sonra bu takımlar Avrupa ülkeleri tarafından kendi piyasaları için de imal edilmiş ve “ala turque” diye isimlendirilmiştir. Soğutma kabı, muhafaza kutusu gibi bazı araç ve gereçler ise ağaçtan yapılmakta ve oymalarla dekore edilmekteydi. Bursa ve İstanbul’da yapılan nakışlı, yazılı ve ahşap aplikasyonlu kahve değirmenleri de ünlüdür.

Eskiden her özel Türk kahvesinin adı, kullanılan kahve ve şeker miktarına ve bu kahvenin pişirilmesi için gerekli zamanla kullanılan yönteme göre belirlenirdi.

Erbabı, kahve hazırlanırken soğuk su kullanılması gerektiğini öncelikle vurguluyor. Tiryakiye yakışır bir kahve ağır ateşte 15-20 dakika pişirilmeli, cezve sık sık ateşe sürülüp geri çekilmelidir. Her fincan kahve için bir kaşık kahve ve bir kaşık şeker günümüzde kural haline gelmiştir. Nasıl pişirilirse pişirilsin köpüksüz bir Türk kahvesi düşünülemez. Eski Türk kahvesi ise genellikle şekersiz olurdu. Bunun yerine kahve öncesinde veya sonrasında tatlı bir şey yemek veya içmek geleneği vardı. Tatlı olarak şerbet gibi içecekler alındığı gibi reçel, şekerleme veya lokum da yenirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun etkisindeki Yunanistan, Makedonya, Yugoslavya gibi yerlerde ve Türkiye’de kadınlar tarafından Türk kahvesi genellikle şekerli olarak alınırdı. Bu bakımdan sade, yandan çarklı, orta vb. gibi isimlerle kırkı aşkın kahve pişirme şekli bulunmaktadır. Şayet kahvenin değişik ve güzel bir koku taşıması isteniyorsa fincanların dibine yerleştirilen bir mahfaza içine kokulu maddeden bir parça konulurdu. En çok yasemin, amber, karanfil ve kakula kullanılırdı.

Kahvenin yanında gelen suyun içimiyle ilgili rivayet de yaygın bilgiden biraz farklı. Günümüzde genellikle kahvenin ardından içilen su, bazı ‘otoritelere’ göre kahveden hemen önce içilmeli. Nedeni ise, damağı önceden kalmış muhtemel farklı lezzetlerden arındırmak. Ya da başka bir ifadeyle, kahvenin lezzetine nüfuz etmek için damakta ‘beyaz bir sayfa’ açmak!

Kahve’nin sunumu

Türk kahvesinin sunuluşu gerçek bir geleneksel tören havasında olurdu. Bu tören çekirdek kahvenin kavrulmasından, pişirilip fincanlara konulması ve konuklara ikramına kadar uzun, seyirlik safhaları kapsamaktadır. Gerçek Türk misafirperverliği ve konuğa olan sıcak saygının bir örneğini bu törenlerde izlemek olanağı vardır. Günümüzde kız istemeye gidildiğinde kahvenin istenen kız tarafından pişirilerek el becerisinin göstergesi olarak kabul edilir ayrıca yine kahveyi kızın taşıması ve onun taşımadaki ustalığı, pişirdiği kahvenin lezzeti bu törenlerden kalan önemli bir gelenek olarak hâlâ sürdürülmektedir. Geçmişte Türkiye’yi ziyaret eden gezginler, diplomatik kişiliği olan büyük elçiler ve aileleri hatıralarında Türk kahvesinin bütün özelliklerinden ve bu törenlerden mutlaka söz etmişlerdir. Türk kahvesinin içiminden sonraki başka bir geleneğin, özellikle kadınlar arasında sürdürüldüğünü genellikle herkes bilir. Bu kahve falıdır. Kahve telvesinin fincan içinde ve fala bakmak üzere fincan çevrildiği için tabağında oluşturduğu çeşitli izler ve işaretler “uzmanları” tarafından yorumlanarak anlatılır. Araştırmalardan anlaşıldığına göre kahve falı yalnız Türk-Osmanlı dünyasında görülmektedir. Nitekim bugün bağımsız ülkeler olan eski Osmanlı eyaletlerinde de (Yunanistan, Bulgaristan, Mısır, Makedonya, Bosna – Hersek vb.) bu folklorik uygulamanın sürdüğünü görüyoruz..

Kahvenin faydaları

Tıp yönünden kahvenin zararlarını belirten ilim adamları yanında, yararlarını belirtenler çoğunluktadır. Yararları şöyle sıralanabilir:

Kahve yemek üzerine içildiğinde, sindirimi kolaylaştırır. Bu yönüyle şekerli içmemek kaydıyla kilo almayı ve mide ekşimelerini önler. Asıl yararı hayali genişletir, hafızaya güç verir, hareket sağlar ve gevşekliği giderir. Kahvenin düşünceye açıklık getirdiği bir gerçektir. Şairler şiirlerini ya-zarlarken, yazarlar makalelerini hazırlarken, ressamlar tablolarını yaparlarken, kahve fincanları en yakın ve sempatik destekçileri olmuştur. Ünlü şair Eşref’in, hicviye yazmadan önce, iki çay dolusu kahve içtiği söylenir. Türk kahvesinin ayrıcalığını belirleyen noktaları özetlersek diyebiliriz ki; Türk kahvesinin (dozunda içildiği takdirde) sağlığı tehdit edecek zararlı yanı yoktur. Teskin edici ve dinlendirici özelliği vardır. Bir fincan kahvedeki 50 mg. kafein hemen vücuttan atılır. Bu bakımdan Türk kahvesi fincanı ideal ölçülere sahiptir. Bir fincandan fazla içildiğinde zihin açıcı, uyarıcı, enerji verici özelliği ön plâna çıkar. Yerinde ve zamanında içildiği zaman olağanüstü bir keyif verici olarak ün yapmıştır.

Kahvehaneler

Bugün Tahtakale adıyla bilinen Taht-ul kale’de açılan ilk kahvehane yalnız halkın değil müderris ve kadı gibi okumuş kesimin de ilgisini çekmiştir. Bazı yasaklamalara ve kahvehaneler aleyhinde yapılan girişimlere rağmen kahvenin sevilip yaygınlaşması önlenememiş ve Sultan III. Murat (1546-1595) zamanında İstanbul’da kahvehane sayısı 600’ü geçmişti.

Kahvehaneler, manzaralı yerlere, köşk şeklinde inşa edilir, çoğu kez verandaları olurdu. İçlerinde yaşmaklı bir kahve ocağı, çepeçevre kerevetler ve bazen orta yerde bir havuz yer alırdı. Buralarda kahveden başka nargile ve çubuk servisi de yapılırdı. Özellikle eski kahvehaneler edebiyat, müzik gibi farklı meslek ve eğitimli insanların sayesinde yaptıkları faaliyetlerle kulüp niteliğinde merkezler haline gelmişler, insanlara faydalı olmuşlardır. Bu yönleriyle Fransız kahvelerinin atası sayılırlar.

Kahve Nedir?

Kahve bitkisi, kökboyasıgiller (rubiaceae) familyasında yer alan bir tür ağaçtır (coffeacinsi).

Kahve ise, kahve çekirdeklerinin kavrulup, öğütülmesiyle elde edilen içeceklere verilen genel bir addır.

Dünya genelinde o denli yoğun bir şekilde tüketilir ki, pek çok kaynağa göre sudan sonra yeryüzünde en çok içilen sıvıdır.

Lezzetinin yanı sıra içerdiği kafein nedeniyle de tüketilen kahve, yaklaşık bin yıldır insanoğlu tarafından tarımı yapılan bir bitkidir. 

Kahve çeşitleri nelerdir?

Türk Kahvesi – Telvesi ile servis yapılan tek kahve çeşidi
Espresso – Makine ile hazırlanan, koyu kavrulmuş, İtalya’ya özgü bir kahve türüdür.
Mırra – Şanlıurfa’ya özgü, birkaç kez demlenerek hazırlanan acı kahve
Cappuccino – Espresso ve su buharı ile ile köpük haline getirilmiş süt eklenen kahve
Americano – Espresso’nun sıcak su eklenerek yumuşatılmış şekli
Cafe au lait – Fransızların sütlü filtre kahvesi
Ethiopian Yirgacheff – Şarabımsı buruk tadı olan Etiyopya kahvesi
Latte – Espresso’ya köpürtülmemiş sütün eklendiği kahve
Mocca – Espresso’ya süt köpüğü eklenerek hazırlanan kahve
Mocha – Latte’ye bol miktarda çikolata eklenmesiyle yapılan kahve
Santos – Brezilya’da yetişen , büyük yeşilimsi taneli orta derecede kuvvetli kahve
Sumatran – Düşük asit dengesine sahip Endonezya kahvesi
Supremo – Sabahları içilen Kolombiya kahvesi
Viennese – Espresso’ya çikolata ve krema katılarak hazırlanan Viyana usulü kahve
Macchiato- Süt, espresso, vanilya şurubu, karamel

Kahvenin adı nereden geliyor? ( Kahvenin etimolojisi)

Kahve ağacının ilk bulunduğu yer olan Habeşistan’ın Kaffa yöresinin Arapça karşılığı “qahwah ” dır. Araplar bugün bilinen kahveyi henüz tanımıyorken kelime keyif veren içki, şarap anlamında kullanmaktaydı. Bugünkü anlamına 14. yüzyılda kazanmaya başlamıştır. Bu Türkçe de kahve’ye dönüşmüş, buradan da Avrupa’da café, caffe, koffie, coffee, koffie, Kaffee şekline gelmiştir.

Tiryaki olmak kolay mı?

Günümüzde, Elias Petropulos’un “Yunanistan’da Türk Kahvesi” kitabında anlattığı “tiryaki” tipleri var mıdır bilinmez ama bakınız eskiden tiryakilerin ne gibi özellikleri varmış: “Eskiden Tiryaki genellikle sertiko(sert) kahve içer. Tiryaki kahvesinin sıcak muhafaza edilmesi ve dudaklarının yanmaması için kalın kahve fincanı ister. Tiryaki kahvesini içmeye başlamadan önce, bir nefeste bir bardak soğuk su içer. Bunu boğazını ve ağzını temizleyip kahvenin tadını tam olarak alabilmek için yapar. Her tirayaki kahvesini kendine özgü bir bişimde içer. Kalın fincanda herhangi bir çatlak varsa kahve iade edilir. Eğer gecikirse söylenmeye başlarlar (Nerde kaldı kahve? Kılçıklarını mı ayıklıyorsun? diye). Kimi tiryakiler nedendir siparişi vermek için acele etmezler. Tiryakilerin çoğu kahvesini ağır ağır, aralıklarla, sükunet içinde, zevkli düşüncelere dalarak, yâni ruhlarını huzura kavuşturarak içerler. Uyanmak için ya da ağızlarına tad gelsin diye bir çırpıda içenler de vardır. Ağır kahve durulunca kalın telve oluşturur. Bu telve tiryakilerin çok hoşuna gider; çoğu telveyi yer, ya yalayarak, ya da parmaklarını fincana daldırarak( bu ayıp sayılmazdı). Fakat artık bu uygulama tamamen kalkmıştır denebilir.”

Kahve bahane sohbet şahane!

Kahvenin bir sohbet aracı olduğu çok doğrudur. Bir fincan kahve, insanları tatlı sohbetlere sürükleyen ve aralarında dostluk bağları sağlayan belki de en ayrıcalıklı içecektir. Kahveyi özenle seçtiğiniz insanlarla içmek isteyerek adeta ruhunuzu ısıtmak istersiniz. Dikkat ederseniz, çaya davet sesiyle, kahveye davet sesinin tonları bile farklıdır. “Kahvedaşınızla” öyle tatlı sohbetlere dalarsınız ki bitmemesi için kahvenizi küçük yudumlarla içersiniz. Gaye gönlün istediği dostla uzun süre kalmaktır. Kahvenizi yudumlarken “gönülden gönüle” sayısız köprüler kurar, ruhunuzu tarifsiz bir sıcaklıkla ısıtırsınız. Dostunuzla öylesine bir atmosferi paylaşıyorsunuzdur ki, artık ne deseniz ne söyleseniz yeridir. Çünkü karşınızda sizi anlayan bir dost vardır, kahve bahanedir.

Dile kolay 40 yıl hatırı var

Son olarak şunu söylemekte fayda var: Bugün alternatif içecek çeşitlerinin çoğalmasıyla kahvenin tahtının sarsıldığını düşünüyorsanız bu konuda size katılmadığımızı söylemeliyiz. Çünkü geçmiş yıllara göre kah-veye atfedilen önem bugün de az değil. “Bir fincan kahve olsam…”, “Ben bir küçük cezveyim…”, “Kahve Yemen’den gelir…”, “Kadifeden kesesi, kahveden gelir sesi…” gibi çok sayıda şarkıya, türküye konu olmuş, bu geleneksel içecek. Tabii, kolay değil! Bir tek fincan kahvenin 40 yıl hatırı var. İşte bu gizemli içeceğin 600 yıldır çok sevilmesinin ve gönüllere huzur veren muhabbetlerin ateşleyicisi olması belki de onu vazgeşilmez yapan! Bakın büyüklerimiz kahvenin bu yönünü ne güzel ifade etmişler;
“Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül bir dost ister kahve bahane”.

Kaynaklar
-Elias Petropulos,Yunanistan’da Türk Kahvesi, İstanbul, İletişim Yay.: 1995
-Taha Toros, Kahvenin Öyküsü, İstanbul, İletişim Yay.: 1998
– Sabahattin Türkoğlu, Türk Kahvesi, SKYLIFE Türk Hava Yolları Dergisi, Ekim 1996
-Metin Köse, Kahve olsam dolaplarda kavrulsam, Aksiyon Haftalık Haber Dergisi, sayı: 434, 31 Mart 2003
-https://goo.gl/bnEZ5C
-https://goo.gl/FZ5AEU
-https://goo.gl/M26oMq
-https://goo.gl/DU0m7n

f9.gif

 

Yorum bağlantısı
Sitelerde Paylaş

Sohbete sen de katıl

Dilersen hemen kayıt olabilir ya da hemen bilgilerini girip yorum yapabilirsin Eğer bir hesabın varsa giriş yaparak üyeliğinle yorumlayabilirsin

Misafir
Bu konuyu yanıtla

×   Yapıştırdığınız içerik biçimlendirme içeriyor.   Biçimlendirmeyi Temizle

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Editör içeriğini temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

 Share

Hakkımızda

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel bilim haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Bilim Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız buradan iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...